Göğün ötesi

“Siz ilginç bir türsünüz, değişik bir karışım. Öyle güzel rüyalar ve öyle korkunç kabuslar görebiliyorsunuz ki… Kendinizi o kadar kaybolmuş, o kadar kopuk, o kadar yalnız hissediyorsunuz ki… Ama değilsiniz. Bakın, tüm araştırmalarımız boyunca öğrendiğimiz tek şey, boşluğu katlanılabilir kılanın birbirimiz olduğu.”

Bu sözler, yönetmen Robert Zemeckis’in 1997 yapımı, Carl Sagan’ın aynı isimli romanından uyarlanan Contact filminde geçiyor. Bir uzaylı tarafından, baş karakter Eleanor’a söyleniyor.

Yıldızlarda ne aradığımıza dair sonsuz uzunlukta laf gevelenebilir.

En geriye gidelim. Kaderimizi aradığımız bir dönem vardı. Şekillerden tanrılar, hareketlerden mesajlar çıkardık. Çok uzak zamanlarda, neredeyse ıssız ve karanlık gecelerde, Yunanistan’da, mermer merdivenlerden yansıyan ay ışığında aydınlanmış yüzüyle göğe bakan bir çocuk bu yıldızların basit bir öpücük yüzünden neden fırtına cezası kestiğini düşünür müydü? Hindistan’da bir başkası, kendini bekleyen kaderin gizini hayvan şekillerinde bulacağı umuduyla, sabaha kadar kendi kendine konuşur muydu?

Yanıtları aradığımız bir dönem vardı. Şekillerden hesaplamalar, hareketlerden kanunlar çıkardık. Çok uzak zamanlarda, neredeyse ıssız ve karanlık gecelerde, Mezapotamya’da bir çocuk göğe baktığında sayıları görür müydü? Hareketlerin imlediği sembol ve hesapların sunduğu denklemlerin, bugünün dünyasında görkemli değişiklikler yapacağını tahmin edebilir miydi?

Korktuğumuz bir dönem vardı. Şekillerden tehditler, hareketlerden mesajlar çıkardık. Çok uzak zamanlarda, neredeyse ıssız ve karanlık gecelerde, Avrupa’da bir çocuk göğe baktığında, yıldızların apaçık dönmekte oluşundan etrafını saran küreyi sezer, hakikati yanı başında görmek üzereyken yasakların ve günahların sorumlularını idrak eder miydi?

Parlaklığı aradığımız bir dönem vardı. Şekillerden doğrultular, hareketlerden yörüngeler çıkardık. Uzak zamanlarda, neredeyse ıssız ve karanlık gecelerde, batıya gitmekte olan bir denizde, elleri nasırlı bir çocuk köle, sahiplerinin sık sık bahsettiği parlak geleceğin nerede olduğunu ve kimler için geldiğini bilir miydi?

Geleceğimizi aradığımız bir dönem oldu. O kadar da uzak olmayan bir zamanda, neredeyse ıssız ve karanlık gecelerde, Rusya’da bir çocuk, o an yıldızlarda olan dostunun, insanlığa bir ülkü, bir başka dünya umudu taşıdığını söylerken, o dünyanın nasıl kurulacağını ve nasıl sürdürüleceğini düşünür müydü?

Tüm bu zamanlarda, hareketten ve maddeden şekil alarak kendi koşulları ve öğrendikleriyle çeşitli anlarda beliren bu bilinçler içinde, merakın ve arayışın yoğunlaştığı, kristalize olduğu kırılma günlerinde, bir yasa keşfedildi. Zaman, uzaya doğru bakıldığında bir mekandır. Burada ilerlemez ya da gerilemezsiniz, burada zamanın neresinde olduğunuzu düşünebilirsiniz. Kendimize, bilincimize doğru bakıldığında -teşbihte hata olmaz- bir dalgadır, burada ilerlersiniz, seçimler sonucunda sonsuz ihtimaller içinde bir yolda, kaçınılmaz sona doğru.

Ben henüz bunlardan habersiz, 7 yaşındayım, izlediğim filmden büyülenmiş halde balkondan yıldızlara bakıyorum. Öyküsünü tahmin ettiğim çocuklarınki kadar kadar kıvrak bir zekam yok doğrusu. Ben en sevdiğim oyunlardan birini oynuyordum. Kendimden yukarı doğru büyütmece: Ben varım balkonda, balkon var bir katta, kat bir apartmanda, apartman bir mahallede derken, Ankara, Türkiye, Dünya, Uzay derken, erkenden ve bedavadan sarhoşluğu keşfediyorum. Beni uzun yıllar kaygıdan koruyacak bir oyun. Yani uzun yıllar korudu, yakın bir geleceğe kadar.

Son zamanlarda insanların merakının nereye gittiğini merak ediyorum.

Daha dün, Türkiye’de bir çocuk, parlak lambalı salonlarındaki televizyonda, uzaya giden ilk Türk astronot haberlerini gördüğünde, günden güne artan yoksulluğun ve işsizliğin içinde sahip olmasının güçleştiği meslekleri düşündüğünde, sahip olsa bile imkanlarının daraldığı gerçeğiyle yüzleştiğinde geleceği mi düşünmüştür, yoksa geçmişi mi? Böyle bir mesleğe sahip olmak için gereken parayı bir şekilde denkleştirip astronot olsa bile, 55 milyon dolarlık talih kuşunun başına konup konmayacağını hayal etmiş midir?

Çin’de bir çocuk aralıksız çalışan fabrikaların kapanmayan ışıklarının aydınlığında görüyor mudur yıldızları? Afrika’da bir çocuğun, açlıktan dermanı kalıyor mudur geceleri düş kurmaya?

Tüketilmiş, köhne bir dünya, yıkım ve barbarlık içinde, dört bir yanı savaş, göç, yoksulluk… Adaletsizliği gizli kapaklı bile değil artık, onu tanımayan kimse kalmadı. Dünya eşitsizlikten nemalananlar, nemalanmayı umanlar ve göğe bakmayı çoktan unutanlar arasında dağılıyor. Yolculuk, arayış ve merak ekranlarda bir gösteri, parasıyla alınabilir bir bilet, bir seçim öncesi iktidar şovu. Her göğe giden araç bana artık yukarıdaki çocukların düşlerini değil, terk edilişlerini düşündürüyor. Kendi başlarının çaresine bakmaya terk ediliyor.

Düş kurmakla ve aramakla ilgili bahsi geçen filmin uyarlandığı romanın yazarı Carl Sagan’ın en popüler kitabı, Soluk Mavi Nokta’dır. Adını hoş bir hikayeden alır.

Sovyetler Birliği’nin ve onun merkezini oluşturduğu komünist devletler odağının ve icatlarının, Amerika Birleşik Devletleri ve müttefik güçlerinin oluşturduğu odağı her sınırda zorladığı malum. Sovyetler, Amerikan emperyalizmi bitmez iştahını doyuracak sömürgeler ararken onun yer yer cüretini sınamış, yer yer önünü kesmiştir.

Sovyetler yıkıldıktan sonra tarih yeniden yazılıyor. Bir yanda icat yerine gösterişe bürünmüş, hırslı, adaletsiz gelişimden güç alan, sadece nüfusun yüzde 20’sine sunulan teknoloji furyası. Bir yanda “zaten o zamanlarda bu kadar para harcanması hataydı” diyebilecek bir muhalefet. Oysa mesele tüketimin kendisi değil, kapitalin kimde olduğu ve neye hizmet ettiğiydi. Neyi geliştirdiği, neyi vaat ettiğiydi. Issız yerlerde, karanlık gecelerde neyi düşlettiği. Geçmişin topyekun hesabı kesilemez ancak yakın geleceğe kadar, bilimsel keşiflerin etiğine dair tartışmaların hakikatle sürdürüldüğü, icadın en azından karşılıklı işlevsellik ve fayda açısından sınandığı gerçeği de görmezden gelinemez. O kadar ki koca uzayı kapsayacak kadar.

Amerika Birleşik Devletleri, itildiği uzay macerasında büyük bir gururla Voyager I’i uzaya fırlatır. Projenin danışmanlarından biri, Amerika’da oldukça sevilen popüler bilim insanı Carl Sagan’dır. Kendisini sosyalist olarak tanımlamaz ama katıldığı bir programda, “devletin daha fazla imkan sağlayabileceğine inandığını” söyler. Ekonomi politiğin gerçeklerine hakimdir. Neticede teknolojik gelişmeyi ve icatları kimin finanse ettiği, bunlara kimin sahip olduğu, geleceği yönetecekleri belirler. Yaşasaydı, Elon Musk ve uydurma icatlarının karşısında olacağını tahmin etmek güç değil. Fakat o yıllarda NASA’daydı.

Voyager I görevini tamamlar, Satürn uydularından geçerken Sagan bir fikir önerir, madem artık görevi bitti ve sonsuzluk içinde kaybolacak bu metal parçası, neden son bir kez bakıp geriye doğru, fotoğraf çekmesin ki? Fikri ancak 10 sene sonra uygulamaya konabilir. Voyager I veda fotoğrafını çeker. Fizik kurallarından bakıldığında geçmişi çekmiştir. O fotoğrafta, uzakta, soluk mavi bir nokta vardır. Sagan en popüler sözünü de fotoğrafın tanıtım gününde söyler: “Tekrar buraya bakın, bu soluk mavi nokta, burası evimiz, bu biziz.”

Bugün terk edilmiş çocuklardan ibaretiz, yarın yine göğe bakacağız.

Size ihtiyacımız var. Buraya kadar geldiyseniz, hatırlatmak boynumuzun borcu. Türkiye gibi geleceği ziyadesiyle belirsiz bir ülkede, elimizden geldiğince nitelikli yayıncılık yapmanın imkanlarını araştırıyoruz. Güvenilirliğini küresel ölçekte yitirmiş medya alanında hâlâ iyi işler çıkarılabileceğini göstermek istiyoruz.

Bağımsız yayıncılığı desteklemeniz bizim için çok değerli. vesaire’nin dağıtımının sürekliliğinin sağlanmasında ve daha geniş kesimlere ulaşmasında okurlarımızın üstlendiği sorumluluk özel bir anlam taşıyor. vesaire’yi desteklemek için patreon sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.

1 Yorum

Muhabbetimiz daim olsun...

Benzer Yazılar
Total
0
Share

vesaire sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et