Bir şeyler eksik, hep bir şeyler eksik

Glasgow, 1980. Fotoğraf: Raymond Depardon, Magnum Photos.

“Gerçek aşk, birlikte takılacak bir arkadaş veya sadece sohbet etmek… Aradığın şey ne olursa olsun, onu senin için bulacak bir flört uygulamasına ihtiyacın olacak. Ayrıca flört dünyasında her şey siyah ve beyaz kadar net değildir. İşte bu yüzden, Tinder’daki dostların sana hayatını kolaylaştıracak özellikler sunuyor. Online flörtleşmek hiç bu kadar kolay olmamıştı.”

Dünyanın en popüler flört uygulaması Tinder, “Neden Tinder’ı seçmelisin?” sorusunu resmi web sitesinde bu cümlelerle yanıtlamaya başlıyor. Ardından bugüne kadar 55 milyardan fazla eşleşme sağladığını hatırlatıp, aradığınız şey ne olursa olsun “sonsuz olasılıklar” sunmaya odaklandığını vurguluyor.

Sonsuz olasılıklar

Her zamankinden daha fazla seçeneğe sahip olmak, matematiksel olarak daha iyi sonuçlar vadediyor olabilir. İnsanlar bu kadar rasyonel, yanıtlar da bu kadar kolay olsa hayatımız bambaşka olurdu. Ama hepimiz biliyoruz ki, öyle değil. İnsanlar önlerinde sonsuz sayıda olasılık varken tercihlerini toplu olarak değerlendirip, bu tercihlerin sonuçlarını ayrı ayrı tecrübe ediyorlar.

Erişebileceğimiz partner havuzunun fazlasıyla geniş olduğu Tinder gibi algoritmalarda, başkalarının profillerini gözden geçirirken birçok insanı birbiriyle karşılaştırıyoruz. Romantik ilişki ihtimalini ise ancak karşımızdaki bireyi görmeye başladığımızda değerlendiriyoruz. Yani çoklu (eşleşme) ve tekli (ilişki) değerlendirmeler sırasında ölçütlerimiz bütünüyle değişiyor.

Seçim felci

Flört uygulamaları, temelde birine bağlanmanın veya aşık olmanın yarattığı psikolojik risklerden kaçınma imkanını sunuyor. Risk almadan, yanılmadan, acı çekmeden ilişkilenme ihtimalini savunuyor. Eşleşmeler için ne bir şey vaat ediyoruz ne de karşımızdakinden bir vaat bekliyoruz, istediklerimizi veya istemediklerimizi profilimize yazmakla yetiniyoruz. Başka potansiyel partnerlere de genelde tüm kapıları açık tutuyoruz.

“Seçim felci” kavramı, çok fazla seçenekle karşı karşıya kalındığında karar verme mekanizmalarının felce uğraması olarak tanımlanıyor. Havuz genişledikçe karar mekanizması tembelleşiyor, kararlar da çoğunlukla asıl motivasyondan uzaklaşıyor. Dahası, kolayca ulaşabileceğimiz binlerce başka potansiyel partner olduğunu bilmek herhangi birine bağlanma arzumuzu azaltabiliyor.

İlişkilerin mekanikleşmesi

Kimileri flört uygulamalarının aşkı bayağılaştırdığını düşünüyor, kimileri de teknolojinin hayatımızı ele geçirdiği çağda flört biçimlerindeki dönüşümü dijital dünyanın kaçınılmaz sonuçlarından biri olarak görüyor. Kocaeli Üniversitesi’nden Dr. Aysel Tapan, ‘‘Postmodern Romantik İlişkiler ve Reklam: Tinder Örneği” (2019) başlıklı makalesinde teknolojik gelişmelerin etkisiyle flört etme biçimlerinde yaşanan değişimi ve bu değişimin tüketimle ilişkisini araştırıyor.

Aysel Tapan, mobil uygulamalar aracılığıyla flört etmenin içinde bulunduğumuz dijital çağda anlam kriziyle baş etmenin yollarından biri olabileceğini söylüyor. Tapan’a göre, Freud’un tanımladığı “cinsel tabular” günümüzde yerini cinsel ilişkinin mekanikleşmesine bırakıyor. Boşlukta ve yalnız olduğunu hisseden kullanıcılar, diğerleriyle ilişki halinde olma yanılsamasıyla yalnızlık duygularını gidermeye çalışıyorlar.

Flörtün icadı

Modernitenin ardından aşkın nezaket ve saygı ritüellerinden sıyrıldığını, mitik anlamını yitirdiğini biliyoruz. Eski aşk hikayelerine boşuna nostaljik bir özlem duymuyoruz. Flört 20. yüzyılda gündelik hayata taşınmıştı, artık tek tıkla veya çevrimiçi mesajlaşmayla flört etmenin belirsiz ve uçucu hazzını yaşıyoruz. Aşka karışmadan seksi elde ettiğimiz “tek gecelik” ilişkileri çoktandır kamusal alanlarda tartışıyoruz.

Moira Weigel, Aşkın Emeği (Labor of Love) adlı kitabında, 20. yüzyılın başında insanların ailelerine bağlı oldukları çiftliklerden ve küçük kasabalardan toplumsal denetimin daha az olduğu şehirlere taşınmasıyla ortaya çıkan flörtün kapitalizmin ortaya çıkışının hemen ardından icat edildiğini hatırlatıyor. Bu ilişkilenme biçiminin görücü usulü evliliklere göre bir gelişme olarak görülebileceğini, ancak kaçınılmaz olarak iş piyasalarının da bir yansıması olduğunu, eşitsizliği yeniden ürettiğini söylüyor.

Önceki yüzyılda, Avrupa’da saygın genç adamlar, saygın genç kadınları evlerinde ziyaret ederek tanırlardı. Ziyaretin kapsamı da katı kurallara tabiydi. Genç kadının piyano çalması, misafire ikram edilenler, sergilenen evin salonu, ebeveynlerin katı denetimi üst sınıfın kur yapma pratiklerinin değişmez unsurlarıydı. Flört de evde ziyaretin bir alternatifi olarak doğdu, yani misafir ağırlayacak bir salonu olmayanların, işçi sınıfının icadıydı. Sosyal medyanın sınırlarına hapsolmadan önce nüktedan ve örtüsüz bir ilişkilenme biçimiydi, hayranlığın veya merakın gösterişsiz ifadesiydi. Oysa bugün dijital teknolojiler sayesinde gerçek hayatımız yavanlaştı, çevrimiçi flört de arzudan azade edilmiş neredeyse muhafazakar bir ilişkilenme biçimine dönüştü.

Günümüzde ilişki halindeki partnerler bir aileyi geçindirecek kadar çalışmak zorunda kalıyor, bu da aşıkların kendi sınıflarından birini seçip ona bağlı kalmalarına neden oluyor. Daha eşit ilişkilerde bile ücretli çalışanlar olarak üstlendiğimiz roller romantizmi tutsaklıkla damgalıyor. Dahası, 2017’de yayımlanan bir araştırmaya göre flört ilişkisi yaşayan gençlerin yarısından fazlası ilişkisinde duygusal veya fiziksel şiddete maruz kaldığını ifade ediyor.

Boşluk duygusu

Psikoloji literatürünün hemfikir olarak gösterdiği üzere, bireyin esas probleminin “boşluk” duygusu olduğunu uzunca süredir biliyoruz. Benliğimizi kurmaya başladığımız andan itibaren bu eksiklik duygusuyla başa çıkmaya çalışıyoruz, hep bir şeyler eksik kalıyor, adını da koyamıyoruz. Marifetin bu eksikliği kabullenmek, boşluk duygusuyla yaşamayı öğrenmek olduğunu unutuyoruz.

Flört uygulamalarının uçsuz bucaksız seçenek havuzlarında seçim yaptığımızı veya seçildiğimizi düşünmek de gündelik hayatımızda muzdarip olduğumuz kaygıları, kayıtsızlığı ve boşluk duygusunu yeniden üretmemizi sağlıyor. Elbette flört uygulamaları aracılığıyla anlamlı romantik ilişkiler kurabilenler de çıkıyor, ancak bu hikayelerin sayıca azlığı ve “aşk dolandırıcılığı” vakalarının giderek artması bize bir şeyler söylüyor.

Sosyal medyanın bağımlılık yaratan doğasını uzunca süredir konuşuyoruz. Dijital teknolojiler, kullanıcı deneyimini oyunlaştırarak dikkat sürelerimiz üzerinde söz sahibi oluyor. Tinder veya Bumble gibi flört uygulamaları da bu eğilimden azade değil. Aynı mekanizmalar kumar ve video oyunlarında da kullanılıyor. Dahası, Tinder’ın kurucularından ve ekran kaydırma hareketinin mucitlerinden Jonathan Badeen, algoritmasının henüz lisans öğrencisiyken öğrendiği pekiştirme psikolojisinden esinlendiğini itiraf ediyor.

Çöpçatanlık yerine özgürlük

Aşkı artık pek ciddiye almayan, modası geçmiş bir duygu olarak tanımlayan, onu hemen bir ailevi düzene veya “özgür aşk” sanılan bir savurganlığa dönüştürmeye elverişli bir çağda yaşıyoruz. Alain Badiou’nün Sarkozy ne demek? (De quoi Sarkozy est-il le nom?) kitabında söylediklerini hatırlamanın tam sırası: “Aşkın yeniden icat edilmesi, aynı zamanda savunulması da gerekiyor, çünkü dört bir yandan tehdit ediliyor.” Flört uygulamaları, güvenlik kaygımıza da sesleniyor. Müstakbel partnerinizle sizi buluşturmadan önce partnerinize dair temel(?) bilgileri (yaşı, burcu, beğenileri vs.) paylaşarak tüm riskleri kapsayan bir “aşk sigortası” vadediyor.

Aşkı ister internette ister dışarıda arayalım, toplumsal koşullara ve insan ruhunun zaaflarına bağlı kalmamız muhtemel. Bu, flört uygulamalarının ilişkilenme sorunlarımızla hiçbir ilgisi olmadığı anlamına gelmiyor. Bir eşleşme bulduğumuzda, neredeyse kumar bağımlıları gibi uçucu bir tatmin hissiyle yetiniyoruz. Sonsuz sayıda partner seçeneğinin de özgürleştirici olması pek mümkün görünmüyor.

Milyonlarca insan için kısa süreli yanılsamalar üreten çöpçatanlığı savunmak yerine hakiki özgürlüğü savunabiliriz. Daha fazla zaman, daha az kural ve insanların birlikte olması için daha fazla fırsat sunacak bir toplumu talep edebiliriz. Birlikte olmak için yeni alanlar açtığımızda özgür, eşit ve anlamlı yeni ilişki biçimleri de ortaya çıkacak.

Asırlardır anlatılmaya değer bir yanı bulunmayan mutlu aşkın varlığı bu koşullarda görünürlük kazanacak. İnsan kendisini toplumun ortasında bireyleştirecek, bizi umutsuzluğa hapseden mevcut alternatifsizliğin ortasında yeni bir alternatif yeşerecek. Postmodern inanç sistemlerinin diğer her şey gibi metalaştırdığı hakikat alınıp satılan değil, yeniden uğruna mücadele edilen bir şey olacak. Boşluk hissi de belki bütünüyle unutulacak.


*Bu yazının ilk versiyonu Angst Magazine‘de yayımlanmıştır.

Size ihtiyacımız var. Buraya kadar geldiyseniz, hatırlatmak boynumuzun borcu. Türkiye gibi geleceği ziyadesiyle belirsiz bir ülkede, elimizden geldiğince nitelikli yayıncılık yapmanın imkanlarını araştırıyoruz. Güvenilirliğini küresel ölçekte yitirmiş medya alanında hâlâ iyi işler çıkarılabileceğini göstermek istiyoruz.

Bağımsız yayıncılığı desteklemeniz bizim için çok değerli. vesaire’nin dağıtımının sürekliliğinin sağlanmasında ve daha geniş kesimlere ulaşmasında okurlarımızın üstlendiği sorumluluk özel bir anlam taşıyor. vesaire’yi tek seferliğine veya düzenli desteklemek için patreon sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.

Muhabbetimiz daim olsun...

Benzer Yazılar
BREAKFAST AT TIFFANY'S (Blake Edwards, 1961).
daha fazla

Moda demokratik olabilir mi?

Lee Alexander McQueen’in intihar ettiği haberini okuduğumda günlerce yas tuttum. Modanın ne anlama geldiğini kavramamı, o dünyayı keşfetmemi…
Total
0
Share

vesaire sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et