Geçen hafta AKP iktidarı skandallarla dolu tarihine bir yenisini daha ekledi, iktidar ve ortakları adına kritik bir eşiği daha aştı. Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Anayasa Mahkemesi’nin Türkiye İşçi Partisi Milletvekili Can Atalay’ın başvurusunda verdiği karara uymama, Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesi için TBMM’ye bildirimde bulunma ve Anayasa Mahkemesi’nin üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunma hükümlerini içeren bir karar yayımladı. Karar bir “yargı darbesi” olarak adlandırıldı, başta hukukçular olmak üzere muhalefetin hemen her kesiminden ciddi tepkiler aldı. Karar üzerine CHP Genel Kurulu’nda “adalet nöbetine” başladı, barolar AYM önüne yürüdü, avukatlar adliyelerde eylemler düzenledi.
Söz konusu karar hakkında özellikle hukukçular kararın neyi getirip neyi götüreceğiyle ilgili yorumlar yaptılar, yazılar yazdılar. En basit haliyle, açık bir anayasasızlık sürecini getirecek kararın arkasında iktidar ve ortaklarının güç çekişmesi ve “yeni anayasa” hazırlığı olduğu da sıkça dile getirildi. 1961’den bu yana süren Anayasa’nın üstünlüğü ve bağlayıcılığı, hukuk devleti normları çiğnendi. TBMM’ye ve yurttaşın egemenliğine yeni bir darbe daha indirildi. Yargıtay-AYM kavgası, devlet içindeki bir kavgayı deşifre etti. Bu arada AKP içinden de farklı sesler yükseldi, kararı eleştirenlerin karşısına Saray’dan bazı isimler çıktı. Bu isimlerden Mehmet Uçum, “daha ne kadar şeyi millileştirebilirler ki?” sorusu aklımızdayken yargının da millisinin olduğunu belirtti, karara karşı çıkanları “milli yargıya” karşı çıkmakla suçladı. Kısacası, değişen rejime rağmen 100. yılını kutladığımız Cumhuriyet’e ve eski Türkiye’ye dair bildiğimiz, hukukun üstünlüğü, yargının bağımsızlığı, meclis iradesi, kuvvetler ayrılığı gibi kavram setleri bir kez daha boşa çıktı.
Kararın etkisi ve tartışmalar süreceğe benziyor. Yargıtay-AYM krizinde ya da devlet içinde yapılandığı söylenen bazı çeteler arasındaki bu kavgada kazanan kim olacak bekleyip göreceğiz ama kaybedenin kim olacağı açık: Toplumsal muhalefet. Bu yazıda, Yargıtay kararını tartışmayı hukukçulara bırakarak bu sürece nasıl geldiğimizden bahsetmeye çalışacağım. Anayasa’nın çiğnendiği, talimatlarla çalışan mahkemelerin tarihsel kararları verdiği bugüne nasıl geldik?
Söz konusu kararın kendisinin bir utanç vesilesi olması dışında bir misyonu daha var: Bütün muhalefet adına da bir utanç belgesi özelliği taşıyor bu karar. Yapılan her hukuksuzluğa tepkisizleşen, “tepki göstermenin iktidara yarayacağını” düşünerek pasifize edilmiş bir muhalefet inşa eden, tepki göstermeyi yalnızca sandıkla sınırlayan herkesin bu kararda payı var. Var olan eşitsizliğe, hukuksuzluğa karşı ses çıkarırken “ama” veya “fakat” diyen, olaydan önce özneye bakan ve özneye göre reaksiyon geliştiren herkes bugün toplumsal muhalefetin geldiği yerde sorumluluk sahibi. Can Atalay’a yapılanın hukuksuz olduğunu kabul eden ama partisini beğenmediği için ses çıkarmayan, Selahattin Demirtaş’a yaşatılanın adaletsizlik olduğunu bilen ama siyasi pozisyonunu doğru bulmadığı için susan herkes büyüyen sessizlikte pay sahibi.
Yurtta intihar eden veya asansör kazasında hayatını kaybeden bir gence bakıp da kendi çocuğunuz ölmediği için şükrettiğiniz her gün, sizin çocuğunuz için de bir tehdit olacak. İhmal sebebiyle hayatını kaybeden binlerce işçiye “o da kaskını taksaymış” dediğiniz her gün, bu cinayetler daha da artacak. “Eğitimde gericileşmeden bana ne, benim çocuğum zaten özel okula gidiyor” dediğiniz her an, gericileşme sizi de kuşatacak, laiklik size de lazım olacak. Talan ve yağma düzeni nedeniyle depremde yiten on binlerce yurttaşımıza bakıp “Neyse ki bizim başımıza gelmedi” diyip sustuğunuzda, bir gün oturduğunuz ev de aynı sonu yaşayacak. “Biz o kadar üniversite okuduk, işçiler bizden çok para kazanıyor” diyerek sınıfsal pozisyonunuzu reddettiğiniz her gün tekrar sömürüleceksiniz, yoksullaşacaksınız. Siyasetin içinde olup memleketi değil de sadece kendi koltuğunuzu umursadığınızda, bir gün koltuğunuz da alaşağı olacak. Kendi pozisyonunuza, koltuğunuza, evinize, arabanıza, sosyal hayatınıza bakıp da yanı başınızdaki adaletsizliğe ses çıkarmadığınız her gün sizin hayatınız da risk altında olacak. O yüzden öznenin kim olduğuna bakmadan; hukuksuzluk, eşitsizlik gördüğünüzde büyüttüğünüz her ses örülen çığlığa destek olacak ve gün gelecek o çığlık düzenin karşısında direnen en büyük güç olarak kendini gösterecek.
Kafamızı kuma gömdüğümüzde, “Sinirlerim bozuluyor artık Twitter’a girmiyorum, haberleri okumuyorum” dediğimizde ülkede yaşanan karanlık son bulmayacak. Zira bu karanlıktan aydınlığa bizi götürecek tek şey dayanışmak ve birlikte mücadele etmek.
Birilerinin şahsına ve siyasi pozisyonuna göre geri durduğumuz, amalar ve fakatlar ürettiğimiz her hukuksuzluk bir gün gelip bizim kapımızı çalacak. Kitleselleşemediğimiz her gün bu saldırılar daha da büyüyecek. “Bu kadarını da yapamazlar” dediğimiz ne varsa, yan yana durmazsak, hepsini yapacaklar. Geç oldu demeden bir yerinden bu kitleselleşmeyi sağlamalı ve direnmeliyiz.
Düzenin bizi hapsettiği bireysellik ve yalnızlık çukuru, toplum olma vasıflarımızı yitirip etkisiz, sessiz bir toplama dönüşme hali, hayatı üretenlerin aslında bir sınıf olduklarını reddedişi, örgütlenmenin veya sendikalaşmanın sanki arkaik bir mücadeleymiş gibi sunuluşu, borçlanmayla sesimizin kısılması, milliyetçilik ve siyasal islam kuşatması keyfiliğin tek norm haline gelmesine yol açtı. Bu keyfiliğe karşı örgütlülüğümüzden, mücadeleden başka bir şansımız yok.
Direnmek yerine kaçış yolları bulduğumuz, çare üretmek yerine kestirmeler uydurduğumuz her an daha da dibi göreceğimiz çok açık. Bu kuşatmaya karşı direnmek de, toplumun her kesimiyle aramıza konan o bariyerleri kaldırmak da artık bir yurttaş sorumluluğu. Kolektif bir iradeyi örmeye her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. İnatla, sabırla güçlü bir toplumsallığı yeşertmekten başka çaremiz de yok. Mücadelemizi dizeleriyle dokuyan Nazım’ın da dediği gibi:
“İçerde bir tarafınla yapayalnız kalabilirsin,
Kuyunun dibindeki taş gibi.
Fakat öbür tarafın
Dünyanın kalabalığına
Öylesine karışmalı ki,
Sen ürpermelisin içerde.”
Size ihtiyacımız var. Buraya kadar geldiyseniz, hatırlatmak boynumuzun borcu. Türkiye gibi geleceği ziyadesiyle belirsiz bir ülkede, elimizden geldiğince nitelikli yayıncılık yapmanın imkanlarını araştırıyoruz. Güvenilirliğini küresel ölçekte yitirmiş medya alanında hâlâ iyi işler çıkarılabileceğini göstermek istiyoruz.
Bağımsız yayıncılığı desteklemeniz bizim için çok değerli. vesaire’nin dağıtımının sürekliliğinin sağlanmasında ve daha geniş kesimlere ulaşmasında okurlarımızın üstlendiği sorumluluk özel bir anlam taşıyor. vesaire’yi tek seferliğine veya düzenli desteklemek için patreon sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.