Cemal Süreya şiiri: Bütün kara parçalarında, “sosyalizm” dahil

İlk kez Cemal Süreya okuduğumda 16 yaşındaydım, bir dolmuşun arka koltuğunda az önce sahaftan merakla aldığım Üvercinka’nın rastgele bir sayfasını açtım: “Annem çok küçükken öldü / Önce öp sonra doğur beni.” Sonraları yıllarca başucumdan ayrılmayacak şairin ilk dizeleri Cemal Süreya şiirinin özeti gibi: Kocaman bir duygu, iki cümleyle hayatının ortasına güm diye düşüveriyor.

Cemal Süreya 34 yıl önce hayatını kaybetti. Bu yazıyı Cemal Süreya’nın ölüm yıldönümünde yazıyorum, çünkü doğum günü olmayan bir şairden bahsediyoruz: “1931 yılında Erzincan’da doğdum, bir doğum günüm yoktur benim.”

Şiirinin doğuşu

Cemal Süreya’nın şiirimizde bir çağ açıp kapattığını söylemek herhalde yanlış olmaz. Hakkında bilinen onca şeye rağmen bilinmeyenlerle dolu hayatı, evlilikleri, aşkları, kelimeleriyle çoğumuzun hayatını nakış gibi dokumuş, hem şiirini hem de bizi umutla beslemiş biri.

Şairlik duygusunun ilk uyanışını annesinin ona okuduğu “Kerem ile Aslı” hikayelerine bağlar Cemal Süreya. Belki de annesini erken yaşta kaybettiği için hatrında kalan kısa ve özel anlardan biridir bu. Anne Zaza, baba Kürt. Ailecek bir yük vagonuna doluşurlar, Erzincan’dan Bilecik’e sürgün edilirler. Bu yüzden Kürtçenin içinde hep hasret olduğunu söyler. Bu sürgün yalnızca hayatının değil, şiirinin de en önemli anlarından biridir. Sürgün yıllarının şiirine yansımasını “Gülümsemeyle hüzün yan yana gider benim şiirimde,” diye açıklar.[i] Hayatı da böyledir; gülümseme ve hüzün hep yan yana gider. 7 yaşında annesini kaybeder: “Küçük kalbinde bir kuş ölür.”[ii] Üvey anne şiddetinden kaçmak için parasız yatılıya gider. Bilecik ortaokulundadır, futbolu sever, atletizm yapar. İlk dolmakalemi 19 Mayıs’ta 100 metre koşuda birinci olunca kazanır. İlk dergisini ilkokuldaki en yakın arkadaşı Altan’la çıkarır. Ölene kadar birçok dergi çıkaracak, dergicilik onun hayatında şiir kadar önemli bir yer tutacaktır. Ölümüne kadar hep aklında, elinde dergileri vardır.

Çok okur, her şeyi okur, ansiklopediler dahil. En çok da Dostoyevski’yi elinden bırakamaz. Daha sonra “Dostoyevski’yi okudum, o gün bugündür huzurum yok,”[iii] diyecektir. Tuhaf biridir, bir bakarsınız adını Cemal Süreyya Seber yapar; bir bakarsınız (rivayete göre) girdiği bir iddia için soyadından bir harf eksiltir. İlk evliliğini senelerce yüzünü görmediği ortaokul aşkı Seniha ile yapar.  Sonrasında defalarca evlenir, hatta evlendiği eşlerine “haftada birkaç gece eve geç gelebilir” diye izin kağıdı imzalatır.

Şiirine politika değiyor

Haydarpaşa Lisesi’nden sonra Mülkiyeli olur, Mülkiye’yi hep bir hayat tarzı olarak görür, benimser. Aklına ve şiirine politika burada bulaşır. İddia edildiği gibi sadece “aşk şairi” değildir. Gündelik insanın telaşı vardır dizelerinde; âşık olmak isteyen, umut etmek isteyen, özgürlük isteyen, diktatörlere direnen… Aşk şiiri okuyorum diye rahatlatmaz insanı, kendisi de böyledir zira; hep huzursuz hep tedirgin. O yüzden şiirinin altı da dinamitlidir. Üvercinka’da müthiş bir aşkı betimlerken “Afrika”yı unutmaz mesela. Ya da “Kanto” şiirinde bir kadını anlatırken birdenbire “Ben nereye gittimse bütün zulumlardı / Bütün açlıklardı, kavgalardı gördüğüm / Kötülüklerin büsbütün egemen olduğu / Namussuz bir çağ bu biliyorsun” dizeleri girer araya.

“İngiliz” şiirinde Meryem’i tam öpecekken “Kocaman bir gül yer alıyor arkamızda zulma karşı” dizesi çıkıverir karşımıza. “Hür Hamamlar Denizi” şiirinde Süleyman ile Güzin’i anlatırken bir anda enflasyona gelir konu:

“Erkekler hamamında Süleyman
Az namussuz adam değilmiş hani
Kalkıp dosdoğru Eskişehir’e gitti
Geçirdiği gibi başına şapkasını
Enflasyon parasıyla otuz lira”

Şiirinin toplumcu bir yönü olduğunu şöyle açıklar: “Toplumsal ya da toplumcu bir yön var benim şiirlerimde… Ama doğrudan doğruya değil de dolaylı olarak, “Bun”, “Kanto”, “Üvercinka”, “Hamza Süiti” gibi şiirlerde bunları daha belirgin şekilde göreceksiniz…”[iv]

Şairliğini beğenenler kadar beğenmeyenler de vardır: Attila İlhan mesela. Toplumsal gerçekliği savunan İlhan, çok sert eleştirir Süreya’yı. Garip akımını İnönü diktasının, İkinci Yeni’yi ise Menderes diktasının şiiri olarak tanımlar. Halbuki Cemal Süreya’nın şiiri Menderes diktasına bir başkaldırıdır. Hatta belki de o diktanın yarattığı karanlığın aydınlanması için yakılmış bir ışıktır şiiri. Şiir en dar anlamıyla koca bir olayı/duyguyu/ânı birkaç dizeye sığdırmak, onu onlarca belki yüzlerce sene okuyanda aynı duyguyla yeşertebilmekse bunun en güzel örneklerini Cemal Süreya vermiş olabilir. Bugün 555K’yı okuyup da Menderes’in yarattığı yıkımı hissetmeyen yoktur herhalde:

“Biz şimdi yan yana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi Tanrılar bile kurtaramaz”

Sadece Menderes değil, Kenan Evren de nasibini almıştır Cemal Süreya’dan. 12 Eylül 1980‘den sonra Evren, Türk Dil Kurumu’nun kapatılmasının gerekçeleri arasında Cemal Süreya’nın Göçebe kitabına ödül verilmesini de sayar. Yanıt gecikmez: “Eşkiyanın işi hep kaçmak olmuş. Jandarmanın işi vurmak, gebertmek. Sayın Evren, ‘gebertme duygusu’ konusunda ne düşünüyor? Onun izdüşümü de yazılsın bir gün…”

Muzaffer Buyrukçu’yla birlikte “Özal’a İntihar Çağrısı” bildirisiyle şairliğine yakışan bir protestoda bulunur.

“Ülkemizi sizden,
Sizi de kendi özel sıkıntılarınızdan
Kurtarmak için
Arkadaşım Muzaffer Buyrukçu’yla,
Bir önerimiz var:
İntihar etmelisiniz!”

“Beni Öp Sonra Doğur Beni” şiirinin toplumcu yönünü daha da ortaya çıkarmıştır. Selim İleri, toplumsal bir bildiri olarak nitelendirir bu kitabı.  “Ortadoğu”, “Yeraltı”, “Vakit Var Daha”, “Onlar İçin Minibüs Şarkısı”, “Seviş Yolcu”, “Türkü” hepsi politik şiirlerdir. Hepsi düzenle kavgalıdır. Türkiye’nin büyük bir kültür değişiminin içinde olduğunu, her sanat eserinin siyasal bir anlamı olduğunu belirten Süreya, “anayasaya aykırı” olarak tanımladığı şiirin düzenle, devletle ilişkisini sorgular. Devlet sıfatıyla karşımıza çıkan kimselerin bir avuç insanın somut çıkarları adına işleri yürüttüğü vurgular ve devam eder: “Peki halk? Kitleler?…burjuva devleti hakim sınıflara çıkarlar ve garantiler, kitlelere cezalar ve yerine getirmeler sunmaktadır.”[v]

“Beni Öp Sonra Doğur Beni” kitabından sonra şiirinde Marksist ögeler de görünmeye başlar. İlhan Berk “Onlar İçin Minibüs” şiirini Marksist şiir olarak tanımlar mesela. Marksizmle sanat arasındaki ilişkilere yakından bakan birkaç isimden biri olduğu söylenir. Muzaffer Erdost’a göre, sosyalizm onun başta açık sonra gizli sevgilisidir.

Dergicilik tutkusu politik fikirlerinin izdüşümü olur. 27 Mayıs’ın özgürlük ortamında çıkan Papirüs, sosyalizm fikrine açıktır, artık Marksizm tartışılmaya başlanmıştır. Papirüs’te şöyle anlatır bu dönemi: “Bugün sosyalist kültürün saadet zinciri gibi aydınlarımızın arasında yayılmaya başlaması, halkla yer yer ilginç temaslar kurması, dünyayı ve kendimizi görmemizi, bir sürü olguyu tanımamızı sağladı. Daha doğrusu sağlayacaktır. Artık tarih içinde kendimize bir yer arayabiliriz.” [vi]

Kapitalizmi sorguya tabi tutar, şiiriyle ve duruşuyla kapitalizm arasına bir set çeker. Şairin önünün kapitalist toplumlarda tıkandığını, en kapitalist toplumda en çok tıkandığını vurgular. Şiirin var olabilmek için kapitalizmi ortadan kaldırması gerektiği her fırsatta söyler, yazar. Onun şiiri mücadelecidir, muhaliftir ve dolayısıyla da eylemcidir. Ona göre şiir dünyayı değiştirmenin araçlarından biridir. Lorca’nın kurşuna dizilmediği bir hayatın hayalini şiirle kurar.

1 Mayıs şiiri yazar, “Bugün hava güzel” der. Portreler çizer, çeviriler yapar. Küçük Prens’i de çevirir, Sol Yayınları için Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması’nı da.  Şiirinde öğrenciler vardır, işçiler, köylüler, aşıklar ama en çok da umut edenler.

Şiirin modasının geçtiği düşünülen günümüzde, ölümünün 34. yılında Cemal Süreya’nın şiiri bugünün karanlığına, sığlığına açılan bir pencere olsun: Umudu, aşkı ve mücadeleyi beslesin.


*Bu yazının ilk versiyonu daha önce Birgün’de yayımlanmıştır.


[i] Zeynep Oral’ın röportajı, “On İnsan Bin yaşam” Milliyet Sanat, 1988.
[ii] Enver Ercan’ın röportajı, Düşün, Ocak 1986
[iii] İlk İzlenim, Uzat Saçlarını Frigya, Yön Yayınları, 1992, s.118
[iv] “Üvercinka Hariç Değil”, Pazar Postası, 6 Nisan 1958.
[v] “Değişim”, Temmuz 1967, Papirüs’ten Başyazılar, Cem Yayınevi, s. 52
[vi] “Okur Anadolu’daki Okur”, Mart 1968, Papirüs’ten Başyazılar, Cem Yayınevi, s.74

Size ihtiyacımız var. Buraya kadar geldiyseniz, hatırlatmak boynumuzun borcu. Türkiye gibi geleceği ziyadesiyle belirsiz bir ülkede, elimizden geldiğince nitelikli yayıncılık yapmanın imkanlarını araştırıyoruz. Güvenilirliğini küresel ölçekte yitirmiş medya alanında hâlâ iyi işler çıkarılabileceğini göstermek istiyoruz.

Bağımsız yayıncılığı desteklemeniz bizim için çok değerli. vesaire’nin dağıtımının sürekliliğinin sağlanmasında ve daha geniş kesimlere ulaşmasında okurlarımızın üstlendiği sorumluluk özel bir anlam taşıyor. vesaire’yi tek seferliğine veya düzenli desteklemek için patreon sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.

Muhabbetimiz daim olsun...

Benzer Yazılar
Total
0
Share

vesaire sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et