Vitrinlere bakmanın keyfi ve çelişkisi

New York, 1969. Fotoğraf: Richard Kalvar, Magnum Photos.
New York, 1969. Fotoğraf: Richard Kalvar, Magnum Photos.

Virginia Woolf, vitrinlere bakmak hakkında bir şeyler biliyordu. Romanlarındaki karakterler “dükkan sahiplerinin vitrinlerinde taklit ve gerçek elmaslarla uğraştığını” (Mrs. Dalloway), vitrinlerin “parıltılı zincirlerle, pırıl pırıl parlatılmış deri çantalarla dolu” (Gece ve Gündüz) olduğunu görüp dururlar. Dalgalar romanında, tüketim kültürünün bu parıltılı tapınakları Bernard’ı bunaltır, yürürken kendi listesini yapar: “merak, açgözlülük, tutkuyla kendiliğinden ve ilgisiz, uykudaymışçasına sorumsuz kesildiği, parçalandığı, delindiği, yolunduğu bir gerçek. (şu çantaya göz dikiyorum, falan filan.)” Kendini bir kalabalığın ortasında yelken açmış halde bulunca, “çıraklar, yazgılarına aldırmayıp vitrinlere bakan sinsi ve kaçak kızlar” arasındaki yerinin ne olduğunu sorgulamaya başlar.

Berlin, 1974. Fotoğraf: Thomas Hoepker, Magnum Photos.
Berlin, 1974. Fotoğraf: Thomas Hoepker, Magnum Photos.

Vitrinlere atılan bakışlar, yazarın denemelerinde de Londra’daki uzun yürüyüşlerinde göze çarpan objeler biçiminde veya Oxford Caddesi’nden geçerken karşılaştığı “değişen manzaraların, seslerin ve hareketlerin hiç kaybolmayan kordonu” olarak sıkça yer alıyor. Women’s Leader için 1920’de kaleme aldığı “The Plumage Bill” başlıklı kısa yazısında Regent Caddesi’ni de capcanlı terimlerle betimliyor: “Camın arkasına dizilmiş çantaların, gümüş çanakların, çizmelerin, silahların, çiçeklerin, elbiselerin, bileziklerin ve kürk mantoların onda birinin bile adını anmadan saatler boyunca sıfatlar sıralayabilirsiniz.”

Paris, tarih bilinmiyor. Fotoğraf: Henri Cartier-Bresson, Magnum Photos.
Paris, tarih bilinmiyor. Fotoğraf: Henri Cartier-Bresson, Magnum Photos.

Woolf’un bu denemesi, şapkalarda kullanılan kuş tüylerinin ithalini kısıtlamayı beceremeyen parlamenter çabalara, özellikle gazeteci H. W. Massingham’ın kadınların asortik kuş tüyü ilgisine yönelik eleştirilerine odaklanıyor. Ancak vitrinlere bakınmanın keyfinin ve çelişkisinin ustaca tasvirini de sunuyor. “Erkekler ve kadınlar durmadan bir oraya bir buraya gidiyor. Çoğu yalnızca oyalanıyor, belki de arzuluyor ama çok azı dükkanlara girebiliyor. Çoğu göz ucuyla bakıp yoluna devam ediyor.” Beyaz eldivenleri ve “göz alıcı” ayakkabılarıyla “bütünüyle farklı bir sınıfın” uyduruk bir figürü olan Falanca Hanım’dan başka kimse içeri girip gördüklerini satın alamıyor. Woolf, umursamaz bir alaycılıkla “vitrinlere bakışı çay saatindeki bir pug’ın suratındaki açgözlü huysuzluğu andırıyor,” diye yazıyor.

Göz ucuyla bakmaktan, arzulamak ile satın almak arasındaki farktan bahseden bu kısa yazıyı, Magnum fotoğrafçılarının yakaladığı cezbedici görüntülerin zenginliğini keşfederken akılda tutmak faydalı olabilir. Şimdi yan gözle bakmanın, gözlerini dikip bakmanın, cama dayanmış burunların dünyasına giriyoruz. Bu görüntüler, hevesle alışveriş yapanların ve öylesine yoldan geçenlerin hayatlarına yakından bir bir bakış sunuyor, mesafeleri hatırlatmanın yanı sıra öylece etrafa bakınmanın keyfini betimliyor. Her bir vitrin camın arkasında sergilenen dünyaya açılan bir portala dönüşüyor.

Wilmington. 1950. Fotoğraf: Elliott Erwitt, Magnum Photos.
Wilmington. 1950. Fotoğraf: Elliott Erwitt, Magnum Photos.

Woolf’un yazdıklarını yeniden anlamlandırmak isteyen biri bu fotoğraflarda vitrin camlarının arkasında sıralanan saatlerin, perukların, mücevherlerin, elbiselerin, örtülerin, kemerlerin, ortopedik bacakların, ananasların, parfümlerin, düğün pastalarının, kağıt çiçeklerin, radyoların ve tişörtlerin onda birinin bile adını anmadan vermeden saatler boyunca sıfatlar dizebilir. Aynısı, elleri arkalarında kenetlenmiş yaşlı adamlar, tüyleri aynı biçimde taranmış köpekleri gezdiren şık giyimli kadınlar, mağaza kapılarının açılmasını bekleyen huzursuz kalabalıklar veya sahip olamayacakları şeyler hakkında hayaller kuran heyecanlı çocuklar gibi bu vitrinlerde oyalanırken yakalananlar için de geçerli.

Virginia Woolf’la aynı yıl doğan şair Mina Loy da vitrinler hakkında yazmayı seviyordu. 1915’te kaleme aldığı “Magasins du Louvre” isimli şiirinde mankenlerin tekinsizliğine odaklanıyordu: “Yalnızca onlar küstahlık edebilirler/İnsan ruhuna gözlerini dikerek/Hiçbir şey göremezler/Dağılmış kâkülleri arasından.” Bu fotoğrafların çoğunda aynı yokluk hissi yaratılmış, içeriye bakan insanların canlı gözlemi ile dışarıya bakan simulakrların donuk bakışı bitiştirilmiş. İkincisinin bakışı yalnızca cansız olduğu için değil aynı zamanda anlaşılamayacak ölçüde çekici olduğu için rahatsız edicidir. Mankenler insana benzerlikleriyle özdeşleşmeyi teşvik ederler: alışveriş yapan insanlardan kendilerini altın rengi bir elbiseyle, hasır bir şapkayla veya parlak bir ayakkabıyla hayal etmesini beklerler, birdenbire yaratılabilecek (daha doğrusu satın alınabilecek) yeni bir benlik tasavvur etmelerini isterler.

Roma, 1959. Fotoğraf: Elliott Erwitt, Magnum Photos.

Vitrinlere göz gezdirmenin en büyük keyfi satın alma zorunluluğu olmadan bakma eylemindedir, gözler istedikleri yere kayabilir. Bu faaliyet satın almadan önce gelir, vitrin de dikkatli bir seçimin veya spontane bir kararın alanına dönüşür. Belki de gördüklerini satın almaya gücü yetmeyenleri hem cezbeden hem de yabancılaştıran bir hayal kırıklığı kaynağıdır.

Vitrinlere göz gezdiren sıradan insanların aksine bu fotoğraflara bakarken dışarıdan içeriye bakmaya mahkum değiliz. Fotoğrafçının gözleri de dalıp gider, dantelin dokusuna odaklanır, vitrini düzenleyen tezgahtarları gözlemler, vitrin camı aynaya dönüşünce beliren yansımaları yakalar. Fotoğraf makinesi hareket ederken bizi de beraberinde götürür. İzleyenleri izler, ürünlere kendimiz için göz atarız. Bazen kendimizi vitrin camının diğer tarafında buluruz, tül perdelerin arasından kalabalık bir caddeyi izleriz, donuk bakışlı mankenlerin göz hizasından bakarız. Durup vitrinlere bakanların duygularını inceleme özgürlüğüne sahip olabileceğimiz bir konuma yerleşiriz: merak ve can sıkıntısı, hayret ve arzu, dizginlenemeyen açgözlülük; neyi sevdiğine, neyden hoşlanmadığına, neyi arzuladığına veya neyi vitrinden koparıp eve götürmeyi planladığına karar vermek üzere dalıp gitmiş gözler. Bizim için zaman kısa süreliğine yavaşlar, dünya dönmeye kaldığı yerden devam etmeden önce bakışlarımız da bir dizi hareketsiz nesneye ve vitrinlere dalmış gözlere odaklanır.


*Bu yazı, Egemen Aray tarafından moda yazarı Rosalind Jana’nın Magnum Photos websitesinde yayımlanan makalesinden kısaltılarak çevrilmiştir.

Size ihtiyacımız var. Buraya kadar geldiyseniz, hatırlatmak boynumuzun borcu. Türkiye gibi geleceği ziyadesiyle belirsiz bir ülkede, elimizden geldiğince nitelikli yayıncılık yapmanın imkanlarını araştırıyoruz. Güvenilirliğini küresel ölçekte yitirmiş medya alanında hâlâ iyi işler çıkarılabileceğini göstermek istiyoruz.

Bağımsız yayıncılığı desteklemeniz bizim için çok değerli. vesaire’nin dağıtımının sürekliliğinin sağlanmasında ve daha geniş kesimlere ulaşmasında okurlarımızın üstlendiği sorumluluk özel bir anlam taşıyor. vesaire’yi tek seferliğine veya düzenli desteklemek için patreon sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.

Muhabbetimiz daim olsun...

Benzer Yazılar
Total
0
Share

vesaire sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et