Aki Kaurismäki’den yeni bir işçi sınıfı masalı: “Sararmış Yapraklar”

FALLEN LEAVES (Aki Kaurismäki, 2023).
SARARMIŞ YAPRAKLAR (Aki Kaurismäki, 2023).

Aki Kaurismäki, 76. Cannes Film Festivali’nde Jüri Ödülü’nü kazanan Sararmış Yapraklar filmiyle bir kez daha dayanışma ve duygu dolu bir işçi sınıfı masalı anlatıyor. Tıpkı Cennetteki Gölgeler (1986), Ariel (1988) ve Kibritçi Kız (1990) gibi. Bu anlamda, film Kaurismäki’nin Proletarya Üçlemesi’nin bir devamı olarak görülebilir.

Sararmış Yapraklar, yavaş temposu, ironik mizah anlayışı ve insanlığın durumuna dair keskin gözlemiyle klasik bir Kaurismäki filmi. İşçi sınıfının günlük yaşamı ve umutsuzluğa gömülmüş insanlar üzerine derin yansımalar sunan bu filmin Kaurismäki’nin ustalık eserlerinden biri olduğu rahatlıkla söylenebilir.

Aki Kaurismäki büyüleyici bir yönetmen. Birçok yönetmen tarafından hikayenin ilerlemesine izin vermediği ve hikayeye hiçbir katkıda bulunmadığı varsayımıyla bir kenara atılan anlar, “sinemanın ölü anları”, onun gözünden asla kaçmıyor. Tam da bu yüzden, Kaurismäki küçük ve geçici de olsa bir mutluluk ânı arayan sıradan insanların hayatlarını tasvir etmek konusunda benzersiz bir yeteneğe sahip.

İki şeyin bu tasvirde rolü büyük, müzik ve mizah. Müziği hikayeye duygusal bir boyut katmak, mizahı da insanın varoluşunun saçmalığını vurgulamak için kullanıyor. Bununla birlikte filmlerine sosyopolitik bir boyut da kazandıran Kaurismäki, bize son derece kararlı ve acımasızca basit bir şekilde kararlar veren karakterler sunuyor. Bu sayede karakterleri uzun diyaloglara asla ihtiyaç duymuyor. Söyleyeceklerini söyleyip susuyorlar. Bu suskunlukları da konuştuklarından çok daha anlamlı oluyor. Annesinin söylediğine göre, Kaurismäki beş yaşına gelene kadar konuşmamış. Belki de bu nedenle onun sineması kelimelerden çok eylemlerle ilgilidir.

Ona göre sinemada içimizdeki canlı olan şeyleri ifade ederiz, sonra da bunların ölmesini izleriz. Sinemayla kurduğu bu ilişki, onu bir yanıyla kötümser bir yönetmen kılabilir. Ancak gerçekte durum bunun tam tersidir. “Umut yoksa, karamsar olmak için de bir sebep kalmamış demektir,” der Kaurismäki. Umutsuzluk içinde debelenen karakterleri de her filminde adeta iğneyle kuyu kazarak bir umut ışığı ararlar ve o ışığı mutlaka bulurlar. Bu filmde de buluyorlar.

Kendine özgü sinema anlayışıyla üzerimizde kalıcı izler bırakmaya devam eden Kaurismäki’nin komik ile trajik olanı, melankolik ile umutlu olanı karıştırma yeteneği sayesinde, kendimizi ıssızlık ve güzelliğin bir arada olduğu bir dünyaya kaptırıyoruz ve insanlığın mevcut durumunun karmaşıklığını onun benzersiz merceğinden gözlemliyoruz.

Bir Aki Kaurismäki filmini düşündüğümüzde aklımıza ilk olarak neler gelir? Bir bar. O barda çalan bir grup. Melankolik bakışları ve yürüyüşleriyle yalnız karakterler. Hepsi bu filmde de var. Yöntemler, biçimler, tonlar da her zamanki gibi aynı görünüyor. Ama aynı zamanda yeni, taze ve karşı konulamaz hissettiriyorlar. Bu da Kaurismäki’nin bir başka yeteneği.

Sararmış Yapraklar, kendilerine bir şans vermek isteyen alkolik bir fabrika işçisi adamla (Holappa), süpermarket işçisi bir kadın (Ansa) arasındaki alışılmadık, hassas ve hüzünlü bir aşk hikayesini konu alıyor. Hemen her Kaurismäki filmi gibi, sinema tarihine dayanan ve yine basit şeylerin karmaşıklığına güvenen bir film bu.

Holappa, Ansa ile karşılaştığında aralarında bir kıvılcım olasılığı ortaya çıkıyor. Belki başta küçük ve yetersiz bir kıvılcım. Ama sonra onları birbirine yakınlaştıracak. Basit ve hatta sıradan bir hikayeymiş gibi görünüyor, değil mi? Ama bu Kaurismäki için harika eserlerinden birini daha inşa etmesi için yeterli bir sebep.

Ansa, süpermarketin reyonlarındaki ürünleri yenileyip son kullanma tarihi geçmiş olanları raflardan çıkarırken, genellikle atılan yiyecekler bazen hâlâ işe yaradığı için onları tüketmek üzere evine götürüyor. Kaurismäki’nin dünyasındaki pek çok karakterin olduğu gibi onun da yalnız ve sessiz bir evi var. Ve bu evin mutfağındaki radyo, ona Ukrayna’da bir savaşın sürdüğünü hatırlatıyor.

Holappa ise şehrin başka bir köşesindeki bir metalurji fabrikasında çalışıyor. Tulumunu giyiyor, kaskını takıyor, ama öncesinde mutlaka dikkatlice sakladığı içki şişesinden birkaç yudum alıyor. Çalışmaya da yaşamaya da devam edebilmesi o birkaç yuduma bağlı.

Peki, bu ikisi nerede tanışacaklar? Lütfen bunun bir Kaurismäki filmi olduğunu unutmayalım. Elbette bir barda. Geceleri müşterilerinin rockabilly’den lirik soloya kadar birçok farklı türde şarkılar söyledikleri bir karaoke bardır burası. “Mambo Italiano”nun Fince yorumunu, “Melodia de Arrabal”ın Carlos Gardel tarafından seslendirilen orijinal halini ve iki kadın şarkıcının oluşturduğu Finlandiyalı bir grup olan Maustetyöt’ten harikulade bir pop şarkısını dinletir bize burada Kaurismäki.

Ardından Holappa ile Ansa’nın bakışları buluşur, başlangıçta ürkek ve biraz rahatsız edicidir, ama sonra kalpleri hızla atmaya başlar ve o andan itibaren bütün hayatları değişir. Yine de bu iki tuhaf sevgilinin, bir dizi aksiliğin, zorlukların ve kötü insanların üstesinden gelmesi gerekir. Zalim patronlar, güvenlik görevlileri, gardiyanlar, dolandırıcılar her şeyi daha da zor hale getirmek için onları bekliyordur.

Kaurismäki sinemasında çalışma hayatı genellikle bir yabancılaşma alanıdır. Buna tüm gücüyle direnen Ansa, 80 dakikalık film boyunca önce bir süpermarket çalışanı, sonra bir garson ve son olarak bir fabrika işçisi olarak karşımıza çıkar. Holappa ile karşılaşmaları ise ikisi için de başka bir dünyanın kapılarını aralar.

Kaurismäki, yedi yıl önceki Umudun Öteki Yüzü filminin galasında verdiği bir röportajda şöyle diyordu: “Her zaman umut vardır, ancak küresel kapitalizme karşı birkaç barikatın hiçbir zararı olmaz, tam tersine bir hayli faydası olur”. Bu, Holappa ile Ansa’nın suskun çabalarına da uyarlanabilecek bir özdeyiş.

İkisi de her taraftan gelen darbelerin ve hayal kırıklıklarının ötesine geçip hayatlarına devam etmenin yolunu birbirlerinde bulurlar. Başlarına ne kadar kötü şeyler gelirse gelsin, vaziyetleri ne kadar umutsuz görünürse görünsün, içine düştükleri durumdan ancak birbirini severek ve birbirine sığınarak çıkan karakterler, Kaurismäki’nin günümüzde giderek az rastladığımız nahiflikteki sinemasının alametifarikalarından biridir.

Sararmış Yapraklar‘da, Şehir Işıkları‘nın (Charlie Chaplin, 1931) ruhundan bir şeyler bulabilirsiniz. Bu yüzden Ansa’nın sahiplendiği küçük köpeğe Chaplin adını vermesi tesadüf değil. Filmin son sahnesi de her haliyle Chaplin’den miras. Bu yüzeysel bir övgü değil, hayır. Daha ziyade hümanist bir sinema anlayışının yeniden anlamlandırılması. Bu kadar insanlıktan çıkmanın ve acının arasında proleter bir sevginin küçük bir zaferi. Çünkü Kaurismäki’nin incelikli sinemasında her zaman sevgiye, kurtuluşa ve geçici de olsa kaybedenlerin zaferine yer vardır.

Size ihtiyacımız var. Buraya kadar geldiyseniz, hatırlatmak boynumuzun borcu. Türkiye gibi geleceği ziyadesiyle belirsiz bir ülkede, elimizden geldiğince nitelikli yayıncılık yapmanın imkanlarını araştırıyoruz. Güvenilirliğini küresel ölçekte yitirmiş medya alanında hâlâ iyi işler çıkarılabileceğini göstermek istiyoruz.

Bağımsız yayıncılığı desteklemeniz bizim için çok değerli. vesaire’nin dağıtımının sürekliliğinin sağlanmasında ve daha geniş kesimlere ulaşmasında okurlarımızın üstlendiği sorumluluk özel bir anlam taşıyor. vesaire’yi desteklemek için patreon sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.

Muhabbetimiz daim olsun...

Benzer Yazılar
Total
0
Share

vesaire sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et