Televizyon uyarlamanın kitabını baştan yazıyor

Handmaid's Tale

Kitabın her zaman kendisinden uyarlanan filmden daha iyi olması, Hollywood’un kendisi kadar eski bir gerçek. Bir romanı iki saate sıkıştırmak zor ve ilham aldığı kitabı geliştirmeyi başaran yalnızca birkaç örnek var. Hitchcock’un Psychosu (1960), Spielberg’ün Jaws’u (1975) ve Verhoeven’ın Starship Troopers’ı (1997) gibi.

Öte yandan son dönemde çıkan televizyon uyarlamaları, sayfalardan ekrana aktarımın her zaman hayal kırıklığıyla sonuçlanmayabileceğini gösteriyor. Neil Gaiman’ın 2001 tarihli romanından uyarlanan ve Amazon Prime’da yayımlanmaya başlayan American Gods’ı (Amerikan Tanrıları) ele alalım. Gaiman’ın eski mahkum Gölge ve düzenbaz patronu Bay Çarşamba hakkındaki 500 sayfalık kocaman kitabı bugüne dek hiç uyarlanmamıştı. Neyse ki bu kalın kitabı kimse iki saatlik bir filme sığdırmaya çalışmadı, hatta dizinin ilk sezonu Gaiman’ın kitabının yalnızca ilk üçte birlik kısmını ele alıyor.

Okurlar bir zamanlar film yönetmenlerinin zamanı gözeterek en sevdikleri anları atmalarından yakınırdı, ancak televizyon artık tamamen kitaptan bağımsız ilerliyor. American Gods’ın hayranları romanda Gölge’nin Amerika boyunca olan yolculuğu esnasında girip çıkan tanrılardan oluşan kalabalık kadroyla daha fazla vakit geçirme imkânına sahip. Televizyonun sunduğu özgürlük, bu karakterlere (örneğin insan yiyen Saba Melikesi Bilquis, leprikon Deli Sweeney, Slav tanrısı Czernobog) nefes almak için daha çok alan tanıyor.

Bir diğer Amazon Prime dizisi The Man In The High Castle (Yüksek Şatodaki Adam), Philip K. Dick’in 1962 tarihli romanından uyarlanmış ve Üçüncü İmparatorluk’un ABD’nin doğu yakasını, Japonya’nın ise batıyı ele geçirdiği bir dünyada geçiyor. Dick’in kitabı 250 sayfa civarı, ancak dizi Aralık’ta ikinci sezonuna başladı. Bu nasıl oldu?

Kitaptaki karakterlerden Juliana, başarısız bir evlilik yaşamış. Dizide ise San Francisco’da yaşayan Yahudi karakter Frank Frink’le yeni çıkmaya başlamış ki bu da yazarlara romantizm ve Nazilerin kazandığı bir dünyada Yahudi olma temalarını sağlıyor. Yeni karakterler eklenmiş, bunlardan biri Rufus Sewell’in canlandırdığı Alman subay. Ayrıca Nazi işgalinde New York’a kitapta geniş yer ayrılırken karakterlerden hiçbirinin orada sahnesi yok – televizyon için epey büyük bir değişiklik.

Margaret Atwood’un 1985’te yayımlanan, kadınların menkul eşya ve üreme makinesi olarak görüldüğü teokratik ve ataerkil bir Amerika’yı anlatan klasik distopyası The Handmaid’s Tale’ın (Damızlık Kızın Öyküsü) yeni televizyon uyarlaması, Atwood’un kitabına pek çok ekleme yapmış: flashback’ler, yeni sahneler, yeni karakterler. Ancak belki de en büyük değişiklik, Atwood’un Gilead’ın yalnızca beyazlardan oluşan bir toplum olması fikrinin ıskartaya çıkarılması. Romanda Atwood, beyaz olmayan ırkların toplama kampı ve etnik temizlik imasıyla Orta Batı’da bir yerlere gönderildiğini yazmıştı. Ancak kendisiyle yapılan konuşmaların ardından bu fikir ıskartaya çıkarıldı – bu her şey kadar seyircinin kimliğiyle de ilgili bir değişiklikti. 2017’de kim kadrosu yalnızca beyazlardan oluşan bir diziyi izlemek ister ki? The Handmaid’s Tale da şimdiden ikinci sezonun onayını aldı.

Romanların en sadık uyarlamalarla karşılaştığı yerler mini seriler: Len Deighton’ın Nazilerin kazandığı alternatif bir tarih anlatan romanından uyarlanan BBC yapımı SS-GB, Louise Doughty’nin gerilimi Apple Tree Yard, Agatha Christie uyarlamaları… Ancak doğrudan, sadık uyarlamalar artık nadiren görülüyor – özellikle planlar daha uzun süreler için yapılıyorsa.

Game of Thrones ve The Walking Dead gibi dev seri kitaplarla birkaç sezon devam eden dizilere alışkınız. Ancak American Gods dizisinin patronu Bryan Fuller da ne zaman Gaiman’ın romanını eline alsa keşfedecek ve geliştirecek “mücevherler bulduğunu” söylüyor. Nitekim kitaplar artık televizyon yapımcılarının gözünde yazarın belki hayal bile etmediği yönlere sapmak adına İncil’le eşdeğer. American Gods, The Handmaid’s Tale ve The Man In The High Castle’ın gösterdiği gibi belki de artık uyarlanacak kitabın bitmesinin önemli olmadığı bir noktaya geldik.


*Bu yazı, David Barnett’in The Guardian’da yayımlanan yazısından çevrilmiştir.

Muhabbetimiz daim olsun...

Benzer Yazılar
Total
0
Share

vesaire sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et