Ludovico Einaudi: Ruhu beslemenin hâlleri

Fotoğraf: Roy Tarantino
Fotoğraf: Roy Tarantino

5-6 Şubat’ta dünyaca ünlü İtalyan müzisyen Ludovico Einaudi Zorlu Performans Sanatları Merkezi’ndeydi. Daha önce 2013’te kendi turnesi kapsamında, 2014’te ise Mercan Dede Ensemble projesi ile yolu Zorlu Performans Sanatları Merkezi’yle kesişen sanatçı, bu kez de 2015 yılında çıkardığı Elements albümünün turnesi kapsamında konser verdi.

Einaudi albümünün çıkışının ardından başladığı turnede neredeyse tüm dünyayı gezdi, hatta bazı yerlerde birden fazla performans sergiledi. Buna rağmen sayfasında henüz Türkiye’de bir konser duyurusunun yer almıyordu. Bu da hayranlarını gittikçe buruklaşan bir bekleyişe sürüklemişti ki 6 Şubat konseri haberi geldi. Bu süreç içerisinde Einaudi’yi sosyal medya üzerinden Türkiye’ye davet eden hayranları vakit kaybetmeden bilet almış olacaklar ki kısa bir süre sonra konserin yüksek talep sebebiyle iki güne çıkarıldığı duyuruldu.

Ludovico Einaudi’yi ismen tanımıyorsanız da eğer iyi bir film izleyicisiyseniz ona mutlaka denk gelmişsinizdir. Kendisi Intouchables (Olivier Nakache & Éric Toledano, 2011) ve Black Swan (Darren Aronofsky, 2010) da dahil olmak üzere birçok film müziğinin yaratıcısı. Klasik ve deneysel müziğin yaşayan en büyük temsilcisi olarak nitelendirilen sanatçı, bazı eleştirmenlerce olumsuz değerlendiriliyorsa da ulaştığı kitle tartışmasız bir başarıya işaret ediyor. Üstelik kendisinin de tarzını isimlendirmek ve alışılagelmiş çizgilerden yürümek gibi bir kaygısı yok.

Yüreğinin her zaman rock’n’roll’a daha yakın olduğunu söyleyen Einaudi, çocukluğu ve gençliği boyunca müziğin iki farklı ucuyla çevrelendiği bir ailede büyümüş. Annesi son derece klasik bir müzik öğretmeniyken, ablası sayesinde tanıştığı Jimi Hendrix, Bob Dylan, The Rolling Stones ve The Beatles, bugünkü müziğinin temellerini oluşturmuş. Klasik müzikle beraber bir yandan rock, pop ve folk müzik dinleyen, farklı dillerin içinde büyüyen Einaudi, bu dillerin onun kendi müzikal kelime haznesini oluşturmasına katkı sağladığını söylüyor. Üstelik 60’larda resmi dünyaya karşı tepkilerin, zihnin bir evrimi olduğunu ve bunun müzikle ifade edildiğini belirtiyor. Okul çağlarını “felaket” olarak nitelendiren biri Einaudi. Eğitimin keskin, kurallı yapısı sebebiyle değişik okullar denemesine rağmen yüreğinde hep müzik ve fotoğraf olmuş olan bir besteciden söz ediyoruz. Dünya müziği, çocukken bir rockçı ve fotoğrafçı olarak dünyayı turlamak isteyen sanatçının hep radarında.

2000 yılında ilk defa Mali’ye giden besteci, orada zamanın en iyi kora sanatçılarından ikisi olarak nitelendirdiği Toumani Diabaté ve Ballaké Sissoko ile tanışmış. Afrika’da müziğin, Avrupa’da günlük yaşamının bölünüp parçalara ayrıldığı modern duyarlılıktan farklı olarak günlük yaşamın ritmleriyle tamamen bağlantılı olduğunu vurgulayan Einaudi, müziğin sosyal tabakalardan arınmış olduğu fikrine tutkun. 2010 – 2011 döneminde İtalya’nın en büyük müzik festivali ve Avrupa’nın geleneksel müziğe adanmış en önemli olaylardan La Notte della Taranta’nın yönetmeni. Projeye ritmik folk müziğe duyduğu sevda sebebiyle Ballaké Sissoko, Justin Adams, Juldeh Camara ve Mercan Dede’yi de davet etmiş. Bu müzisyenlerin yanı sıra Güney İtalyalı yerel sanatçıların (Mauro Durante, Antonio Castrignano, Enza Pagliara, Alessia Tondo) da yer aldığı festivalin Taranta Project ismiyle yayınlanmış bir albümü de bulunuyor. Parçalar Türk, Afrika ve İtalyan müziği ile elektronik müziğin başarılı bir harmanı.

Dolayısıyla Ludovico Einaudi’nin sınır tanımayan bir müzisyen olduğunu söyleyebiliriz. Her bir projenin öncelikle kendisi için yeni bir şey olması gerektiğini, klasik müzik denince akla gelen Mozart ve Beethoven’ın müziğin farklı iki açısını yansıttığını söylüyor. Bugünün müzisyeninin kendi zamanına ait çalgıları kucaklayarak üretmesi gerektiğine inanıyor. Müziği için önerilen “klasik sınır ötesi” tarzına ise bu tarzla birçok ticari proje yapıldığının altını çizerek sıcak bakmadığını belirtiyor. Stravinsky ve Mozart’dan örnekler vererek sınır ötesi olma, sınırları geçme fikrinin sanat için ilgi çekici olmakla birlikte, bunun zaten sanat için her zaman geçerli olduğunu söylüyor.

Einaudi dünya müziğinin yanı sıra günümüzde farklı sanatçıları ve çalışmaları da takip halinde. Portishead, Radiohead ve Alt-J de röportajlarında değindiği gruplardan. Her seferinde yeni bir şey yaratma güdüsü ile yola koyuluyor. Kendisini herhangi bir tarz, müzik aleti, belirlenmiş kalıplar, alışkanlıklarla sınırlamıyor. Bu da müziğinin bu kadar farklı kitlelerin yüreğinde yer edinebilmesinin temel sebebi olabilir. Başına buyruk duruşuyla Einaudi, klasik müzik dünyasında kabul edilme kaygısında değil.

Gelelim son albümüne ve konsere. Elements albümü, kütüphanelerde Yunan felsefesi ile geçirdiği saatler, Wassily Kandinsky’nin etkisi, periyodik cetvele harcadığı mesailer ve matematiğin bir ürünü. Albümdeki eserlerden “Drop” için Mogwai ile ortak çalıştıkları bir versiyon da mevcut. Albümdeki her bir parça, bir yandan inanılmaz bir ziyafetle ruhu doyururken bir yandan “hissetmek” açlığını pekiştirir nitelikte.

Konser de albümünden aşağı kalmadı. 6 Şubat’ta bir piyanistin sahneye çıkıp frakının kuyruğunu bir yana atarak yerleşmesi üzerine başlayıp biten bir konserden fazlası vardı. Sahneye çıkarken ışıklar açılmak yerine kısıldı. Daha sonra Federico Mecozzi, Redi Hasa, Alberto Fabris, Francesco Arcuri ve Riccardo Lagana’dan oluşan ekibi, loş sahnede usulca yerlerini aldılar. Elektronik çellodan tefe, waterphone’dan sintisayzıra türlü müzik aletinin yer aldığı o inanılmaz performans böylece başladı. “Kendini kaptırma” ahrazı olanlar bile ilk dakikadan teslim oldu. Dinleyiciyi bekleyen “müzikal bir şölen”den öteydi. Loş ışığın sebebi sesle birlikte ortaya çıktı. Arkaya müzikle eş zamanlı yansıtılan görüntüler, konser boyunca da melodiye eşlik etti. Işık, görseller, sanatçıların sahnedeki duruşu ve tabii ki müzik, 2 saatlik paralel bir evrenin içinde dinleyiciyi sarmaladı. Konserin bir noktasında ekip sahneden ayrılarak Einaudi’yle sevenlerini baş başa bıraktı. Ayrı bir hikâye de orada başladı. Einaudi dinleyicilere durmaksızın hikâyelerini anlattı, ekibi yine usulca sahneye dönene kadar.

Büyülemek “doğru kelime değil, ama ilk akla geleni”. Einaudi o gece salondakilere tarifi mümkün olmayan bir “şey” yaşattı. Konser başında “Video ve fotoğraf çekmek yasaktır!” uyarısı yapıldı. Buna rağmen kendini tecrübeye bırakmak yerine orada olmanın kendi etiketine katacaklarının peşine düşenler yine telefonlarına sarılarak Instagram hikâyelerini beslemeye koyuldu. Yine de gösteri, telefonların arada beliren ışıklarından kuvvetliydi. Einaudi bir yandan inanılmaz bir doyuma ulaştırırken, bir yandan da tadını damağımda, yeni bir performansa aç bıraktı.

Muhabbetimiz daim olsun...

Benzer Yazılar
BREAKFAST AT TIFFANY'S (Blake Edwards, 1961).
daha fazla

Moda demokratik olabilir mi?

Lee Alexander McQueen’in intihar ettiği haberini okuduğumda günlerce yas tuttum. Modanın ne anlama geldiğini kavramamı, o dünyayı keşfetmemi…
Total
0
Share

vesaire sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et