53 sene önce, Robert Zimmerman daha sonra bir Amerikan efsanesine dönüşecek bir isim altında ilk albümünü yayımladı: Bob Dylan. Dylan’ın kendi adını taşıyan bu ilk albümü iki orijinal beste haricinde tamamen folk standartlarının yorumlarından oluşuyordu. Dylan, tüm zamanların en etkili şarkı yazarlarından biri olması için gereken her şeyi bu folk standartlarından öğrenmişti.
Dylan, “2015, Yılın İnsanı” olarak onurlandırıldığı MusiCares etkinliğindeki konuşmasında, “Sadece folk şarkıları söyledim ve bunlar bana meşru olan her şeyi, her şeyin herkese ait olduğunu öğretti” dedi. Eskiden söylediği bir dizi folk şarkısını sıralarken, kendi şarkılarından benzer sözleri alıntıladı. “Tüm bu şarkılar birbirlerine bağlı. Aldanmayın, ben yalnızca başka bir kapıyı başka bir yoldan açtım.”
O “başka yol” bütün farkı yarattı. Bob Dylan, zamansız şarkıları eğip büküp önemli güncel konulara bağladı. Şarkıları yeni siyasi ve sanatsal hareketlere ilham verdi. Ta 1962’de şansını hiç denemeseydi, bugün dünya çok daha başka bir yer olabilirdi. İşte dünyayı değiştiren beş Dylan şarkısı:
1. “Blowin’ in the Wind”
Dylan, şairlere ve aktivistlere seneler boyunca ilham vermiş “Blowin’ in the Wind”’in sözlerini New York’ta bir kafede, 10 dakikada yazdığını söyledi. Şarkının sözleri cevabı olmayan bir dizi sorudan oluşuyor. Sözlerin farklı okumalara açık olması, şarkıyı Rolling Stone’un “Tüm Zamanların En İyi 500 Şarkısı” derlemesinde yazdığı gibi “her şeyin değişmesi gerektiği ve değişeceğini öne süren, her amaca uygun yenilikçi bir marş” haline getiriyor. Bu sayede şarkı 60’larda bir çok protesto hareketinin merkezinde görev yaptı.
1963’te sivil haklar hareketi zirveye ulaşırken, Dylan kendi versiyonunu The Freewheelin’ Bob Dylan albümünde yayımladı. Greenwood, Mississippi’de bir seçmen kayıt etkinliğinde şarkıyı çaldı. Aynı yıl şarkının popüler bir versiyonunu kaydeden Peter, Paul and Mary, şarkıyı Lincoln Anıtı’nda, Martin Luther King dünyaya “bir hayalim var” diye seslenmeden yalnızca saatler önce çaldı.
Sonraları şarkı, sözlerindeki “canonballs” (top gülleleri) ve “doves” (kuğular) bölümlerinden dolayı Vietnam karşıtı protestolara uygun düştü. Aktivist ve müzisyen Peter Yarrow şarkının albenisinin büyük bir kısmını, çok amaçlı kullanımına bağlıyor. Yarrow bu durumu NPR’a şöyle anlatıyor: “Bu şarkıda bir özlem, bir umut, bir olasılık,bir hüzün ve bazen de muzaffer bir kararlılık bildirisi duyabilirsiniz. Yani aslında bir yorum meselesi, açıkçası Bobby kesin ve belirli yorum belirtmemekte haklıydı.”
2. “A Hard Rain’s A-Gonna Fall”
Soğuk Savaş belirsizliğinde yazılan, 1962 tarihli “A Hard Rain’s A-Gonna Fall” Dylan’ın en apokaliptik ve en dehşetli protest şarkılarından biri. Şarkının notlarında Dylan, “sözlerdeki her dizenin aslında başka şarkıların başlangıçları” olduğunu söylüyor. “Ancak şarkıyı yazarken, tüm bu şarkıları yazacak kadar uzun süre yaşayamayacağımı düşündüm, bu yüzden bu şarkı için dizelerden kullanabileceğim kadarını kullandım.”
O sıralarda, müzik yazarı Nat Hentoff yanlış bir varsayım yaparak, şarkının o sıralarda patlak veren Küba füze krizine bir gönderme olduğunu söyledi. Ancak Dylan bunu yalanladı ve “hard rain” (ağır yağmur) ve “the pellets of poison… flooding the waters” (zehir topakları… sulardan taşıyor) dizelerinin asit yağmuru ve nükleer serpinti olmadığını, “radyolarda ve televizyonlarda insanlara söylenen yalanlar” olduğunu açıkladı.
Hâl böyleyken, şarkıda geçen “sad forests” (hüzünlü ormanlar) ve “dead oceans” (ölü okyanuslar) sözleri çevreci aktivist projelere ilham vermekten de geri durmadı. Mark Edwards’ın fotoğraf sergisi Hard Rain (2006) ve Whole Earth? Project (2015) gibi çevrenin insan eliyle yıkımının gösterildiği örnekler, Dylan’ın öngördüğü sahneleri anımsatıyor. 2009 yılında Birleşmiş Milletler şarkıyı Kopenhag İklim Zirvesi’nin gayriresmi şarkısı olarak seçti.
Şarkının kahince ruhu Dylan’ın üzerine hayatı boyunca takip edeceği mistik ve felsefi tavır verdi. Bu tavrın alametleri, beat şairi Allen Ginsberg’ü ilk duyduğunda ağlatmıştı, “çünkü görünen o ki, meşale artık önceki Bohem veya Beat neslinden başka bir nesle geçmişti.”
3. “The Times They Are A-Changin”
Dylan 1985’te çıkan toplama albümü Biograph’ın notlarında, “Bu kesinlikle amacı olan bir şarkıydı” demişti, “Büyük bir şarkı yazmak istemiştim, hipnotize edici bir biçimde birbiri üzerine yığılan kısa ve öz kıtalar. Sivil haklar hareketi ve folk müzik bir süreliğine oldukça yakındı ve o süre için ittifak kurmuşlardı.” Bu şarkıyı, sivil haklar hareketi ile bağlantı kurmak, yazarları, eleştirmenleri, kongre üyelerini, anneleri ve babaları değişimi benimsemeye çağırmak için yazdı.
Şarkı, zamanın ruhunu, gençlik dolu siyasi ayaklanmanın ve belirsiz geleceğin tehlikeli cazibesini, yakaladı. Peter Dreier The 100 Greatest Americans of the 20th Century: A Social Justice Hall of Fame’den (20. Yüzyılın En Büyük 100 Amerikalısı: Bir Sosyal Adalet Onur Listesi) uyarlanan bir makalesinde, “The Times bir marşa dönüştü, rahatsız edici bir uyarı, kızgın fakat umutlu. Nesil farkını simgeleyen bir hale gelirken Dylan’ı da gençlik isyanının gönülsüz sözcüsü yaptı.”
“The Times They Are A-Changing” Dylan’ın en kuvvetli politik marşlarından biri olmasına rağmen, aynı zamanda sonuncularından da biriydi. Dylan, John F. Kennedy’nin suikastından bir gün sonraki konserini bu şarkıyla açtı. Dylan, biyografisini yazan Anthony Scaduto’ya konseri anlattı: “Düşündüm ki, ‘Vay canına, nasıl bu şarkıyla açabilirim ki? Beni taşlarlar.’ Ama bu şarkıyı söylemem gerekiyordu, konser böyle başladı.” Dylan şöyle devam ediyordu: “Ülke düpedüz karışmıştı, insanlar şarkıyı alkışlıyorlardı. Neden el çırptıklarını anlamıyordum, neden bu şarkıyı yazdığımı da. Hiçbir şeyi anlamıyordum. Benim için her şey deliceydi.”
Birkaç hafta sonra, bir oda dolusu insana bundan sonra “siyaset gibi önemsiz” şeylerle kendini yormayacağını açıkladı. Ancak şarkıları artık insanların kalplerinde ve zihinlerinde yer etmişti.
4. “Like a Rolling Stone”
“Like a Rolling Stone”, Bob Dylan’ın ilk “elektrikli” konserini verdiği 1965 Newport Folk Festivali’nde çaldığı ilk şarkılardan biriydi. Ortaya çıkardığı o “gümbür gümbür” rock ‘n’ roll tınısı, onun folk tabanını ölümüne gücendirdi ve tüm festivali sağır edici yuhalamalarla doldurdu. Söylenenlere göre Pete Seeger “Eğer bir baltam olsaydı, mikrofon kablosunu kesiverirdim.” demişti. Bu anekdot yavaş yavaş büyüyüp, Seeger’ın bir baltayla mikrofon kablosunu kesmeyi gerçekten denediğini anlatan bir mite dönüştü.
Her ne kadar bu gidişat bir çokları tarafından Bob Dylan’ın piyasaya yenik düşmesi gibi okunarak o zamanlar hoşnutsuzlukla karşılansa da, aslında yalnızca Dylan’ın kendi verdiği tavsiyeye göre yaşayarak, değişimi benimsediğinin ve sınırları zorladığının göstergesiydi. Bu hareketi günün sonunda yeni bir tür doğurdu – folk-rock. Söz verdiği gibi, müziği giderek daha az belirgin politik dil ve simge içermeye ve özünde o zamana kadar ki mirasını yaratan karakteristik özelliklerden vazgeçmeye başladı. Ancak Bob Dylan mitolojisi büyümeye devam etti.
5. “You Ain’t Goin Nowhere”
Jim Beviglia, American Songwriter’daki yazısında “Bir sanatçı country müziğin temel yapısını alıp, Nashville tarzı üretim hattı söz ve müziğin katılığından, daha geniş ritmler ve daha dağınık duygusal içerik adına vazgeçmek istediğinde, bu durumun izi The Basement Tapes’e kadar sürülebilir.” “Herhangi bir yerde bir müzisyen şarkının içtenliğine, dinleyicinin beklentilerinden daha fazla önem verdiği bir şarkı yazdığında ya da çaldığında,” ipin ucunun The Basement Tapes’e uzandığını görebiliriz.
Woodstock, New York’ta Big Pink isimli bir evde, Dylan ve orkestrası (ki sonraları The Band adını alarak kendi anlatılmaya değer kariyer hikayelerine kavuşacaklardı) geniş bir yelpazeden sesler ve tarzlar üzerine deneysel çalışmalar yürütüp, daha sonraları The Basement Tapes olarak anılacak bir dizi demo ortaya çıkardı. Grubun gitaristi Robbie Robertson, Rolling Stone’a verdiği yorumda “Mutlak bir özgürlükle çalıyorduk.” demişti. “Biz yaşadığımız sürece herhangi birinin duyabileceğini düşündüğümüz şeyler çalmıyorduk… Watergate kayıtları gibiydi. Kayıtların bir çoğu için, ‘Bunları yok etmeliyiz’ derdi Bob.” Neyse ki yok etmediler ve kayıtlar korsan olarak bir süre dolaştı. Demoların bir kısmı çok sonraları, ancak 1975 albümünde yasal olarak yayımlandı. Ancak bu albüm, o mitolojik kayıt seanslarının yarattığı büyük beklentileri karşılamadı.
Tüm kayıtlar oldukça etkileyici olmakla beraber, “You Ain’t Goin’ Nowhere” belki de albümün en simgesel şarkısıydı. Şarkının hırpani, tuhaf muhteşemliği sayısız modern folk-rock gruplarını etkiledi. İçinde “Wagon Wheel” ve modern Mumford & Sons tarzı folk dirilişinin ilk örneklerini duymak mümkün. Kasım 2014’te, Dylan’ın varislerinden bir grup – Elvis Costello, My Morning Jacket’tan Jim James ve Mumford & and Sons’dan Marcus Mumford – yeni bir dizi “bodrum kayıtları”, New Basement Tapes’i kaydetti. Bu kayıtlarda Dylan’ın yine o dönemlerde yazdığı gün ışığına çıkmamış yeni şarkı sözleri de kullanıldı. T Bone Burnett KCRW’ya verdiği demeçte, yapılan işi Shakespeare’in yeniden ele alınmasına şöyle benzetti: “Biliyorsunuz, Shakespeare’i işlerini yazdığından beri yeniden çalışıyoruz. Bob’un yaptığı da bu, The Carter Family’yi, Homeros’u ve Ovidius’u, hepsini yeniden çalıştı.” Dylan folk müziğin mirasını hâlâ canlı tutuyor.
Bu yazı, Tom Barnes’ın mic.com’da yayımlanan makalesinden çevrilmiştir.