Türk Sanat Müziği’nin unutulmaz sesi Zeki Müren, nam-ı diğer “Sanat Güneşi”, 1996’da hayatını kaybetti. Yaşarken çok sevildi, büyük hürmet gördü, alaturka müziği tek başına yeniden popülerleştirerek müzik tarihçilerinin görmezden gelemeyeceği sıradışı bir figüre dönüştü. Cemal Süreya’nın 1989’da yazdığı “Zeki Müren’in Ünü” başlıklı denemesinde aktardığı gibi klasik Türk müziğine arabeski de, valsi de, hafif müziği de ilk o getirdi.
Cemal Süreya, “Zeki Müren halk içinde hem hayranlık hem de şakayla anılır,” diyordu. “Ülkemizde hem çok büyük görülüp hem de pek ciddiye alınmayan tek kişi o belki de.” Süreya’ya göre Zeki Müren kendi bestelerini okuyarak sesine, cinsel kimliğini görece gizleyerek de eşcinselliğine ihanet etmişti. Yakın dönemde ise cinsiyet çalışmaları ve kuir çalışmaları gibi yeni akademik disiplinlerin odağına yerleşti, serinkanlı analizlerle değerlendirildi.
Zeki Müren’in son 18 yılına yakından tanıklık eden, yazları Bodrum’da, kışları da İstanbul ve Ankara’da ona eşlik eden, aynı evi paylaştığı yakın dostu, sırdaşı ve can yoldaşı Göksenin Çakmak oldu. Eğitimci, Türk sanat müziği sanatçısı, sunucu ve tiyatro yönetmeni olan Çakmak, 2014 yılının Ekim ayında gazeteci Ahmet Çınar ile bir röportaj gerçekleştirdi. Röportajda, Zeki Müren’e ilişkin genel geçer gerçeklerin dışında sanatçının özel hayatına dair kimi hikâyeleri de paylaştı. Zeki Müren’i bağrına basan Türkiye’nin şöhret ve güç sahibi olmayan bir eşcinsele veya bir transseksüele neden aynı biçimde yaklaşmadığını bir kez daha hatırlattı. Bize de paylaşmak düştü.
Önce sizi tanımak isteriz. Zeki Müren kamuoyuna mal olmuş bir kişilik. Sizse herkesin merak ettiği o yaşama, birinci elden tanıklık ettiniz. Biz sizi “Zeki Müren’in en yakın arkadaşı” olarak tanıdık…
Kamuoyu çok yakından tanımıyor olabilir ama aslında ben Selim İleri’nin Bir Cehennem Kraliçesi adlı romanına karakter olarak bile girdim. Selim Bey, beni Bodrum’da Zeki Müren’le her gün Bardakçı koyuna motorla gidip gelirken izlemiş. O kadar izlemiş ki en sonunda roman kişiliği haline getirmiş. O romandaki “Bülbülün” karakteri benim. Ama orada kıskanç, bir gözü takma bir felsefe öğretmeniyim. Romanda kendini “Bülbülün” diye tanıtan ama aslında Hüseyin’im. Göksenin-Hüseyin: Uyaklı. Hece sayıları bile tutuyor. Kötü bir karakterim. Zeki Müren daha sonra Selim Bey’e hesap sordu, “Sen benim arkadaşımı nasıl öyle tanıtırsın,” diye. O da “Ben sanatçıyım, istediğim şekilde ele alırım roman kahramanını, orada bir karakter yarattım” dedi. Romanda benden bahsederken, avaz avaz alaturka şarkılar okuduğumu yazıyor, hakikaten o zaman karayolu yoktu, biz Zeki Müren’le her gün Bardakçı’ya gidip gelirken motor üstünde şarkılar okurdum. Onları da izlemiş Selim Bey. Roman kahramanı olacağımı hiç zannetmiyordum, olmuşum.
Sizin ilk temasınız, ilk karşılaşmanız nasıl oldu Zeki Müren’le?
1979’da Ankara’da Elegan Gece Kulübü’nde tanıştık. Yenimahalle Mustafa Kemal Lisesi Müdür Yardımcısı ve felsefe öğretmeniydim. Çocukluğumdan beri hayranlığım vardı kendisine. Ankara’ya geldiğinde gittiği gece kulübünü ve hatta oturduğu masayı bile öğrendim. O gelmeden, gidip masasındaki boş yere oturdum. Az sonra, beraberindekilerle geldi. Ben oturduğum için yanındakilerden biri ayakta kaldı. Şöyle bir baktı, kalkar mıyım diye. Niyetimin olmadığını görünce, yanındakileri başka yerlere oturttu ama bana sinir oldu. Hiç tanımadığı biri masasında oturuyor çok bozuldu, sırtını döndü. İçkiler, kahkahalar, fıkralar derken sohbet ilerledi. Zeki Bey her akşam bir şişe viski içerdi, ya Chivas Regal ya Johnny Walker. O gece de içkinin dozu artınca, döndü ve bana “Özür dilerim epeydir sırtım dönük size,” dedi. İçkinin etkisiyle yumuşamıştı. Ardından “kimsiniz” diye sordu. Felsefe öğretmeni ve ses sanatçısı olduğumu söyledim. Daha önce Ankara Radyosu’nda bulunmuştum. Kurduğum korolar vardı. Müzikten konuşmaya başladık. Makam ve usul bildiğimi fark etti. O şarkı mırıldanıyor, anında ne olduğunu söylüyordum. Etkilendi herhalde. Felsefeden, estetikten, güzel sanatlardan konuştuk. Yanındakileri bırakıp tamamen bana döndü. Saatlerce müzikten, edebiyattan, felsefeden konuştuk. O gece ayrılırken “25 gün buradayım, tekrar gelip şereflendirirseniz memnun olurum, çok sevdim sohbetinizi,” dedi. Her şeyi, uykusuzluğu göze alarak o 25 gün boyunca her gece buluştu ve konuştuk. Ve bizim o süre içinde dostluğumuz pekişti. En son giderken, “Çok üzülüyorum sizi burada bıraktığım için, keşke İstanbul ya da Bodrum’da olsaydınız,” dedi. Ben de “Paşam tatillerde gelebilirim,” dedim. Aradan 3-4 ay geçtikten sonra haziran sonunda Bodrum’a gidip bir pansiyona yerleştim. Bardakçı koyuna gittim. Zeki Bey oradaydı, etrafı kalabalıktı, eğleniyorlardı. Önce beni fark etmedi, yanına yaklaşınca güneş gözlüğünü çıkarttı ve “Aaa, Göksel sen misin?” dedi. Adımı hatırlayamamıştı ama “Hoşgeldin,” deyip yanına oturttu. Nerede kaldığımı sordu, Zafer Pansiyon’da kaldığımı söyledim. O gece motorla pansiyona döndüm, odama gittim, eşyalarım yok. Pansiyoncular, Zeki Müren’in eşyalarımı şoförüyle aldırtıp evine naklettirdiğini söyledi. Şoktaydım, başladım titremeye. Mecburen Halikarnas yokuşunu tırmanıp Zeki Müren’in evine gittim. Heyecandan titriyordum. Ankara’da geçirdiğimiz 25 gece var sadece, derin ve eskiye dayanan bir samimiyet de yok. Yardımcıları açtı kapıyı, girdim, salonda bekliyorum. Cemil İpekçi’nin diktiği calabasıyla çıkageldi, “Sürprizimi beğendin mi?” deyip bana sarıldı. Ben ise “Paşam rahatsız etmek istemezdim,” dedim. O ise, “Herkese değil ama dostlara kapım açıktır,” dedi. Hakikaten daha sonra benim dışımda gelen hiç kimse o evde kalamadı. Akrabaları gelirdi, en uzak yerde otel ayırtırdı. İki saatliğine görüşürdü onlarla bile.
Size neden böyle yaptı?
Bence Ankara’daki o 25 günde o dostluğu yakaladı. Zeki Bey, cin gibi uyanıktı. Birçok şeyi gördü bende ve “Bu insan benim dostum, sırdaşım, can yoldaşım olabilir,” diyerek, beni kabul etti. Geçen hafta İzmir Fuarı’nda Zeki Müren’i anma törenine katıldım. Orada Zeki Müren’le röportaj da yapmış bir eski gazeteci hanımefendi konuşma yaptı. Yıllar önce sormuş Zeki Bey’e “En yakın arkadaşınız, dostunuz kim?” diye. “Göksenin var,” demiş. Bundan haberim yoktu. Yeni öğrendim ve bir kez daha mutlu oldum.
Son 18 yılında bu kadar yakınında olan başka kimse yok. Neredeyse Zeki Bey’in kara kutusu gibisiniz. Ama bu konuda aynı zamanda epey ketumsunuz. Anlattıklarınızın sınırları belli. Bir de kitap yazdınız ama yayımlamıyorsunuz.
Yayımlayamıyorum çünkü kitabı farklı ceza avukatları inceledi, 70 yerine işaret koydular. Buraları yayımlarsanız mutlaka ceza ve tazminat davaları açılır, dediler. Yani o kitabı yayımlarsam yurtdışına kaçıp kalan yaşamımı orada sürdürmem lazım. Burada kalırsam bir şekilde yok edebilirler beni. O nedenle yayımlayamıyorum kitabı. Şenay Düdek’e sordum “N’apayım?” diye. İsim vermeden yaz diyor. Öyle şeyler var ki Zeki Müren’le ilgili, o kitabı yayımlasam, Türkiye sallanır. Zor yani, ne yapacağımı ben de bilemiyorum. Tehlikeli olabilir.
Halbuki bugüne kadar anlattıklarınızın dışında yepyeni anılar aktarabilirsiniz bize…
Bakın o zaman, Türkiye’de herkesin korktuğu, üstünü örttüğü, tartışmaktan kaçındığı, yok saydığı eşcinsellikle başlamamız lazım. Zeki Müren pasif eşcinseldi. Konu buraya geldiğinde hemen konu değişiyor, hava raporuna geçiliyor, reklamlar giriliyor vs. Neden olduğunu anlayamıyorum. Bir gerçeklik olarak eşcinsellik gibi doğal bir olguyu neden tartışmıyor insanlar? Niye insanlar çıkıp eşcinsel olduklarını söyleyemezler? Kimseyi baskıyla eşcinsel yapamazsınız ki. Hulki Cevizoğlu’yla da tartıştım bunu. Yayında Zeki Bey’in aleyhinde konuşuluyordu, telefonla bağlandım. “Tanrı, tabiat, doğa; ne derseniz deyin, bu şekilde bir yaratışla çoğalmayan bir nesil üremektedir. Bu gibi ilişkilerin sonucunda yeni bir birey dünyaya gelmez, kimse hamile kalmaz, böylece artan dünya nüfusu aşağıya çekilmektedir. Bunu tanrı, tabiat, doğa istemektedir,” dedim. Eşcinsellerin varlığıyla nüfus artış hızı aşağıya çekilmektedir. Bilakis teşekkür edilmesi, bravo denmesi gerekir. İnsanlar eşcinsel olmaz, öyle doğarlar. Cinsel tercih lafı yanlış bir laftır, doğrusu cinsel yönelimdir. Kimse eşcinsel ya da heteroseksüel olmayı tercih etmez. Öyle doğarlar ve yaşarlar. Kimse kimseyi örnek alarak eşcinsel olmaz. Olamazsınız ki… Zeki Müren, en cesur eşcinsellerden biriydi. 1950’lerden itibaren göz makyajıyla, topuklularıyla, rujuyla, tavrıyla hiç de sıradan bir erkek gibi görünmedi ama herkes onu çok sevdi. Niye sevdi? Dürüst olduğu için sevdi.
Şöyle de bir çelişki de var ama… Bu ülkede dürüst olmayı seçen pek çok eşcinsel baskı görüyor, şiddete uğruyor, öldürülüyor. Neden Zeki Müren’i bağrına basan halkımız, örneğin fabrika işçisi eşcinsele aynı müsamahayı göstermiyor. Bu ikiyüzlülük sizce neden?
Tamamen sınıfsal bir durum. Güçlü, erk sahibi, para pul sahibi eşcinseli yadsımak, aşağılamak, öldürmek kimsenin aklına gelmiyor. Başka bir örnek vereyim. Zenciler ile beyazlar. Amerika’da yine zenciler vardı öldürülüyorlardı, aşağılanıyorlardı. Ama Obama bugün bir melez olarak başkan. Bakın şimdi, bizim Osmanlı tarihi kadar, Arap toplumları kadar eşcinselliğe olanaklı başka hiçbir toplum yok. Osmanlı sarayında iç oğlanlığı müessesi var. Padişahların koynuna erkek çocuk veriyorlar ki yeni şehzadeler doğmasın diye. Fatih Sultan Mehmet için de aynı şeyler söylenir. Bizans’a girdiği zaman yakışıklı demirci bir erkek çocuğu gördüğü ve “saraya getirin” dediği rivayet edilir. Güçlüyseniz eğer, size kimse dokunamıyor. Gerek sınıfsal açıdan, gerekse kariyer olarak, gerekse başka bir erk sahibi olarak eğer güçlüyseniz, eşcinselliğinize kimse bir şey diyemiyor. Böyle bir ikiyüzlülük var ne yazık ki!
Zeki Müren de ünsüz olduğu dönemlerde bu aşağılamayı yaşadı mı acaba?
Evet, Zeki Müren de yaşadı bunu. Defalarca anlattı bana. Yeni yeni şöhret olmaya başladığı 1950’lerin başı. Teyzesinin kocası, yani eniştesi bir albay. Demiş ki, “Bizim aileden ibne çıkmaz, ben bunu öldürteyim.” Zeki Müren’e haber geliyor, enişten seni öldürtecek diye. Herkes imza almaya çalışıyor, adı yeni yeni duyuluyor. Bu albay Zeki Müren’i öldürtmeyi düşünüyor. Zeki Bey’in ifadesiyle “Bir bok yiyemiyor,” tabii. Aradan yıllar geçiyor, Zeki Bey’in ünü her yere yayılıyor. Türkiye tanıyor Zeki Müren’i. Bir bakıyor Zeki Bey, gazinonun kapısında teyzenin albay kocası, “Zekiciğim seni öpmeye geldim, tebriğe geldim” diye yaltaklanıyor. “Sen enişte bey, daha önce beni öldürtmeye niyetli değil miydin, niye değiştin şimdi?” diyor. Cevap veremiyor tabii enişte. Toplumda doktor, hukukçu, siyasetçi, mühendis, genel müdür gibi statü sahibi eşcinseller, cinsel kimliklerini gizlemeyip açıklasalar, diğer eşcinseller daha güçlü olurlar. Ben böyle düşünüyorum. Avrupa’nın bazı büyük kentlerinin belediye başkanları, milletvekilleri eşcinselliklerini seçim kampanyasından önce açıklıyorlar. Hatta annem eşcinsellerden bahsederken “Öbür türlüymüş,” derdi. Bir gün bir kadın annemin elini sıkarken, uzun süre bırakmamış. Annem rahatsız olmuş. Babama anlatmıştı da hiç unutmam babam da “Zürafadır o, bir daha o kadınla konuşma,” demişti. Zürafa lezbiyen anlamına gelir. Benimsemek, kabullenmek yerine; dışlamak, ötekileştirmek, yok etmek, üstünü örtmek gibi bir noktaya gidiliyor. Ben bunun altında, Freudçu bir nazariyeyle, bilinçaltı kaygıların yattığına inanıyorum ve heteroseksist bir kültürün egemen olduğu toplumumuzda, gizli eşcinsellerin daha baskıcı olduğunu düşünüyorum. Günümüzde gizli eşcinseller, partnerlerini internet üzerinde buluyorlar ve gizli yaşıyorlar her şeyi. Evli, çoluk çocuk sahibi, statü sahibi pek çok gizli eşcinsel her yerde var. Ama olay ortaya çıkınca büyük cinayet sebebi olabiliyor.
Sevgilisini ayartan kadın şarkıcıyı nasıl dövdü?
Zeki Bey çok çapkındı. 18 yıllık dostluğumuz süresince benimle özel yaşamına dair o kadar çok anısını paylaştı ki… Kesinlikle isim veremem ama bir başbakanla birlikte oldu. Bu sır benimle birlikte gömülecek. Dediğim gibi Zeki Bey’in anıları hem keyifli hem de çok tehlikeli.
Şu kitaba yine dönelim. Madem yayımlamıyorsunuz biraz içindekilerden konuşsak…
İşte yine aynı konuya geldik, anılar tehlikeli. O kadar çok isim geçiyor ki içinde… Örneğin Zeki Müren’in, halen hayatta olan çok ünlü bir kadın pop starını nasıl dövdüğünü anlatıyorum. Bunu bana defalarca anlattı. Zeki Bey, kendi erkek sevgilisiyle, o sözünü ettiğim ünlü pop starını otel odasında basıyor. İzmir Efes Oteli’nde. Zeki Müren’in sevgilisi meteoroloji mühendisi. Zeki Bey’in eğitim masraflarını ödediği, okuttuğu bir delikanlı. Aynı zamanda sevgilisi. İzmir’de şimdi Swissotel olan Efes Oteli’nde bir haftalık bir program var. Zeki Müren sevgilisi Mustafa’yla beraber gelmiş. Bir ara Zeki Bey’in dikkatini çekiyor, o ünlü pop starımız ile Mustafa pek fingirdeşiyorlar. El şakaları filan. Şüpheleniyor Zeki Bey. “Erol’un Yeri” diye Kordon’da bir mekana gitmiş numarası yapıyor Zeki Müren. Gitmeden de resepsiyona tembih ediyor, bir büyük zarf içinde bahşişle beraber, “Haber bekliyorum, Erol’un Yeri’ndeyim,” diyor. Erol’un Yeri’ne ulaşıyor, 10 dakika sonra telefon geliyor. Mustafa’nın o ünlü pop starının odasına girdiğini öğreniyor. Hemen arabaya atlayıp otele gidiyor. Kapıyı çalıyor açılmıyor. “Ben Zeki’yim aç kapıyı,” diyor. “Ay, paşam bir dakika banyodayım,” diye ses geliyor içeriden, birkaç dakika sonra bornozlu pop starımız kapıyı açıyor. Zeki Bey içeri giriyor, Mustafa’yı arıyor, banyoda yok. Hiçbir yerde yok. Balkona çıkıyor, Mustafa üstünde bir örtü, kendini kamufle etmiş. “Ne arıyorsun sen burada?” diyor. İşte “Bir şey almaya geldim,” filan diyor. Bir vuruyor Zeki Bey. Çok kuvvetliydi o konuda. İki tokat Mustafa’ya atıyor, ünlü pop starımızı da saçından tutuyor iki tokat da ona atıyor. Ağzı kanıyor pop starımızın. Şimdi ben bunu isim vererek anlatırsam, ünlü pop starımız halen hayatta olduğu için beni hemen mahkemeye verir. İki ceza avukatı inceledi, ikisi de aynı konuya işaret etti. İsimleri vermeden yayımlamam lazım.
Kamuoyunda Zeki Müren ile Bülent Ersoy arasındaki gerilimden de söz edilir zaman zaman. Buna ilişkin anılar da var mı kitapta?
Bülent Ersoy, Zeki Bey’e neden düşman? Bunların gerçek nedenlerini biliyorum. Ama yazıp da yayımlarsam, Bülent Bey mahkemeye verir beni. O nedenle anlatamıyorum. Size burada anlatabilirim ama yazılmamak kaydıyla. Bülent Ersoy ile Zeki Müren’in arasındaki gerilim, Ankara’da Çankaya saunada yaşanan bir olaydan dolayı. Bu kadarını söyleyebilirim.
Zeki Müren’in başka bir sevgilisiyle birlikte intihar girişiminde bulunduğundan söz etmiştiniz anlatır mısınız?
Evet, kitaba da yazdım. Meşhur bir şarkısı vardır ya Zeki Bey’in, “Hayat bazen tatlıdır / Sevenler kanatlıdır” diye. Sevenler kanatlıdır derken anlatılan Zeki Müren’in pilot üsteğmen sevgilisidir. Her ikisi de, hayatlarını bu şekilde sürdürmelerinin mümkün olmadığını düşünerek, mutluluklarını yaşayamadıkları gerekçesiyle intihara karar veriyorlar. Şile’de arabayı uçuruma sürerek intihar etmek istiyorlar. Direksiyonda pilot üsteğmen sevgili var. Arabayı uçurum kenarına kadar sürüyorlar. Ve son anda frene basıyorlar, intihar gerçekleşmiyor. Bu kamuoyuna pek yansımamış bir olaydır.
Sizin Zeki Müren’e dair pek çok tanıklığınız, çok özel anılarınız var, ama sizi konuşturmak da çok zor hakikaten…
Zeki Müren’i ele almak demek, asırları ele almak demek. Duygusal dünyası ayrı, sinirlendiği şeyler ayrı, toplum karşısındaki hayatı ayrı. Kocaman bir ansiklopedi yazabilirim Zeki Bey’le ilgili. 18 yıllık birikim bu. Daha önce de söylediğim gibi hukuki nedenler var. Pek çok ismi zikredemem bu anılarda. İşadamları, siyaset adamları devlet adamları var bahsetmek istediğim. Dolayısıyla onlarla ilgili bir ifşaatta bulunduğum takdirde gerçekten başım derde girebilir. Bir örnek veriyorum, bir dönemin çok ünlü erkek mankenlerinden ve aynı zamanda oyunculuk da yapan bir isimle Zeki Müren’in nişanlandığını söyleyebilirim. İsim veremiyorum ama o mankenle üç ay nişanlı kaldıklarını, sonra da ayağı kokuyor diye onu evden kovduğunu bilmiyorsunuz. Bir dönem sosyetesinin jönü, birlikte olmadığı kadın ve erkek yok. Biseksüel bir manken. Belki de şimdilerde, geçmişinden pişmanlık duyan biridir o kişi.
Belli ki epey çapkınmış Zeki Bey. Hayatına hiç siyasetçi girdi mi?
İsim vermeden söylemem gerekiyor. Zeki Müren, bir başbakanla da birlikte oldu. İsim veremem gerçekten. Bunu yapamam. Bu sır benimle birlikte gömülecek. İsim sormayın lütfen. Çapkın olduğu da doğru. Bakın çok enteresan bir olaydır. Antalya’da Derya Motel’de kalıyor. Evi var beşinci katta, zor geldiği için çıkmıyor eve, motelde kalıyor. Bir gün oturuyor Zeki Bey. Bir gelin ve damat balayına gelmiş otele. Odalarına çıkıyorlar. Zeki Bey de mutluluklar diliyor çifte. Kendisi de ay ışığında oturuyor. Bir ara tül perde aralanıyor ve damat “Zeki Bey bugün benim gerdek gecem. Ben size hayranım, sizinle birlikte olmak istiyorum. Yarın buradan gideceğiz, sizi bir daha bulamam, lütfen,” diyor. Zeki Bey, o damatla yattığını anlattı. Hakikat bunlar. Ama bunları anlattığımızda, heteroseksüel bir kültür ağırlığı içinde ters karşılanıyor. Bunların da olabileceğini kimse düşünmek istemiyor.
Hep ünlü, sanatçı, manken, siyasetçi gibi kamuoyunun gözü önündeki kişiler değildi herhalde Zeki Bey’in partnerleri, sıradan insanlar da vardı değil mi?
Hazırladığım kitapta “Ümit Motorları” diye bir bölüm vardır. Biz Bodrum’da olduğumuz yaz aylarında insanlar motorlarla Bardakçı’ya gelir, Zeki Müren’le fotoğraf çektirip dönerlerdi. Ben Zeki Bey’e “ayaklı endüstri” adını takmıştım, çok hoşuna giderdi bu tabir. Zeki Müren bir yerde oturuyorsa, insanlar oraya gelir, fotoğraf çektirir, orada bir şeyler yiyip içer, Zeki Bey’le aynı ortamda zaman geçirmek isterlerdi. O mekân ihya olurdu. Çiçekçiler, fotoğrafçılar para kazanırdı. Zeki Bey de, o gelen motorlarda, kendisinin beğeneceği yakışıklı bir erkek olmasını hep düşünürdü. Beğendiği kişiler olduğu zaman da bana işaret eder, göz kırpardı. Hatta o kişiyi davet etmeye çalışırdı. Ama ne var ki, o beğendiği erkek biraz sonra nişanlısını getirip Zeki Müren’le tanıştırırdı. Hayal dünyasında o kişi kalırdı. Üzülürdü. Tam umutlanmışken, elinden giderdi beğendiği erkek.
Balayına gelmiş bir damatla bile birlikte olduğuna göre, Zeki Bey tuttuğunu koparırdı gibi geliyor bana, öyle değil mi?
Her zaman olmazdı ama. Öyle bir örnek de var. Zeki Müren bunları zaten hiçbir zaman saklamadı, herkesin gözü önünde gerçekleşen olaylardı. Bardakçı’da oturuyoruz. Adamın biri plajda slip tarzı bir mayoyla yatıyor. Karısı da kenarda yün örüyor. “Bakın n’apacağım şimdi,” dedi. Ayağa kalktı, yatan adamın yanına gitti. Adamın cinsel uzvunu tuttu mayonun üzerinden. Adam şaşırdı, bir baktı Zeki Müren. Zeki Müren kahkaha atıyor, adam da gülmeye başladı. Ve Zeki Bey döndü dedi ki, “Türkiye’de bunu bir tek bana yaptırırlar, başkasına izin vermezler.” Döndü adama “Beyefendi, kızdınız mı?” dedi. Adam “Yooo,” dedi. Karısına dönüp “Hanımefendi siz kızdınız mı?” diye sordu. Kadın da “Yok Zeki Bey ben her gün tutuyorum, ara sıra siz tutun,” dedi. Fıkra gibi bir olay. Ama bunlar hep yaşandı. Çekinme diye bir duygusu yoktu ki Zeki Müren’in…
Nelere kızardı peki? Cinsel yönelimiyle alay etmeye ya da aşağılamaya yeltenen olur muydu ya da buna cesaret edebilirler miydi?
Bir gün Bodrum’da arabasıyla yolda gidiyoruz. 15 yaşında bir delikanlı bize doğru “Zeki Abla!” diye seslendi. “Eyvah n’olacak şimdi?” dedim ben kendi kendime. Şoförüne “Mehmet arabayı geriye al,” dedi. Çocuğun yanına geldik, arabadan indi doğru çocuğun kulağına yapıştı, “Ulan ben senin ananı s….m, abla kimmiş şimdi gör,” dedi. İki tokat vurdu çocuğa. Çocuk öyle bir korkmuştu ki, tabana kuvvet kaçarken Zeki Bey de arkasından “Sen şimdi git ablayı anana söyle,” diye bağırıyordu.
Evet, Zeki Bey her ne kadar bunca rahat davransa da, kimliğini saklamıyor olsa da, çok da rahat değildi demek ki. 15 yaşında kendini bilmez bir çocuğun kendisiyle alay etmesinden rahatsız olmuştu. Bardakçı’da oturuyoruz bir gün yine. 4-5 yaşlarında bir erkek çocuğu Zeki Müren’in önüne geldi, uzun ve boyalı tırnaklarına bakıyor. Gitti annesinin yanına, “Anne, Zeki Müren tıpkı kadın gibi,” dedi. Anne hemen “Sus terbiyesiz,” filan dedi. Zeki Bey oradan seslendi, “Hanımefendi lütfen vurmayın, çocuk ne de olsa benim babası gibi olmadığımı anladı, lütfen eziyet etmeyin,” dedi. Neyse eve dönüyoruz, yolda “Ulan ağzına sıçtığımın çocuğu elime bir geçsen, seni cart diye bölerdim,” diye söylendi. Herkesin arasında hoşgörü gösterdi ama yalnız kaldığımızdaysa “Parçalardım,” dedi. Bu çelişkileri hep yaşadı Zeki Müren. Hiçbir zaman tam anlamıyla rahat olamadı. Mesela seks yapması için mutlaka bir şişe viski bitiriyordu. Ondan sonra da ne yaptığının, kimle yattığının farkında bile olmuyordu. Ertesi gün de “Ben ne yaptım, niye bu kadar içiyorum?” diye kendine kızıyordu. “Bir şeyi yaşarken anlamayı istiyorum ama anlayamadan yaşıyorum,” derdi. Israrla ona içki içmemeyi öğrettim. İçki içmeden de yaşanabileceğini, seks yapılabileceğini öğrettim ama o zaman da çok sinirli oluyordu. Yanına yaklaşılmıyordu. Dengeyi hiçbir zaman bulamadı. Hep aşırıydı, iki uç arasında gitti geldi. Ne yemekte, ne sekste, ne de sevmekte dengeyi bulabildi. Öyle de gitti. Marjinal yaşadı ve öldü. Mesela Bodrum’da her zaman oturduğu “Penguen” adlı bir pastane vardı. Oraya gittik bir gün, Zeki Bey çok şık, gelinliği andıran bir kostüm giydi. Yer ayırmayı unutmuşlar. Hiç yer yok, kaldık orta yerde, “Eyvah rezil oldum,” dedi. Ekrem Bora nerden gördüyse bizi, gelip masasına davet etti de o günü öyle kurtardık. “Nerden giydim bu kıyafetleri?” demeye başladı. Az önce yaptığından, biraz sonra pişmanlık duyabiliyordu.
1979 yazından sonraki her yaz birlikte miydiniz?
Evet, 1979’dan sonra her yaz Bodrum’da birlikteydik. Kışları da 4. Levent 6 numaradaki eve gidiyordum. Ankara’da Tandoğan’da bir daire vardı. Ankara’da olduğu zaman da yine o evde birlikteydik. Son 18 yılının her anında ben de oldum ve her türlü haline yakinen tanıklık ettim.
Gazetecilerle arası nasıldı?
Fotoğraf çekimi sırasında izin alınmasını isterdi. Özellikle kilosunu gösterecek fotoğrafların basılmasını istemezdi. Kendi bilgisi dışında fotoğraf çekildiği zaman, gazetecinin makinesinden filmi almak isterdi. Ama zarar görmesin diye yeni film verdirirdi o gazeteciye. Haşmetli kilosunun görüldüğü bir fotoğraf yer alırsa gazetelerde, günlerce üzülürdü. Bazı şeyleri abartarak yazdıkları için gazetecileri sevmezdi. Fotoğraf çekerken gazeteciler uzaktan bağırıyorlar, “Zeki Bey bu tarafa da bakar mısınız?” Zeki Bey o tarafa dönüyor, yüzünde bir gülümseme ama dişlerinin arasından “Allah belanı versin,” diyor, diğer tarafa dönüyor yine gülümsüyor ama onların duymayacağı şekilde kısık sesle “Geber inşallah,” diyor. Tabii bu sözleri duymuyor gazeteciler. Ama uzaktan baktığınızda gülümsüyor. Bir de hiçbir haberi tekzip etmezdi. Tekzip edilen haberin tekrar gündeme gelip yeniden okunduğunu söylerdi. Basına karşı acımasızdı. Ama gazetecilerin ilgisinin azaldığı zamanlarda da kendisi arar, haber verirdi gazetecilere. Magazinde iki hafta yer almayınca, dolaylı yollardan gazetecilere “Zeki Müren şu gün şurada olacak,” diye haber uçururdu. Gazeteciler geldiğinde de döner “Nerden haber aldınız? Yine mi yakaladınız beni?” derdi.
Yüz binlerce TV izleyicisinin gözü önünde yaşamını yitirdi Zeki Müren. Siz de o anda oradaydınız? Son 18 yılını birlikte geçiren birisi olarak ne hissettiniz?
O görüntüler defalarca televizyonlarda gösterildi. Stüdyoda rahatsızlanınca makyaj odasına aldık Zeki Bey’i. Ve orada yaşamını yitirdi. Eşrefpaşa Hastanesi’ne kaldırdık ambulansla. Yüzü tanınmayacak derecede kızarmıştı. Gazeteciler bir kare fotoğraf çekebilmek için birbirleriyle yarışıyorlardı. Buna müsaade etmedim. Ölmüş bir insanın fotoğrafının çekilmesine gerek yok. Zeki Bey de istemezdi. Tek fotoğraf aldırmadan gasilhaneye indirildi. Zeki Müren öldükten sonra insanlar birdenbire değişti. Daha önce “Ah Zeki Beyciğim bu kıyafet size çok yakışıyor,” diyen terzisi, vefat ettikten sonra “Ben bunların parasını alamamıştım,” demeye başladı. Kalbine yapılan adrenalin iğnesinin enjektörü kalın. Terzisi n’aptı biliyor musunuz? Zeki Müren’in kalbine giren enjektörü alıp çantasına koydu. Hayatımda bundan daha üzücü hiçbir şey yaşamadım. İnsanların riyakârlıklarını öğrendim Zeki Bey’in ölümü sırasında ve sonrasında.
Ne gibi riyakârlıklara tanık oldunuz başka?
Herkes Zeki Müren’le ilgili efsaneler anlatmaya başladı ölümünden sonra. Herkes inanabilir ama beni inandıramazsınız. İşte Zeki Bey İzmir Fuarı’nda kahvaltı ederdi, simit yerdi filan gibi… Bir kere Zeki Müren kahvaltı etmezdi. Hayatında kahvaltı etmedi. Öğleye doğru uyanırdı, kraker gibi bir atıştırmalık yerdi. Çay ve kahve içmezdi. Sıcak içecek içtiğini görmedim. Buzlu bademe bayılırdı. Viskisiyle birlikte buzlu badem yerdi. Şeker hastasıydı. İnsülin iğnesini kendi yapardı.
Zeki Müren’in yüzlerce kadınla yattığına dair şehir efsanesi dolaşır ortalıkta. Bunun hikâyesi nedir?
Bir gün Ankara’dayız. Ayna dergisi muhabiri geldi, İller Sokak’taki eve. Röportaj biterken son olarak, “Sizin için eşcinsel diyorlar doğru mu?” diye sordu. Zeki Bey’in cevabını aynen aktarıyorum: “Hayır. Kim görmüş yatak odasında beni? Ben renkli bir insanım. Makyaj yapıyorum. Operada, balede de erkekler makyaj yapıyorlar. Onların eşcinsel olduğu anlamına mı gelir? Hayır. 500 kadınla yattım.” Ertesi gün büyük bir manşetle “Zeki Müren 500 kadınla yattığını söyledi” diye yayımlandı. Bu şehir efsanesi, Zeki Bey’in o muhabire o gün gırgırla karışık verdiği cevaptan türemiştir. Zaten sık sık şöyle derdi, “Ben normal bir kadın ya da erkek olsaydım, bu kadar büyük şöhret olmazdım. Beni şöhret yapan sesimin güzelliği dışında eşcinselliğimdir.” Kendisinden bunu defalarca işittim.
Adıyla müsemma çok zeki bir insan yani…
Tanıdığım en zeki insan… O kadar çok insanla tanıştım, dünyayı dolaştım. Zeki Bey kadar, kafasında kırk tilki dolaşıp da kuyruklarını birbirine değdirmeyen başka bir insan tanımadım. Sanat dünyasında değil de, iş dünyasında olsaydı yine bir numara olurdu. Çünkü zekasını bu kadar iyi kullanan, nerde, ne zaman, ne yapması gerektiğini çok iyi bilen, politikacı müthiş bir adam. Kime nasıl davranması gerekiyorsa öyle davranırdı.
Ama anladığım kadarıyla da zor bir insandı herhalde… Genelde böyle tutkulu yaşayan insanlarla geçinmek zordur…
Zor bir insandı. Yemesi içmesi, uyuması, her şeyi zor. Uyuyacağı zaman telefonların fişleri çekilirdi. Gözüne siyah maske, kulaklara mum tıkaç, siyah perdeler falan… Bu kadar hazırlığa en ufak bir bardak sesi duysun evi ayağa kaldırırdı. Yemek meselesi ayrı bir dertti. Herkesin içinde yemek yemezdi. Halbuki kahvaltıyı değil ama yemeyi çok severdi. Günde iki öğünü vardı, bir akşam yemeği bir de uyumadan önce sabaha karşı yerdi. Gece boyu içtiği için alkolün acıktırıcı etkisiyle sabaha karşı tencerede dolmalar, onar onar simitler geliyordum eve. Sabaha karşı yediği bu yemeğin ardından uyuyordu. Hiç hareket etmezdi, sol ayak baş parmağında gut vardı, şeker ve kalp hastası. Çok sağlıksız yaşadı.
Peki, siz hiç tartışır mıydınız?
Hayatımda bir kez bağırdım Zeki Bey’e. Sonra yaptığımdan ben de korktum. 1982 yılıydı yanılmıyorsam. Amerika’dan zayıflamış döndü. Bodrum’da kale konseri vermeyi kabul etti. Konsere iki gün kala ben çıkmayacağım diye tutturdu. Hiçbir sebep yok. Basın konseri haber veriyor. Biletler satılmış. TRT yayımlayacak, hazırlıklar yapılıyor. “Ben çıkmayacağım,” dedi. “Paşam çıkmayabilirsiniz ama hakkınızda ne yazacaklar biliyor musunuz?” dedim. “Ne yazarlarsa yazsınlar,” dedi. “Hasta, ölüm döşeğinde diyecekler, AIDS oldu diyecekler, delirdi diyecekler,” dedim. “Yazarlar mı?” dedi. Elimi masaya vurdum ve sert bir üslupla “Sahip olduğunuz şöhret, sorumluluğunuz o sahneye çıkmanızı gerektirir, geriye dönüşünüz yok, ölseniz de çıkacaksınız,” dedim. Hayatında belki kimse onu azarlamamıştır, ben o gün ilk ve son kez azarladım. Hiçbir şey demedi. Kaldı öylece. Yarım saat sonra karar değiştirdi, iki gün sonra sahneye çıktı.
Sanatçı kaprisi dediğimiz sanırım bu. Ama öte yandan çok disiplinli ve çalışkan olduğunu da teslim ediyorsunuz…
Öyle bir insan ki, bir daha gelmeyecek çapta… Sıkıntılar içinde yaşayan büyük bir star. Besteleriyle, filmleriyle, duruşuyla, tarzıyla büyük bir yıldız. Siz gece uyuduğunu sanırsınız, bir bakarsınız yeni bir beste çıkmış. Ben karşısındaki odada kalırdım. Ev halkı uyuyor mu uyumuyor mu bakmaz, son sesle müzik dinler, aylarca çalışırdı şarkılara. Hazır olduğunu hissettiği anda stüdyoyu arar, bavul dolusu bornoz ve havluyla giderdi. Çünkü okurken çok terlerdi. Bir tabureye oturur, dört saz üzerine çalınan altyapıya okurdu. Çok ses katiyen sevmezdi. Sonra o şarkılar çok sesli hale getirilirdi. Ve sabaha karşı terli bornozlarıyla eve gelirdi. Stüdyodan çıktıktan sonra üç gün uyumaz, doldurduğu albümü dinlerdi. Ev halkına, şoförüne, hizmetlisine zorla dinletirdi. Dördüncü günün sonunda da iki gün uyurdu.
Evdeki hizmetlilere de mi dinletirdi?
Tabii. Son bakan hizmetlisi Fatoş’u oturtmuş bir gün, bir buçuk saat şarkı okumuş, dinletmiş. Uçuk kaçık, dünya tatlısı bir adam. İnsan hizmetlisine bir buçuk saat şarkı okur mu? Zeki Müren okur. Süper ve çılgın bir adam işte. Gereğinde deli dolu, yeri gelince çok akıllı. Dengeyi bir türlü tutturamadan, uçlar arasında gelip giderek bu dünyadan geçti.
Selami Şahin’le küs öldüğünü söylüyorsunuz? Nedir bunun nedeni?
- Levent’teki evinde oturuyoruz bir gün. Zeki Bey anjiyo için Amerika’ya gitmeye hazırlanıyor. Başbakan Yardımcısı Kaya Erdem’den Özal’ın kalp doktoru Michael DeBakey’in adresini öğrendik. Randevu aldık. Gün tayin edildi, bilet alındı. Yapımcısı olduğu için Selami Şahin teklifsiz gelip gidiyor tabii. Yine çat kapı çıkıp geldi. Buyur ettik. Zeki Bey kendi içki içmiyorsa, yanında birisi içerse nefret eder, müthiş kızar ama belli etmezdi. Selami Şahin viski istedi. Oturuyoruz. Zeki Bey gayet neşesiz ve asık suratlı. Selami Şahin de tam tersine içtikçe rahatlıyor. Döndü dedi ki, “Zeki Bey Allah göstermesin, siz Amerika’ya gidiyorsunuz ya, ameliyat olacaksınız, gitmeden stüdyoya girseniz de iki şarkı kaydetsek nasıl olur?” Zeki Bey birden değişti ve “Selami, biraz daha zengin olmak için ölmemi mi bekliyordun?” dedi. Yardımcısına “Selami’ye kapıyı gösterin,” dedi ve yukarı çıktı. Biz Selami Şahin’le kalakaldık salonda. Selami Şahin, “Kızdı mı?” diye sordu. “Köpürdü köpürdü, fırtınalar koptu,” dedim. “Ne yapmam lazım?” dedi. “Artık bir şey yapamazsınız” dedim. Zeki Müren, ondan sonra bir daha Selami Şahin’le hiç görüşmedi ve küs öldü. Vefatında da Selami Şahin yanıma yaklaştı, “Affetmedi beni değil mi?” diye sordu. “Hayır affetmedi” dedim. Zeki Bey, Selami Şahin’in o gafını 12 yıl sonra bile affetmedi. Ne kadar enteresan değil mi?
Kamuoyunda, Zeki Müren’le ilgili olarak “Öğrenci yetiştirmedi, kimseye el vermedi, ardında müzikal mirasını sürdürecek kimseyi bırakmadı,” eleştirisi sık sık dile getirilir. Ne diyorsunuz bu konuda?
Doğru. Aynen katılıyorum. Bu konuda egoistti. Mesela benim Türk sanat musikisiyle bu kadar içli dışlı olduğumu, sanatçı olduğumu, güzel şarkı söylediğimi bildiği halde bir girişimi olmadı. Gittiğimiz yerlerde eğer şarkı okumak istiyorsa, önce bana döner “Gökoş, hadi bakalım oku!” derdi, ben daha bitirmeden, alkış başladığında Zeki Bey hemen bir şarkı okumaya başlardı. Benim alkışıma bile tahammül edemezdi. Sanatçıların çoğunda bu var. Benmerkezci, egosantrik görüş, yaratıcı insanlarda oluyor genelde. Sanat camiasında egoizm çok daha hakim bir değer. Sen Zeki Müren’sin halbuki, bir günden bir güne bana “Hadi, gir stüdyoya,” dememiştir mesela. Yapımcılar bize gelip gidiyor, istese yapabilirdi. Ben de talep etmedim. Zaten talep etseydim, anında aforoz ederdi beni.
Dini inancı derin bir kişi olduğu söylenir hep Zeki Müren’in, inançlı mıydı?
Dini inancı olan bir insandı. Abartılı bir inanışla değil ama içten içe, samimiyetle inanan bir insandı. Dua etmeden sahneye çıkmazdı. Sureleri ezbere bilir, mevlüt okurdu. Nazara, şansa ve uğura çok inanırdı. Boğazında mavi bir taş taşırdı. Nazarın çatlattığına inanırdı. Allah inancı vardı. Ama istemediği yere gömüldü. Babasından nefret ederdi, onun yanına gömüldü. Annesini de hiç sevmezdi. “Hayruş” derdi annesine. Ama konuşurken, annesini ve babasını çok sevdiğini söylerdi. Çünkü Türk halkı, anne-babayı sevmemeyi sevmez. Standartlara göre oynardı. Oysa gerçek öyle değildi.
Babasını neden sevmezdi?
Çünkü babasını devamlı şiddet uygulayan, çarpan, döven bir adam olarak anlatırdı. Annesini de şefkatsiz, acımasız bir kadın olarak nitelendirirdi. Bu nedenlerden dolayı sevmezdi anne-babasını.
Zeki Müren, cinsel yönelimini açıkça yaşadı ama cinsiyet değiştirmeyi de reddetti. Transfobik miydi ya da başka bir nedeni var mı?
Hayır, transfobik değildi. Transseksüeller hep Bodrum’a Zeki Bey’e ziyarete gelirlerdi, Kabe gibiydi. Onları güldürür, hoş sohbetler ederdi. Onlar neşelenince o da mutlu olurdu. Ama transseksüellere acırdı. Şefkatli davranırdı. Cinsiyetini ameliyatla değiştirenlerin, kendilerini sakat bıraktıklarını söylerdi. “Farklı hissediyoruz diye kulağımızı, parmağımızı kestiriyor muyuz, niye oramızı kestirelim?” derdi. Bodrum’da kendisini ziyaret eden transseksüellerin bazılarını, içeri alıp muayene ederdi. Oturduğu mekanın arka tarafına alıp, “Bakalım nasıl olmuş?” diye kontrol ederdi. Transfobik değildi. Sadece böyle bir ameliyatı gereksiz bulurdu. Tek öfkelendiği eşcinselliklerini gizleyenlerdi. Çok gizli yaşayıp da eşcinselliklerini saklamaya çalışanların da suratına vururdu. Bu anlamda acımasız bir tarafı vardı. Mesela bir eşcinsel var, ama heteroseksüeli oynuyor. O anlardı hemen. Çağırırdı o şüphelendiği çifti yanına, “Gelin bakalım buraya, hanginiz hanginizi beceriyorsunuz?” diye sorardı. Bir profesör arkadaş vardı eşcinsel, Allah rahmet eylesin, Bodrum’a geldi bir gün. Veterinerlik Fakültesi’nin en büyük anatomi hocası. Zeki Bey’i görünce kaçmaya başladı. Halbuki yakın davransa Zeki Bey üstünde durmayacaktı. Kaçtığını görünce, arkasından “Kıııız o……. profesör gelsene buraya!” diye bağırmaya başladı.
Özel yaşamında son derece rahat ve cüretkâr bir Zeki Müren bu…
Elbette. Bakın bir akşam açık hava sinemasına gittik. Kimse görmeden, gizlice girip oturduk. Orhan Gencebay’la Müjde Ar’ın bir filmi gösteriliyor. Filmde şöyle bir sahne var: Müjde Ar, Orhan Gencebay’a “Kader seni sazcı, beni de o…. yaptı,” diyor. Zeki Bey oturduğu yerden “Ah beni de, beni de!” diye bağırmasın mı! Sesinden tanıdılar Zeki Bey olduğunu, film durdu. Ara verdiler hemen. Çılgınca bir şey bu. Bugün hangi ses sanatkârı böyle bir çılgınlığı yapabilir ki… Ben hayatımda bu kadar çılgın bir insan görmedim. Hiçbir kural tanımadı hayatında. Ama sanatında, sahnesinde üzerine yok. Bu kadar ciddi, bu kadar disiplinli başka bir insan görmedim. Özel hayatında ne kadar pervasız ve rahatsa, işinde o denli disiplinli ve ciddi. Randevularına hep 5 dakika önce gitmiş, kimseyi bekletmemiştir. Bekleteni hiç sevmez ve affetmezdi. 5 dakika geç kalsanız, sizinle konuşmazdı. İş ahlâkı süper bir adamdı. İş ciddiyeti olağanüstüydü, sanatkârlığı muhteşemdi. Diksiyonuyla, ruhuyla, duygularıyla şarkıları yaşayan adam. Ama özel hayatı çok rahat. Özel hayatı ile sanat hayatı birbirine o kadar zıt…
Zeki Bey’in bu özel yaşamındaki cüretkâr davranışlarına dair tanık olduğunuz anılarınızdan başka neler var?
Anlatacak o kadar çok anı var ki aslında… Sanatçı arkadaşlarıyla gülüp eğlenmeleri… Osman Yağmurdereli var mesela. Yağmurdereli ‘s’leri söyleyemediği için, ona s’li cümleler söyletip yerlere yatardı gülmekten. Osman’a dönüp “Söyle bakalım Osmancığım” deyip, zorla “sülalesini s… serseri” dedirtirdi. Belden aşağı konuşmaya bayılırdı Zeki Bey zaten. Çok içkiliyse, belden aşağı davranmaya da bayılırdı. Benim onu sık sık dengelediğim zamanlar olmuştur. Ne olursa olsun, onun gibi ünlü bir starın toplum içinde belli kurallara riayet etmesi lazım. Ama Zeki Bey, son derece rahat davranan bir insandı. Yanındaki erkeklere tacize kadar varabilen bazı hareketler yapardı ama söz konusu Zeki Bey olduğu için o topluluktan hoş görülür, gülünüp geçilirdi. Yanındaki erkek buna izin vermezse de sert çıkardı, “İndir fermuarını lan!” diye. Bir gün yine bir masada oturuyoruz, yanında sanırım hoşlandığı bir erkek var. Bir yandan da görülüyor muyum diye cin gibi bakıyor etrafa. Masanın altından bir şeyler yapıyor. Tırnağı kırılmış o sırada, hemen tırnak makası istedi. “N’oldu paşam?” diye sordum, gülerek “İş kazası” dedi. Kendisi de gülmekten yerlere yatıyor ama… Bu kadar muzip, kendisiyle gırgır geçen dünyada hiç kimse yoktur. Kendisiyle ilgili fıkraları anlatır, çevresindekileri yerlere yatırırdı gülmekten.
Ekranlarda ve sahnelerde o müthiş diksiyonuyla tam bir İstanbul Türkçesi konuştuğunu biliyoruz Zeki Bey’in. Özel yaşamında nasıldı?
Zeki Bey çok açık konuşurdu, belden aşağı konuşurdu hatta etrafındakiler dayanamazlardı. Çok rahattı konuşurken. Her şeyi adlı adınca söylerdi. Çevre masadakiler duyarsa da, “Dinlemeyin bizi!” diye bağırırdı. Kendisiyle dalga geçebilen bir insandı. Çoğu insan yapamaz bunu. Herkes kompleksten geberir. Zeki Müren, demokrasinin en üst sınırı olan, kendisiyle dalga geçmeyi çok iyi becerirdi. Yine bir gün Ankara’dayız. TRT’de ödül töreni var. Uğur Dündar, Erol Evgin, bakanlar, TRT Genel Müdürü falan var. Hep birlikte oturuyoruz. Canan Kumbasar sunacak programı. Dolaşıyor etrafta. Yerde bir şeyler arıyor. Zeki Müren’in dikkatini çekti, “Ne arıyorsun Canancığım?” dedi. O da, “Zeki Bey küpemin tekini düşürdüm de onu arıyorum,” dedi. Zeki Bey birden bağırarak “Ah,” dedi, “Yıllar evvel ben düğmeyi kaybettim, bulan var mı?” Uğur Dündar kalktı ayağa, gülmekten yerlere yuvarlanacak neredeyse. TRT Genel Müdürü, bakanlar şokta… Zeki Bey’in umurunda değil ki… Herkes onu öyle kabullenmişti, böyle çıkışlar yapmadığı zaman yadırgıyorlardı.
Peki, aşık oldu mu hiç? Tutkulu, gerçek bir aşk yaşadı mı hayatı boyunca?
Hiçbir zaman aşkı da bulamadı, yaşayamadı da. İşte bir tek, Cihangir saunada tanıştıkları ve dört yıl yaşadıkları üsteğmen pilot vardı. Büyük bir aşk doğmuş aralarında. Adanalı Reşat Parmaksızoğlu. Bandırma’da görevliydi. Zaten bu gizli bir şey değil. Yıllar önce Haftasonu gazetesinde yayımlandı. Ama o adamın ölümüne sebep oldular. Zeki Müren’in yardımcılarından Mustafa Kalafat, işe benim aldığım bir adam. Hülya Avşar Show’a katıldı televizyonda. Zeki Bey’in özel hayatını anlattı, ona sadece bir lokanta açacak para vermişler. Şirince’de küçük bir restoran açtı. Şimdi yok ortalarda. Ben ne yaptım peki? Haftasonu’ndan Ateş Bey’i aradım ve “Bir sayfa ayırın,” dedim. Mustafa Kalafat’ın marifetlerini anlattım: “Mustafa Kalafat askere gitmemek için memelerini büyütüp eşcinsel raporu almıştır,” dedim. Bu haber yayımlandı. Şimdi Rize’ye gidemiyor. Sen misin bunu yapan? Ben de bunu yaparım. Muazzez Abacı n’aptı mesela? Zeki Bey’in sesi üzerine düet diye bir albüm çıkardı. Zeki Bey’in sesini kullanarak düet yaptılar. Sonra vakıf onları mahkemeye verdi. Böylesine kötü olaylar yaşandı maalesef ölümünden sonra…

GÖKSENİN ÇAKMAK KİMDİR?
20 Ocak 1946’da İzmir Alsancak’ta doğdu. İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden mezun oldu. 38 yıl kamu okulları, özel okullar ve dersanelerde felsefe grubu öğretmenliği ve yöneticilik yaptı. Müzik hayatına Ankara Radyosu’nda başladı. Türk Sanat Müziği sanatçısı olarak sahneye çıktı, radyo ve televizyon programları hazırladı. Profesyonel olarak sahnede ve televizyonlarda sunuculuk yaptı. 1979’da Zeki Müren’le tanıştı. 18 yıl boyunca Zeki Müren’in en yakınındaki isim olarak tanındı.Zeki Müren, TRT İzmir Stüdyosu’nun makyaj odasında vefat ederken de arkadaşının yanındaydı.
Göksenin Bbey de baya sır açıklamış oldu, ölümünden sonra herkes bir sır açıklamış diye yeriyor başkalarını ama yapmasaydı iyiydi. Olsun, zevkliydi okumak. ihihihihihi Aslanım be Zeki abi!
Az önce rüyamda zeki muren gördüm,öldüğünün farkında değil,bu yaz bodruma evine ziyarete gittim ,müze olan, bir adet resim çekmedim,belki rahatsız olur diye.evi cok sade,sahnedeki gibi değildi.ve durmadan şarkıları çalıyordu.2020….nebiye.
Keşke anlatmasaydınız da sizde sır kalsaydı bazı şeyler