Woody Allen: “Benim sorunum orta sınıfa mensup olmak”

Woody Allen (Fotoğraf: Thibault Camus/AP)
Woody Allen (Fotoğraf: Thibault Camus/AP)

Woody Allen üretken bir yönetmen. 1960’ların ortasından bu yana neredeyse her yıl bir film piyasaya sürüyor. Son filmi Mantıksız Adam (Irrational Man) Filmekimi’nde gösteriliyor ve 9 Ekim’de Türkiye genelinde gösterime girecek. 79 yaşındaki yönetmen alışkanlıklarını ve pişmanlıklarını sinema eleştirmeni Sam Fragoso’ya anlattı, bize de çevirmek düştü. 

Pek çok insandan daha üretkensiniz.
Ama üretken olmak o kadar da önemli bir şey değil. Mesele nicelikte değil, nitelikte. James Joyce gibi birisi sadece birkaç iş yapar, ama benim şimdiye dek yaptığım veya yapmayı hayal edebileceğim her şeyden daha fazla yankı uyandırır. 

Peki, nicelik nedeniyle niteliğinizin düştüğünü söyleyebilir misiniz?
Her zaman öyleydi. Bir film yapmaya başladığınızda çok büyük beklentileriniz vardır ve bazen onlara çok yaklaşırsınız. Match Point’i (2005) yaptığımda çok yaklaştığımı hissettim. Ama istediğiniz şeyi asla yakalayamazsınız. Yola her zaman bir Citizen Kane (Orson Welles, 1941) veya The Bicycle Thief (Vittoria De Sica, 1948) yaratma amacıyla çıkarsınız, ama bu gerçekleşmez. Harika bir iş yapmaya kafadan dalamazsınız, sadece film yapıp şansınızın yaver gitmesini beklersiniz. 

Bu sayıyı azaltmayı, belki birkaç yılda bir film yapmayı hiç düşündünüz mü?
İşe yaramaz. “Daha fazla zamanım ya da param olsaydı bunu daha iyi yapabilirdim” diye hissettiğimden değil. Bu daha çok kendi yeteneğinizin ve karakterinizin kusurlarını kabullenmekle ilgili. 

Sizin en büyük eksiklikleriniz nedir?
Tembelim ve hiç mükemmeliyetçi değilim. Steven Spielberg ve Martin Scorsese her bir ayrıntıyla gece yarılarına kadar uğraşarak emeklerinin karşılığını alırlar, bense saat altı dedin mi eve gitmek, akşam yemeği yemek, maç seyretmek isterim. Film yapmak varoluşumun en önemli amacı değil. Bir diğer eksikliğim yeterli idrake, derinliğe ve doğal yeteneğe sahip olmamak. Benim içimde muhteşemlik yok. Akira Kurosawa filmlerinin sahnelerini gördüğünüzde onun sette tam bir deli olduğunu bilirsiniz. Yüz tane at olmalıdır ve her şey mükemmel olmak zorundadır. Delinin tekiydi. Ben öyle değilim. 

Siz kendinizi deli addetmez misiniz?
Hayır, hayır. Benim sorunum orta sınıfa mensup olmak. Deli olsaydım, daha iyi olabilirdim. Bu muhtemelen üretimimi de açıklıyor. Çok makul bir hayatım var: Sabah kalkıyorum, çalışıyorum, çocukları okula gönderiyorum, koşu bandında egzersiz yapıyorum, klarnet çalıyorum, karımla yürüyüşe çıkıyorum. Genellikle aynı yolu yürüyoruz. Deli olsaydım, yardımı olabilirdi. Setteki taleplerimi çığlıklar atarak iletsem belki daha iyi olurdu, ama yapmıyorum. “Yeterince iyi!” diyorum. Bir orta sınıf özelliği, bu da üretkenliğe neden oluyor. 

Hiç sıkılmıyorsunuz.
Bak, bu hayatta hepimiz bir şekilde geçimimizi sağlamak ve bir şeyler yapmak zorundayız. Film yapmak, genel standarda kıyasla fena bir iş değil. Çok yetenekli insanlarla çalışıyorsunuz. Güzel kadınlarla ve iyi adamlarla çalışıyorum. 

Pek çok oyuncu sizinle çalışmak istiyor.
İki etmen var:
1) Onlara oynamak için iyi roller veriyorum, onlar sanatçı ve sürekli gişe rekorları kıran filmlerde oynamak istemiyorlar. Bir filmde “oyunculuk” yapmak istiyorlar.
2) Ama sadece gişe hâsılatı kıracak filmler onlara teklif götürmediğinde çalışmak istiyorlar. Benimle birlikte Jurassic Park da onlara bir teklif götürse, paradan dolayı Jurassic Park‘ı seçiyorlar. 

Tanımlama biçiminizden anladığım kadarıyla film yapmak sizin için önce iş, sonra tutku. Peki, mutluluğu nerede buluyorsunuz?
Sıkıcı bir angarya değil, geçimini sağlamak için iyi bir yol. Müzik yapmayı seviyorum, ailemle olmayı seviyorum ama kendimden geçtiğim anlar yok. Samuel Taylor Coleridge gibi değilim. Çalışmaktan hoşlanıyorum. Eğer sabah yediyse ve sette Scarlett Johansson veya Emma Stone ile birlikteyseniz, kostüm ve müziklerde bir yıl uğraşıyorsanız… Güzel sanatlar ve el sanatları gibi, bir nevi kolaj yapıyorsunuz. Ama ben eroin kullanan biri değilim. 

Eğlence veya yaratıcılık için hiç uyuşturucu deneyiminiz oldu mu?
Hayatımda hiç uyuşturucu kullanmadım. Esrardan bir fırt bile çekmedim. Hap atmadım. Excedrin gibi kuvvetli ağrı kesicileri bile zor alıyorum. 

Bir kere bile mi?
Hayır, hiç merak da etmedim. İnsanlar hep “Merak etmiyor musun?” diye soruyor, ama ben meraklı bir insan değilim. Gezmeye meraklı değilim, karım sevdiği için geziyorum. Başka yerler görmeye meraklı değilim, yeni şeyler denemeye meraklı değilim. Hep aynı restoranlara gidiyorum ve karım da hep “Haydi yeni bir şey deneyelim!” diyor. Bundan hoşlanmıyorum. New York’ta Elaine’s açıkken 10-12 yıl boyunca haftanın her akşam yemeğini orada yedim. 

Hala hiç ot denememiş olmanıza şaşırıyorum.
60’larda Mr. Kelly’s’de (Chicago’da gece kulübü), Hungry I’da (San Francisco’da gece kulübü) ve üniversite konserlerinde çalardım ve sonrasında herkes kafayı çekerdi. Bütün folkcular, rockcılar. Uyuşturucu konusu hiç ilgimi çekmiyor. İlgimi çekmeyen pek çok konu var. Teknolojiyle ilgilenmiyorum. Bilgisayarım yok. Seyahate çıkmakla, popüler müzikle ilgilenmiyorum. Kendimi bunlarla ilgili motive edemiyorum. 

Yine de Amazon’la birlikte bir internet dizisi yapıyorsunuz.
Evet, hayatımda hiç görmedim. Bence bundan çok utanacaklar. Benimle başladıklarına pişman olacaklar. Elimden geleni yapıyorum. Altı bölümlük bir dizi üzerinde çalışıyorum. 

İyi gitmiyor mu?
Ciddi şüphelerim var. Kolay bir iş olacağını düşünüyordum. Çantada keklik sayılmaz. Onları hayal kırıklığına uğratmak istemiyorum. 

Bunca yıl boyunca ölümle (korkusu, yenmenin yolları vs.) ilgili filmler çektikten sonra 79 yaşında daha iyi hissediyor musunuz?
O endişeyi yenemiyorsunuz. Yaşlandıkça yumuşayıp bir Budist gibi teslimiyete kavuşmuyorsunuz. 

Daha mı kötü?
Daha kötü değil, aynı. 60 veya 80 yaşındayken de 20 yaşında gece uyanıp varoluşunuz üzerine kafa yorarken hissettiklerinizi hissediyorsunuz. Yaşamak için savaşmaya proglamlanmışsınız. Buna mantıklı bir neden bulamıyorsunuz, ama hayatta kalmaya proglamlanmışsınız. Öyle olmamayı tercih ederdiniz. Hayat hikâyesinin farklı bir senaryo olmasını isterdiniz, ama öyle değil. 

Kaç yıldır bir psikiyatra görünüyorsunuz?
Aralıksız değil. 20 yaşında gittim ve sonra bir süre bıraktım, biraz daha büyüyünce tekrar bir doktora göründüm. Dönem dönem gidip gelmelerim oldu. Artık haftada bir pilleri şarj etmek için uğruyorum. 

Yardımcı oldu mu?
Tuhaftır, yardımcı oldu, ama istediğim kadar değil. Yıllar önce, hatırlıyorum, klarnetimi tamirciye götürdüm ve adam iki hafta uğraştı, üzerine yeni koruyucu şeyler filan koydu. Gittiğimde dedim ki, “Teşekkür ederim, ama artık daha iyi ses çıkarabilecek miyim?” O da “Evet, daha iyi ses çıkarabileceksiniz, ama istediğiniz kadar değil” dedi. Gerçek şu ki istediğinizi elde edemezsiniz. 

İnsanların iyileşemeyeceğini mi söylüyorsunuz?
İnsanın belli bir noktaya kadar iyileştiğini düşünüyorum. Her vaka farklı. Kendi kendine daha iyi olmaya ne kadar yaklaştığına bağlı. Yakın olan biri, doktorun usulca iteklemesiyle başarıyor. 

Siz bunu nerede/ne zaman yaşadınız?
Komedyenliğe başladığımda, benden nefret edeceklerine dair bitmeyen bir fantezim vardı. Sahneye çıkacağım ve beni sevmeyecekler. Sorun aslında -psikolojik açıdan, o zamanlar bilmiyordum ama- benim onları sevmeyeceğimden endişelenmemdi. Bu da “Onlar beni sevmeyecek”e dönüştürdüğüm bir anksiyeteye neden oluyordu. Bunu bulmak sahneye çıkma kaygısını ciddi anlamda giderdi. Ayrıca 19 yaşındayken evliydim. 

O da neydi?
Bir sıkıntım yoktu! Beni annemlerin evinden çıkardı, New York şehrine ve gerçekliğe attı. Karım iyi, akıllı biriydi, ama bazen geceleri midem bulanırdı ve bunun yemekten olduğunu düşünürdüm. “Keşke Çin lokantasında yemeseydim veya o İtalyan yemeğini.” Sorun anksiyeteydi ve birinin bana sonunda mide sorunlarımın kaynağının yemek olmadığını göstermesi çok yardımcı olmuştu. 

İnsanları sevmiyordunuz.
İnsanları hiç sevmedim. 

İnsanlarla ilgili sorununuz nedir?
Bence bazıları harika, ama pek çoğu hiç de öyle değil. Dünyaya kuyruklu yıldızın çarpmasını destekleyen birkaç kişiden biriydim. İstatistiksel olarak, gitmeyi hak eden insanlar gider. 

İyi bir insan olduğunuzu düşünüyor musunuz?
Kendimi… yaşlandıkça daha makul buluyorum. Gençken, 20’li yaşlarımda daha duyarsızdım. Ama yaşlandıkça ve hayatın herkes için ne kadar zor olduğunu gördükçe, diğer insanlara karşı daha fazla şefkat duymaya başladım. Daha iyi, daha düzgün, daha onurlu davranmaya çalıştım. Her zaman yapamadım. 20’li yaşlarımda, hatta 30’lu yaşlarımın başlarında diğer insanları pek de önemsemezdim. Bencil ve hırslıydım, çıktığım kadınlara karşı duyarsızdım. Acımasız ya da iğrenç değil, ama yeterince duyarlı da değildim. 

Kadınları geçici olarak mı görürdünüz?
Evet, geçici, ama yaşlandıkça ve onların da benim gibi acı çeken insanlar olduklarını gördükçe değiştim. Yıllar içinde empatiyi öğrendim. 

Büyük pişmanlıklarınız var mı?
Of! En büyük pişmanlığım -çok önemli ve büyük olan bir sürü var- üniversiteyi bitirmemiş olmam. Atılmaya göz yumdum. O sırada daha az ilgilendiğim bir şey yoktu. Daha ciddi bir hayatım olmadığı için pişmanım, başladığım zamanki filmlerim fazla eğlenceli olduğu için… Ben Bergman olmak istiyordum. 

Ama dünyaya kahkaha aracılığıyla neşe kattınız.
Evet, beni idare ettiren oydu. Beni kurtardı. Ama başladığımda kolay yol buydu, ben de yaptım. Eğer baştan başlamam gerekse, daha adanmış bir sanatçı olurdum. Baştan itibaren daha ciddi olurdum. İnsanlar buna bakıp “Sen aklını kaçırmışsın. Tek beğendiğimiz filmlerin onlardı. Ne zaman ciddi veya manalı olmaya çalıştıysan oradan kaçtık,” diyebilir. 

Bu Stardust Memories (1980) filminizden bir replik.
Haklısın, sahip olduğum derinlik miktarı ve eğlendirme yeteneği orada sanırım, onunla iyi bir şeyler yaptım gibi… 

Hayatınız bitmiş gibi konuşuyorsunuz.
Eh, birkaç ay içinde 80 yaşında olacağım. Neye güvenebileceğimi kim bilir? Annem ve babam uzun yaşadı, ama bu herhangi bir şeyin garantisi değil. Kendini gerçek anlamda yeniden keşfetmek için çok geç. Yapabileceğim tek şey iyi işler yapmaya çalışmak ki insanlar “Son yıllarında en iyi işlerini yaptı” diyebilsin. Harika. 

80’e yaklaştığınıza göre merak ediyorum: Hala Annie Hall (1977)’un iddia ettiği gibi “aşkın geçici” olduğuna mı inanıyorsunuz?
Neredeyse her zaman geçici. Arada sırada şansınız yaver giderse çok uzun süren bir ilişki yaşayabiliyorsunuz. Bir ömür bile sürebiliyor. Ama geçici. İlişkiler insanların uğraştığı en zor şey. Yalnızlıkla, insanlarla tanışmakla, ilişkiyi sürdürmekle uğraşıyorlar. İnsanlardan hep “Eğer iyi bir ilişki istiyorsan emek harcamalısın” gibi laflar duyarsınız. Ama hayatınızda başka gerçekten sevip keyif aldığınız ve uğraşmanız gereken bir şey yok. Müziği seviyorum, ama ona emek vermem gerekmiyor. Bir erkek haftasonları botuyla açılmayı sevebilir, ama “buna emek vermem lazım” diye düşünmez. Ona gidebilmek için emek verdiği işinden ayrılmayı iple çeker. İlişkinizle ilgili hissetmeniz gereken şey bu. Emek vermeniz gerektiğini hissediyorsanız -öbür tarafa bakma, meseleleri halının altına süpürme, telafi vermeye dayalı daimi bir iş- işlemiyor demektir. 

Eşiniz Soon-Yi Previn ile ilgili böyle hissediyor musunuz?
Son ilişkimde turnayı gözünden vurdum. 20 yıldır evliyim ve iyi geçti. Evlendiğim kızdan 35 yaş büyüğüm ve bir şekilde onun ya da benim bunda bir kabahatim yok, bu düzen çalıştı. Ben babacandım. O da karşılık verdi. Onun gençliği ve enerjisinden hoşlandım. Bana saygı gösterdi, ben de ona ciddi miktarda karar verme ve pek çok şeyin sorumluluğunu yüklenme izni verdim. Serpildi. Şansla ilgili bir şeydi. 

Şans filmlerinizde de çok oynadığınız bir şey.
Evet, ona çok inanırım. 

Peki, Soon-Yi’yi bulduğunuzda, ne zaman bu ilişkinin işlediğinden emin oldunuz? Uzaktan -insanların bakış açısından- anlaması biraz zor.
Çok saçma olduğunu düşündüm. 

O zaman 80’lerdeki düşünce sürecinizi gözden geçirelim.
Onunla ilişkiye başladım ve ufak bir kaçamak olacağını, ciddi olmayacağını düşünüyordum. İlişki, içinde bir canlılık taşıyordu ama daha fazla bir şey olacağını hiç düşünmedim. Sonra birlikte olmaya, birlikte yaşamaya başladık ve hoşumuza gitti. Yaş farkı da fark etmiyor gibiydi. Hatta bize yarıyor gibi görünüyordu.

O benim deneyimle bildiğim pek çok şeyle tanışmaktan hoşlanıyordu, ben de ona bunları göstermeyi seviyordum. O gösterdiklerimi aldı ve bazılarında beni geride bıraktı. Bu yüzden şansa inanırım. Bu tarz şeyleri orkestrayı yönetir gibi yönetemeyeceğini hissediyorum. İki insan geliyor ve trilyonlarca seçkin ihtiyaçları, nevrozları, nüansları var ve uyuşmak zorundalar. Birinin uyuşmayı reddetmesi de ciddi sorunlara yol açıyor. Ufak bir vitaminin vücudunuzda olmaması gibi. Küçücük bir şey, ama sizde yoksa ölüyorsunuz. 

Kilisenin ve devletin ayrılması, sanatçılar ve kişisel hayatları – sizce (evlatlık kızınız Dylan Farrow’a cinsel tacizde bulunduğunuza dair) suçlamalar insanların filmlerinize yaklaşımlarını etkiledi mi?
Sanırım hayır. Her zaman ufak bir kitlem oldu. İnsanlar kitleler halinde gelmedi, hala da gelmiyorlar ve yıllardır aynı seyirci kitlesini korudum. Eğer eleştiriler kötüyse, gelmiyorlar. Eleştiriler iyiyse muhtemelen gelirler. 

Salona o fazla yükü taşıdıklarına gerçekten inanmıyor musunuz?
Bir saniyeliğine bile düşünmüyorum. Benim film yapma biçimim için de bir anlamı yok. Filmlerimde kişisel hayatıma dair herhangi bir şeyin yankılandığına dair hiçbir kanıt görmüyorum. Eğer insanların izlemek isteyeceği bir filmle ortaya çıkarsam izlemek için akın ediyorlar, bu da filmin Midnight (1979), Annie Hall veya Midnight In Paris (2011) kadar izleneceği anlamına geliyor. Bu benim üst sınırım. Eğer görmek istemeyecekleri bir filmle ortaya çıkarsam gelmiyorlar. 

Her şeyin sonunda neyle hatırlanmak istiyorsunuz?
Artık 80 yaşıma geldiğim için insanlar bana bunu hep soruyor, ama pek umrumda değil. Benim için, çocuklarıma ödenecek telif hakları dışında bütün filmlerimi alıp çöpe atsalar da önemli değil. Shakespeare’in mezarı önünde durup ona seninle birlikte methiyeler düzebiliriz, ama hiçbir anlamı yok. Artık yok olmuşsun.

Kaynak: npr.org

Muhabbetimiz daim olsun...

Benzer Yazılar
Total
0
Share

vesaire sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et