Kendi suretimizi bu kadar çok görmemeliydik

EUPHORIA S2B7 (HBO, 2022).

Durmadan kendi yüzünüze bakıyormuş gibi hissediyorsanız, muhtemelen bakıyorsunuzdur. Zoom veya FaceTime görüşmelerinde kendimizi görüyoruz, TikTok videolarını paylaşmadan önce tekrar tekrar izliyoruz, beğendiğimizi bulana kadar yüzlerce selfie çekiyoruz, sonra BeReal zamanı geliyor ve bizi kendimize bakmaya teşvik ediyor. Alelade bir günde o kadar çok kendi suretimizle karşı karşıya kalıyoruz ki nasıl göründüğümüzle bu kadar meşgul olmamız şaşırtıcı değil.

Eskiden böyle değildi. Atalarımızın gerçekliği bizimkinden bütünüyle farklıydı. Aynalar icat edilmeden önce, kendimizi görebilmek için sular düz bir yüzey sunacak kadar sakin olduğunda göllerdeki ve nehirlerdeki yansımalara, yani doğaya başvuruyorduk. Ama o zamanlarda bile kendimizi gerçekten “görmemiştik”, bu nedenle kim olduğumuz konusunda bambaşka bir anlayışa sahiptik. Yazar Ian Mortimer, Uygarlık Bin Yılda Nasıl Değişti? [Millennium: From Religion to Revolution: How Civilisation Has Changed Over a Thousand Years] kitabında, bugün sahip olduğumuz bireysel kimlik anlayışının aynanın icadından önce olmadığını savunuyor. “Cam aynaların geliştirilmesi çok önemli bir değişime işaret ediyor, çünkü aynalar insanların kendilerini ilk kez tüm benzersiz ifadeleri ve ayırt edici özellikleriyle doğruca görmelerini sağladı,” diye yazıyor.

Tarih boyunca kimliklerimiz büyük ölçüde yaşadığımız yer, ailelerimiz ve arkadaşlarımızla ilişkiliydi. Ama aynaların kalitesi arttıkça, mum ışığı da yerini elektrikli aydınlatmaya bırakınca görsel özfarkındalığımız pekişti ve odağımız kendimize döndü. Bu değişimin kayda değer bir etkisi oldu. Warwick Üniversitesi’nde felsefe profesörü olan Heather Widdows, “Benlik algısındaki değişim, feodalizmden kapitalizme veya kolektivizmden bireyciliğe geçiş kadar esaslı bir değişimdir, oysa pek fark edilmemiştir,” diyor.

Peki, sürekli kendimizin farkında olmamızın etkisi ne oldu? Terapist Sally Baker, kendi yüzümüzü sıkça görmenin beynimiz ve ruhumuz üzerinde dikkate değer bir etkisi olduğunu söylüyor. “Beynimizdeki nöral bağlantılara bakılırsa, kendi suretimizi görmek beynin yüz tanıma işlemini gerçekleştiren ‘fusiform yüz alanı’ adlı bölgesini harekete geçiriyor. Bu da özfarkındalığı artırabilir,” diye açıklıyor. Bu elbette kişisel gelişim için harika olabilir, fakat Baker sürekli kendimizi görmenin özeleştiriyi ve dış görünüş takıntısını artırabileceğini de ekliyor.

Sally Baker, “Her açıya ve ayrıntıya dikkat kesilir, perspektifimizi kaybederiz. Sağlıklı sınırlar olmadan, bu durum öz-imge takıntısını besleyebilir,” diye devam ediyor. “Ara sıra kendine bakmak olağandır, ama aşırıya kaçtığında benlik algısını bozar. Beyin, kendimizi görme ve yargılama biçimini tahrif ederek bunu alışkanlığa dönüştürebilir. Zihnin kendini dikkatle inceleme eğiliminin farkına varmak, kendimize acımasız eleştiriler yöneltmekten kendimize daha olumlu yaklaşmaya geçmemize yardımcı olabilir.”

Kendimizi böyle dikkatle incelemenin etkisi, “Zoom dismorfisi” diye bilinen ve herkesin bütün gün Zoom’dayken kendi yüzüne maruz kaldığı karantina esnasında ortaya çıkan olguda görülebilir. Harvard Üniversitesi’nden araştırmacılar, “kadınlarda beden algısı bozukluğunun pandemi sırasında arttığını, video konferans kullanımının artmasıyla daha da kötüleştiğini” ortaya çıkarmışlardı: “Pandemi esnasında video konferanslara ve sosyal medyaya ayrılan vaktin uzaması ve bu platformlarda filtre kullanımının artması, özellikle genç yaştaki kadınlarda benlik algısının ve ruh sağlığının kötüleşmesine yol açtı.” Piksel Beden [Pixel Flesh] kitabının yazarı Ellen Atlanta’ya göre, bu sonuç özellikle kendilerine ilk kez dikkatlice bakmak zorunda kalan Boomer kuşağı kadınlarının kozmetik prosedürlerinde artışa neden oldu, genç insanlarsa zaten yüzlerini sürekli incelemeye alışkındı.

Dış görünüşe günümüzde bu kadar değer verilirken, kendi yüzümüzü incelemekten ve eleştirmekten vazgeçmek zor olabilir. Sosyal medya, görsel niteliklerimizi her şeyin üstünde tutmayı öğretti (nihayetinde algoritma selfie’leri tercih ediyor). Güzellik her zaman güç ve ayrıcalık sağlamış olsa da, günümüzde güzelliğe hiç olmadığı kadar önem atfediliyor. Profesör Heather Widdows, “Görsel ve sanal kültürde görüntü her zaman sözden önce gelir. Benlik duygumuzun içeriden dışarıya doğru kayması, insanların kendilerini ve dünyayı görme biçiminde esaslı bir değişimdir,” diyor. “Bedenlere ve görüntülere odaklanmak benlik duygumuzu değiştirdi. Nasıl göründüğümüz, “kim olduğumuzu” açıklar hale geldi. Bu, kimliğin ya da benliğin karakter ya da toplumsal rolle ilgili olduğu önceki nesillerden tamamen farklı bir durum.”

Elbette, teknolojideki gelişmelerin yalnızca kendimizi bu kadar sık görmemize değil, aynı zamanda filtreler, photoshop ve Facetune aracılığıyla nasıl göründüğümüzü değiştirebilmemize, dolayısıyla neye benzeyebileceğimize dair tüm ihtimalleri görebilmemize yardımcı olmuyor. Görünüşümüzü dijital olarak ne kadar çok değiştirirsek de aynaya baktığımızda o kadar çok uyumsuzluk yaratıyor. Ellen Atlanta, “İnternette sunduğunuz görüntünün ve oluşturduğunuz imajın aynada gördüğünüz suretinizle uyuşmaması psikolojik açıdan insanlara iyi gelmiyor,” diyor.

İstatistikler de bunu destekliyor: İngiliz parlamentosunun Kadın ve Eşitlik Komitesi’nin hazırladığı bir rapor, yetişkinlerin yüzde 48’inin ve çocukların yüzde 66’sının çoğu zaman beden imgeleri hakkında olumsuz düşündüklerini ortaya çıkardı. Sadece kendi yansımalarımızı değil, sayısız güzel yüzü de sürekli görmemiz hiç fayda etmiyor. Bu da başka sorunların ve kozmetik prosedürlerin artmasına neden oluyor. Ellen Atlanta, “Görmemiz gerekenden daha fazla yüz görüyoruz,” diyor. “Porselen gibi” bir cilde ve “kusursuz” vücutlara doymuş dijital bir dünyada, sürekli olarak nihayetinde ulaşılamaz bir güzellik için çırpınıp duruyoruz.

Kendimizi bu kadar sık görmenin tüm etkilerinin neler olacağını ve kültürümüzde aynanın ortaya çıkışıyla başlayan bu sarsıcı değişimin nihai sonucunun ne olacağını hâlâ bilmiyoruz. Kameralar ve aynalar nötr nesneler olsalar da, yeni teknolojilerin kullanıma sunulma hızının bu teknolojilere zihinsel açıdan uyum sağlama hızımızdan daha yüksek olduğu açık. Giderek büyüyen özgüven krizine yönelik çözümlerden biri, dış görünüşe verdiğimiz önemi azaltmak ve odağımızı yeniden topluluklar oluşturmaya vermek, imkansız güzellik standartlarına uyma yönündeki muazzam baskıya direnmek olabilir. Bu güzel (ve sürekli üzerinde çalışmamız gereken) bir fikir, ama belli ki başa çıkılamayacak miktarda kolektif güç de gerektirecek.

Bu arada, kısa vadeli çözüm internetten uzak durmak olabilir. Aynalardan kaçamayabiliriz ama sosyal medyaya maruz kalmaktan kaçınabiliriz. Ne de olsa, Ellen Atlanta’nın dediği gibi “güzellik standartlarına bağlı olarak kendini dikkatle inceleme olgusu yeni değil, sosyal medyanın da öncesine dayanıyor ama sosyal medya meseleyi daha da kızıştırıyor.”


*Bu yazı, Cüneyt Bender tarafından Lola Christina Alao’nun Dazed’de yayımlanan makalesinden kısaltılarak çevrilmiştir.

Size ihtiyacımız var. Buraya kadar geldiyseniz, hatırlatmak boynumuzun borcu. Türkiye gibi geleceği ziyadesiyle belirsiz bir ülkede, elimizden geldiğince nitelikli yayıncılık yapmanın imkanlarını araştırıyoruz. Güvenilirliğini küresel ölçekte yitirmiş medya alanında hâlâ iyi işler çıkarılabileceğini göstermek istiyoruz.

Bağımsız yayıncılığı desteklemeniz bizim için çok değerli. vesaire’nin dağıtımının sürekliliğinin sağlanmasında ve daha geniş kesimlere ulaşmasında okurlarımızın üstlendiği sorumluluk özel bir anlam taşıyor. vesaire’yi tek seferliğine veya düzenli desteklemek için patreon sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.

Muhabbetimiz daim olsun...

Benzer Yazılar
daha fazla

Sevebilmenin iflası

Kendi düşmanın gibi, ezersin kendi canevini.” –Shakespeare Malum sözü biraz terse büküp, bir soru sorarak başlayalım: Peki, hassas…
Total
0
Share

vesaire sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et