Yakarsa dünyayı garipler yakar

BENİM VAROŞ HİKAYEM (Yunus Ozan Korkut, 2016).
BENİM VAROŞ HİKAYEM (Yunus Ozan Korkut, 2016).

Geçen haftalarda dünyada rap müziğin 50. yaşını kutladık. Bizim neredeyse 20 yıl gecikmeyle tanıştığımız bu köklü altkültürün yıldönümünü memlekette ilk kutlayanlardan biri, ne hikmetse, Ertuğrul Özkök oldu. Hip hop müziğin doğası gereği “yandaş” olamayacağını söylediği yazısında, “yandaşlık” hakkında atıp tutabilmesi bir yana dursun, aslında “hip hop” diyerek yanlış çerçevelendirdiği rap müziğin 90’ların vasatlıklarıyla ünlü köşe yazarlarının bile gündemine oturması bir açıdan ilginçti, çünkü bu rüzgârın tersine döndüğü anlamına gelebilirdi. Dinleyicilerinin cehaletle, eğitimsizlikle, suçla bağdaştırıldığı bir altkültür ancak inkar edilemeyecek düzeyde popülerlik kazanınca her dönemin şaklabanlarının “varoşun iktidarı” övgüsünü hak edebildi. Vaktiyle arabesk için olduğu gibi.

Bu yaz, Halodayı ve Uzi’nin şarkılarıyla öne çıkan Azer Bülbül sample ve mash-uplarıyla epey karşılaştık, rap şarkılarında arabesk ezgilerden yararlanmak yeni karşılaştığımız bir trend de değildi. Haliyle, popüler kültürü 2+2=4 üzerinden okuyan, bırakın gençliği tanımayı artık kendi gençliğini bile hatırlamayan bir grup boomer’ın ısıtıp ısıtıp önümüze koyduğu “rap yeni arabesk mi?” sorusu bir kez daha gündemimize oturdu.

Yazıya başlarken, elbette her iki türün de hem değerli hem de vasat örneklerinin olduğunu hatırlamak, bu tartışmanın müzikal başarıdan ziyade kültürel etki üzerinden kurulduğunu da bir not olarak belirtmek isterim.

Kendimize yabancı olanı anlamak için onu başka bir şeye benzetme kolaylığına kaçan arabesk=rap denkleminin oldukça basit üç argümanı vardı: Rap de, arabesk de kenar mahallelerde doğmuştu. Rap de, arabesk de “yüksek kültürü” alaşağı ederek altkültürü popülere yerleştirmişti. Rap de, arabesk de “yoz” sözleriyle ve kötü müzikalitesiyle dinleyicilerini uyuşturuyordu. 2000’lerin başında yepyeni bir tür gibi yükselen arabesk-rap de denkleme eklenince taşlar yerine oturdu. Rap, yeni arabeskti ve tıpkı arabesk gibi küçümsenmeye mahkumdu.

Arabeski ortaya çıkaran sosyolojik sebeplerin temelinde göç olgusu yatıyordu. Köyden kente gelen milyonlarca insan, kendilerini kültürel bir sıkışmışlık içinde buldular. Ne kentin Batılı müziğinden etkilenecek kültürel sermayeye sahiptiler ne de köyden taşıdıkları halk müziği yeni dertlerini ifade etmeye yetiyordu. Bu noktada arabesk onlar için bir anlamda “müziğin minibüsü” oldu. Henüz yolu bile olmayan gecekonduları şehir merkezine yaklaştıran, devletin karşılamadığı ihtiyaçlara çözüm olan bir araçtı. Ancak zaman içinde gecekondular merkezileştikçe, oy sevdalısı hükümetler imar aflarıyla tapu dağıttıkça, minibüs güzergahlarına otobüs hatları geldikçe ve ilk kuşak göçmenler artık yerli oldukça, arabesk de şekil değiştirdi. Başka türlerle iç içe geçti, nihayetinde merkeze ulaştı, eriyerek kayboldu. Zamanında televizyonlarda bile yasaklı olan şarkılar, birdenbire seçim propagandalarına bile meze oluverdi. Dinleyiciler dahil kimse de bu değişimin karşısında duramadı.

Öte yandan rap müziğin geçmişi, arabeskten daha köklü ve küreseldi. Rap’in merkezi her zaman varoşları da içine alan kentti. Arabeskin bahsettiği sıla ya da gurbetin aksine, rap köklerini bulduğu bir “semt kültürü” etrafında şekillendi, orada büyüdü, hatta orayı büyüttü. Arabeskin aksine köklerinden utanmadı, hatta köklerine duyduğu inanç sayesinde varoşla her zaman dirsek teması kurabildi. Bu anlamda ne kadar üretim ilişkilerine entegre olursa olsun, sarsılması arabesk kadar kolay olmadı.

Rap’in doğası gereği, gerçekten varoşlardan gelen, hayallerini beat yaparak ya da söz yazarak gerçekleştirmiş gençlerin para kazanınca analarının ak sütü gibi helal gördükleri altın zincirlerle, arabalarla ya da pahalı markalarla caka satmaları aslında sanılanın aksine bir çelişki değil. Zamanında onları ötekileştiren toplumu taşla, tüfekle, silahla tehdit etmeleri de. Dolayısıyla sözleri bizzat politik olsun ya da olmasın, içinde barındırdığı öfke hiçbir zaman kaybolmayacak bir türün böylesine anaakımlaşmasından bahsederken iki kere düşünmek gerekiyor. Bir ucu suçluyu övmeye, diğer ucu ise yoksulluğa başkaldırmaya varabilecek bir potansiyelin nasıl yönleneceği biraz da tartışmayı kurduğumuz zeminle ilgili.

Arabeskle rap’in ortak noktaları var mıdır? Mutlaka. Peki, rap müzik arabeskten besleniyor mu? Elbette. Ancak bu benzerlikler ikisini aynı denkleme yerleştirmeye yetmez. Arabeskin pasif kaderciliğinin hiçbir zaman soyunmadığı kadar aktif bir isyanı örgütleme potansiyeli taşıyan rap, bir gün Spotify listelerinin üst sıralarından kaybolduğunda, sokaktan da kaybolmayacak. Varoşlar oldukça rap de hep varolacak.

Elbette isyanın “i”sinin bile zikredilemediği güncel ortamda, rap müziğe kendinden menkul bir kıymet yükleyip dinleyicilerini politize etmesini beklemek gerçekçi değil. Zira anaakımlaşan her şey gibi, rap de artık çoğunluğun ortak korkularını ve kaygılarını taşıyor, eskisi kadar cesur değil. Üstelik toplumun bireyci “sen önce kendini kurtar” hezeyanından da hiç olmadığı kadar nasibini almış durumda. Yine de kuyuya bir isyan taşı atılabildiğinde arkadan gelecek ilk sesin rap’ten çıkacağını bilmenin de, parlak koltuklarda artık varoştan gelen çocukların da oturabileceğini görmenin de bir hazzı olduğu yadsınamaz.

Aslında arabesk ile rap’i aynı denkleme yerleştiren söylemde, iki türün benzerliğinden çok daha fazlası yatıyor: daima altkültürü aşağılayan, yoksulların yetersiz ekonomik kaynaklarla ürettiklerini bir türlü yeterince “derinlikli” bulamayan ve hatta bununla dalga geçen burjuva bakış açısı. Aynı bakış açısının şimdi eğlence endüstrisinin gün gibi rapçilere muhtaç olduğu bir dönemde arayı bozmaktan kaçınır gibi övgü dolu cümleler kurmaya başlaması iki yüzlülüğü ise hiç tuhaf değil, burjuvalığın şanından.

Size ihtiyacımız var. Buraya kadar geldiyseniz, hatırlatmak boynumuzun borcu. Türkiye gibi geleceği ziyadesiyle belirsiz bir ülkede, elimizden geldiğince nitelikli yayıncılık yapmanın imkanlarını araştırıyoruz. Güvenilirliğini küresel ölçekte yitirmiş medya alanında hâlâ iyi işler çıkarılabileceğini göstermek istiyoruz.

Bağımsız yayıncılığı desteklemeniz bizim için çok değerli. vesaire’nin dağıtımının sürekliliğinin sağlanmasında ve daha geniş kesimlere ulaşmasında okurlarımızın üstlendiği sorumluluk özel bir anlam taşıyor. vesaire’yi tek seferliğine veya düzenli desteklemek için patreon sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.

1 Yorum
  1. Ülkede maalesef her kültürün tabakalarının birbirinden kopukluğu temel sorunlarından biri sokaktan yükselerek tepelere çıkan müzisyenlerin bir süre sonra geldiği yerdeki sorunlar yerine popüler kültüre hitap ediyor olması hemen her kültürde benzer örnekleri görmek artık kaçınılmaz kültürel olarak bir bağlamdansa artık sadece fakir ve zengin ayrımı yapılmaya ve buna mahkum kalmaya itiliyoruz.

Muhabbetimiz daim olsun...

Benzer Yazılar
daha fazla

Şiir nereye kayboldu?

Şiirden bahsederken aklınızda canlanan sahne orta yaşlı, bekar, orta sınıf bir erkeğin rakı masasında otururken size epey anlamsız…
daha fazla

Böreğin tarihi

Sultan IV. Mehmet (sal. 1648-1687) döneminde, Divan-ı Hümayun her sabah Topkapı Sarayı’nın Kubbealtı bölümünde toplanırdı. Sadrazam ve vezirler…
Total
0
Share