Yaratıcı bir işle meşgul olan herkes, üretkenliklerini azami seviyeye yükseltmek için günlerini planlamanın ne kadar zor olabileceğini bilir. Uyanır ve hemen yazmaya mı başlarsınız? Zinde tutacak bir kahvaltı et, yürüyüşe çık ve eve dönüp resminin başına otur? Uyumadan önce beş saatinizi beste yapmaya mı ayırırsınız, çünkü bu en iyi çalıştığınız zamandır? Çalışmanın ötesinde başka sorular da doğuyor: Bir gecede ihtiyacınız olan uyku kaç saattir? Günde kaç fincan kahve içmelisiniz?
Bizim için doğru olan rutini belirlemek yıllarımızı hatta onlarca yılımızı alabilir, ve buna rağmen bu rutinler değişiklik gösterebilir. Bu yüzden bu süreçte kılavuzluğa gereksinimin duyarız. Ek olarak, yaratıcı beyinlere sahip atalarımızın zamanlarını nasıl planladığı sorusu büyüleyici bir malzemeyi meydana getirir. Bu Mason Currey’nin 2013 tarihli Daily Rituals: How Artists Work kitabının konusuydu. Şimdiyse Info We Trust’tan RJ Andrews tarihimizdeki yaratıcı isimlerin günlük rutinlerini takip eden data görselleri hazırlamak için işe koyuldu.
Beethoven, görünen o ki, kahvesine fazlasıyla düşkündü, 1822 ila 1827 arası her sabah bir fincan kahvesinde 60 kahve çekirdeği sayardı. Belli ki Balzac daha da takıntılıydı, gününün 13,5 saatini çalışırken geçirdiği esnada 50 fincan sade kahve içerdi (akşamüzeri 6’dan sabaha karşı 1’e kadar uyurdu). Freud, Dickens, Tchaikovsky ve John Milton günlük yürüyüşlerini aksatmazdı, Le Corbusier ise sabah jimnastiği yapar ve Victor Hugo da plajda uzun ve yorucu egzersizler yapardı. Flaubert, özellikle Madame Bovary’yi yazdığı beş yıl boyunca her gün annesiyle konuşurdu. Mozart ise 1781 yılında hiç de azımsanmayacak iki saatini her gün, bir yıl sonra evleneceği Costanze’ye kur yapmakla geçirirdi. Maya Angelou, Virginia Woolf’un Kendine Ait Bir Oda (A Room of One’s Own) teorisini kanıtlarcasına, 1983 yılı boyunca her sabah evinden çıkıp yedi saat çalışmak için bir otel veya motel odasına giderdi. Andrews’un tablosunda yer alan 16 sanatçı, gecede yedi saatini uykuya ayırıyordu (Mozart en az uyuyanları: Gecede sağlıksız bir beş saat).
Maya Angelou haricinde tablodaki bütün sanatçıların beyaz erkekler olduğunu ve hepsinin de 18. ve 19. yüzyılda yaşadığını ve çalıştığını dikkatli okuyucular fark edecektir. Bu da demek oluyor ki bu insanların Andrews’un “kıt kanaat geçinenler” olarak kategorize ettiği grupta yerleri yok. Andrews tablosundaki önyargıların bazı unsurların kombinasyonu olduğunu e-posta yoluyla açıkladı. Kendi kişisel bilgi ve eğilimleri, Currey’nin kitabındaki ortalama bir tam günü netleştirebilmek adına gerekli olan datanın yeterliliği ve tabii ki, tarihi koşullar.
İnsanların satın almaya paralarının yettiği duvar saatlerinin çoğalması sayesinde saatin farkında olmaya başlamalarıyla başlayan ve 20. yüzyılda teknolojinin hayatları tamamen ele geçirmesi ve çok daha az insanın gününün herhangi bir saatinde yaratıcı bir rutin gerçekleştiriyor olması ile biten çok önemli bir nokta var. Bu nokta ise (saatlerden teknolojinin gelişimine kadar) batılı aydınlanma modellerinin 18. ve 19. yüzyılda dünyayı ele geçirmesiyle çok yakından ilintili.
Victor Hugo’nun her sabah günlük atış talimiyle uyanması, Darwin’in uykuya dalmadan önce yatakta uzanıp iki saatini problem çözmeye ayırması veya W.H. Auden’ın sert votka martiniler eşliğinde bir akşam yemeği ile dört buçuk saat misafir ağırlayarak her gününü tamamlaması gibi, yapabileceğimizden fazlasını yapmaya kalkmamalıyız. Gün içinde gerçekten çok az saate sahibiz ve birçoğumuz zar zor geçinirken aynı zamanda olabildiği kadar da üretken olabilmeyi umuyor.
* Bu yazı, Jillian Steinhauer’in hyperallergic.com’da yayımlanan makalesinden çevrilmiştir.