Yazarlığı meslek edinmeyi kafasına koymuş bir delikanlının, kahramanı bildiği bir yazarın iltifatını duymasıyla nasıl cesaret kazanacağını tahmin etmek zor değil. Dünya edebiyatının en esaslı yazarlarından James Joyce için de böyle oldu. Bir anlamda, edebiyat dünyasına başka bir büyük yazarın manevi himayesinde adım attı.
James Joyce henüz bir üniversite öğrencisiyken, Norveçli oyun yazarı Henrik Ibsen’in tutkulu bir hayranıydı. Arkadaş ortamlarında Ibsen’i yere göğe sığdıramıyor, drama tarihinin en tepesine yerleştiriyor, Ibsen oyunlarının pek rağbet görmediği ve büyük tartışmalar kopardığı zamanlarda kahramanını hararetle savunuyordu. Hayranlığını Ibsen’i özgün dilinde okuyabilmek için Danca öğrenecek kadar da ileri götürmüştü.
1900 yılının sonbaharında The Fortnightly Review dergisi için Ibsen’in Biz Ölüler Uyanınca adlı son oyunu hakkında övgü dolu bir eleştiri kaleme aldı. O sıralarda henüz 18 yaşındaydı ve yayımlanan ilk yazısıyla Ibsen’in dikkatini çekti. Yazıyı okuyan Ibsen, derginin editörü William Archer[i] aracılığıyla Joyce’a teşekkür ettiğini bildirdi. Joyce ise bu teşekkürü ömrünün sonuna dek unutmayacağını söylemekle yetinmedi, bir yıl kadar sonra yazdığı mektupla Ibsen’in 73. doğum gününü kutlama ve idolüne duyduğu hayranlığı kendi meşrebince dile getirme fırsatını buldu. Elbette mektubunda gururundan ödün vermeden, coşkuyla kendini övmekten de geri durmayacaktı:
28 Nisan 1901
Efendim,
Size yetmiş üçüncü doğum gününüzde tebriklerimi sunmak, bütün dünyadaki hayranlarınızın arasına katılmak için yazıyorum. Son oyununuz Biz Ölüler Uyanınca’nın yayımlanmasının hemen ardından, bir İngiliz dergisinde (The Fortnightly Review) eserinizi takdir eden bir değerlendirmenin çıktığını hatırlarsınız. Gördüğünüzü biliyorum, çünkü kısa bir zaman sonra Bay William Archer bana gönderdiği mektubunda sizden birkaç gün önce aldığı mektupta ‘Fortnightly Review’de cömert ve dilini yeterince bilseydim çok teşekkür edeceğim Bay James Joyce’un eleştirisini okudum, daha doğrusu heceleyerek okudum” diye yazdığınızı anlattı (Gördüğünüz üzere dilinize pek hakim değilim, ama niyetimi anlayabileceğinize inanıyorum). Mesajınızın beni nasıl duygulandırdığını anlatamam. Ben genç, çok genç bir adamım ve duyguların böyle oyunlarından söz etmem belki sizi gülümsetecek. Ama eminim ki hayatınızın benim gibi bir üniversite öğrencisi olduğunuz yıllarına dönerseniz ve benim size verdiğim gibi çok kıymet verdiğiniz saygın birinden bir kelime duymanın ne anlama geleceğini düşünürseniz, hissettiklerimi anlayacaksınız. Pişman olduğum tek şeyi söylemem gerekirse, henüz olgunlaşmadan aceleyle yazılmış makalem daha iyi ve övgünüze layık olabilecek biçimde karşınıza çıkmalıydı. Yazımda kasıtlı bir aptallık yok, ama gerçekten daha fazlasını söyleyemem. Eserinizin yeniyetmelerin insafına kalması canınızı sıkabilir, ama aceleciliği de cesaretsizliğe ve yapmacık çelişkilere yeğleyeceğinize eminim.
Daha ne diyeyim? Ya bilinmediğiniz veya az bilindiğiniz bir üniversitede adınızı cüretle andım. Drama tarihindeki hak ettiğiniz yeri sizin için savundum. Bana göre en büyük üstünlüğünüz olan, herkesi aşan azametli kudretinizi anlattım. Hicviniz, tekniğiniz ve orkestra uyumunuz gibi olağan becerilerinizi de ileri sürdüm. Kahramanperest biri olduğumu sanmayın, öyle değilim. Münazara grupları gibi toplulukların arasında ne zaman sizden söz etsem beyhude ağız kalabalığına bel bağlamadım.
Ancak biz en değerli şeyleri hep kendimize saklarız. Onlara beni size neyin bu kadar yakından bağladığını anlatmadım. Belli belirsiz sezinleyebildiğim hayatınızı anlamanın beni nasıl gururlandırdığını, mücadelelerinizin bana nasıl ilham verdiğini (apaçık maddi mücadeleler değil, alnınızın gerisinde verilen ve kazanılan mücadeleler), hayatın gizemini açığa çıkarmaktaki inatçı kararlılığınızın beni nasıl yüreklendirdiğini ve sanatın, refiklerin, törelerin genel kanunlarına mutlak aldırmazlığınızla manevi kahramanlığın ışığında nasıl yürüdüğünüzü anlatmadım. Şimdi bunları size yazıyorum.
Artık dünyadaki işiniz sona eriyor ve sessizliğe yakınsınız. Sizin için karanlık yaklaşıyor. Birçokları bunları yazar, ama bilmezler. Yalnızca son oyununuzun, John Gabriel Borkman’ın[ii] sonunun ve manevi gerçekliğinin (bu yolda gidebildiğiniz kadar gitmiş olsanız da) önünü açtınız, onu ayrı tutuyorum. Ama daha yüce ve kutsal aydınlanmanın ileride olduğuna eminim.
Seslendiğiniz genç kuşaktan biri olarak sizi selamlıyorum — alçakgönüllülükle değil, çünkü ben gösterişsizim siz göz kamaştırıyorsunuz; hüzünle değil, çünkü siz yaşlısınız bense gencim; küstahça veya duygusallıkla da değil, neşeyle, umutla ve sevgiyle, sizi selamlıyorum.
Saygılarımla,
James Joyce
[i] Ibsen’in oyunlarını İngilizceye çeviren İskoç oyun yazarı ve eleştirmen.
[ii] Ibsen’in Biz Ölüler Uyanınca’dan önce yazdığı 1896 tarihli oyun.
Kaynaklar: BrainPickings, OpenCulture
Enaniyeti elden bırakmadan cümleleri resmen insanın kafasında raks ettirmiş…bu güzel yazı için teşekkürler…