The Away Days ile ilgili bir paragrafa diğer herkes gibi “Türkiye’nin milli gururu, İstanbul’un nadir İngilizce sözlü indie grubu” tırı vırılarıyla başlamak istemiyorum, başlayanlara dair de çeşitli laflar hazırladım. Onlar bundan çok daha fazlasını hak ediyor, üstünde bulundukları topraklarla anılmak ve tanımlanmak işlerine yaramıyor. Aksine bu pozitif ayrımcılıktan öteye gitmiyor.
Dream pop atmosferinde türbülansa girmeden küçük uçuşlar yapan grup, son yayımladıkları kısaçalar This’te yer alan “Calm Your Eyes”ı Elif Kalkan yönetmenliğinde kliplendirdi. Üstelik bunu içinde bulunduğumuz haftaya yaraşır bir şekilde yaptı, bir eşcinsel çiftin hikâyesini anlattı, LGBTİ ahalisine armağan etti. Grubun This EP’sini Ocak ayında burada incelemiştik.
Son birkaç aydır Avrupa havası soluyup İstanbul’a geri dönen grubu 27 Haziran’da Kadıköy’de bulunan Sokak Sahne’de, 8 Temmuz’da ise 22. İstanbul Caz Festivali’nin karşıya geçtiği etkinlik olan Gece Gezmesi kapsamında Moda Sahnesi’nde izleyebilirsiniz.
Öncelikle yeni kliple başlayalım. Eşcinsel bir çifti resmetmek sizin fikriniz miydi yoksa yönetmen Elif Kalkan’ın mı?
Fikir bize aitti. Ama bunu başarılı bir şekilde senaryolaştırıp çok iyi bir şekilde görselliğe taşıyan Elif’ti.
Klip, geçtiği sokaklarla olsun, çiftin arasındaki ilişkinin video’ya ne kadar yansıdığıyla olsun, esasında ülkemizdeki önyargılara dair epey şey söylüyor. Keza yaptığınız müzik de aynı şekilde dışlanıyor, karşımızda basmakalıp tavırlarla önyargılı durulan iki tema var. Bu açıdan klibinizde bunu işlemenizin çok da tutarlı olduğunu düşünüyorum. Siz de Türkiye’deki müzik sahnesinde dışlandığınızı düşünüyor musunuz?
Dışlandığımızı söylemek doğru olmaz ama kucaklanmadığımız da doğru. Yavaş yavaş farklı müziklere alışıyor sanırım buradaki dinleyiciler. Bu doğrultuda Türkiye için farklı müzik yapan grupların sayısı arttıkça ancak müzik anlayışı gelişebilir.
Bildiğim kadarıyla klibin yayımlanmasının LGBTİ Onur Haftası’na denk gelmesi bir tesadüf esasında, planlasanız bu vakte yetişmeyebilirdi / istediğiniz klibe ulaşamazdınız vs. Kendi sosyal medya hesaplarınızdan da Onur Haftası’na dair birkaç kelam ettiniz gerçi ama, başka ne söylemek istersiniz bu renkli haftaya dair?
Herkesin hayatına kimse karışamaz, isteyen şu şekil sever, isteyen bu şekil sever. Lakin ki öyle değildir.
Klibi bir kenara bırakıp klipteki gibi küçük bir flashback yapalım. Son dönemde önce küçük bir İngiltere turnesi, peşinden de Prag’ta United Islands Festival gibi tecrübeleriniz oldu. Soracağım sorunun cevabı ben biliyorum esasında, ama Avrupa’daki izleyiciyle Türkiye’deki izleyici arasındaki dev farkları okuyucuya da anlatmak ister misiniz?
Nutella ile Nurilla arasındaki fark gibi olabilir. Tabii ki buna her Türk dinleyici ve her Avrupalı izleyici dahil değil. İyi dinleyici olsalar bile canlı performansı izleyip, onu hissedip, yaşayıp aynı şekilde enerjilerini sahnedeki gruba yansıtmaları ancak onları iyi bir izleyici yapar.
Tahmin ediyorum ki Glastonbury’nin en küçük sahnesinde güneşin altında çalmayı Türkiye’nin en büyük festivalinin ana sahnesinin headliner’ı olmaya tercih edersiniz, haklı da olursunuz. Peki, All Tomorrow’s Parties’in küratörlüğü size verilseydi nasıl bir festival dizayn ederdiniz? Festival afişini kim tasarlardı, hangi gruplar sahne alırdı?
Etmeyebilirdik aslında. Çünkü burada hala birçok insan bizi canlı izleyemedi. Festivallerde çok erken saatlerde sahne verilmesinden dolayı muhtemelen. Prag’ta bile daha çok insan izlemiş olabilir bizi Türkiye’dekine göre. 8-10 bin kişiye akşam güneş batarken çalmanın hissiyatı ve fırsatı bambaşka tabii ki.
Festivalin afişini More Creme’den tasarlamasını isterdim. Gruplar ise Grizzly Bear, Foals, Washed Out ve Pure X olurdu büyük ihtimalle.
Jools Holland’ın programında sahne almak için feda edeceğiniz en büyük şey ne olurdu?
Beyaz Show’da çalmak.
Gerçekliğe geri dönelim. Mart ayından beri ilk uzunçalarınızın hazırlıkları içindesiniz. Ne aşamadasınız şu an, en iyimser tahminle albüme ne zaman kavuşacağız?
2016 öncesinde albüm habercisi bir single ve 2016’da albüm diye umuyoruz.
Albümün ismi için düşündüğünüz alternatifler var mı? Peki artwork için kiminle çalışacaksınız?
Bu ikisini henüz düşünme fırsatımız olmadı. Daha çok şarkılar üzerinde düşünme aşamasındayız şu an.
Albüm kayıt sürecini herhangi bir hayat tecrübesine benzetseniz ne olurdu? Çocuğunun doğmasını bekleyen baba gibi misiniz yoksa favori yönetmeninizin son filminin yapım aşamasında bulunmak gibi mi?
Hem çocuk, hem anne, hem ebe hem de baba gibiyiz. İşin her detayında ve her anında olup, tamamen kendin yapmak (prodüktörsüz) bu şekilde tanımlanabilir.
Peki, bu sürecin temposu tabii ki sürekli bir grafik gösteremez, inişler çıkışlar olur. Kendinizi en motive ve en üretken hissettiğiniz anlar hangi anlar, farkına varabildiniz mi bu süreçte?
En mutsuz ve en mutlu olduğumuz anlar. Bu süreç yaklaşık 1 senedir devam ediyor. Ve birkaç ay daha devam edecek.
Müzik, görsel sanatlar, yazılı sanatlar, ne olursa olsun, sizce şehre uzak bir köyde kendini izole etmek ne oranda faydalı? Tabii ki bir kapanmayla bir albüm çıkmıyor, Frank filmindeki gibi felaketler de yaşanmıyor ama, faydası ne zararları ne?
Çok elektrik çarpmadığı ve böcekler tarafından istilaya uğramadığınız sürece bize göre olumlu etkisi daha çoktur. Biz bu saydığımız iki olayı da yaşadığımız için eve geri dönmek zorunda kaldık : )
Bence kendinize seçtiğiniz isim başlı başına anlatıyor tutkunuzu. Henüz besteniz bile yokken kendinizi tanıyıp The Away Days gibi aşırı ismiyle müsemma bir seçim yaptınız. Bu ismin bu kadar kendinize yakışacağını, Eskişehir yerel gazetesinde Uzak Günler olarak anılacağınızı tahmin edebilir miydiniz?
Mutlaka birileri bunu diyecekti. Az bile dendi hatta. Gittiğim kuaför de o şekilde hitap ediyor mesela.
Türkiye’de bence çoğu grubun yakalayamadığı bir görsel istikrar yakaladınız. Artwork’lerinizden kliplerinize kadar sürekli yükselen bir estetik grafiğe sahipsiniz. Bu da esasında ne kadar mükemmeliyetçi olduğunuzu kanıtlıyor. Peki, bu mükemmeliyetçiliğin dezavantajları, size yavaşlattığı oluyor mu?
Yavaşlatmasından çok yoruyor. Ancak motive olabildikçe bu yoğunlukla başa çıkabiliyoruz.
Bir klişe soru: Türkiye’de son dönemde en çok takdir ettiğiniz isimler hangileri?
Görkem Han Jr., Kaan Boşnak, Palmiyeler.
Bir diğer klişe soru? The Away Days bize beş şarkılık bir playlist hazırlasa hangi şarkıları seçer?
Garden City Movement – Move On
Tame Impala – Eventually
Champs – Vamala
Pure X – Every Tomorrow
Sufjan Stevens – Should Have Known Better
Sevdiği bir grubun müziğe dokunmadığı zamanlarını nasıl geçirdiğini herkes merak eder. Sizin PlayStation aşkınız artık kuru pilav, lahmacun ayran gibi bilinir bir gerçek. Albüm uğruna sattığınızı biliyoruz, peki bu aralar vaktiniz nasıl geçiyor?
PlayStation Cafe’ye mi gitsek acaba soruları ve albüm kayıtları.
Küçük bir felaket senaryosu: Sub Pop sizinle albüm anlaşması imzalayacak ancak tek bir şartı var, bir adet Türkçe sözlü şarkı yazacaksınız albüm için ve geri kalan ömrünüzde Galatasaray’ı değil Fenerbahçe’yi destekleyeceksiniz. Cevabınız ne olur?
F*** you.
Bir diğer felaket senaryosu: Oğuzcan, Kevin Parker gırtlak kanseri oldu ve Tame Impala’yı sana emanet etmek istiyor, Sezer, Foals’un gitaristi Jimmy Smith müziği bırakmaya karar verdi ve Yannis senin gitarı almanı istiyor. Ama bu durumda The Away Days’i dağıtmak zorundasınız. Ne yapardınız?
Bu soru 4 yıl önce sorulsaydı evet ama şu an için sadece geçmiş olsuna giderdik. Kendi ulaşmadığı başarıdan ne kadar tatmin olabilir ki bir insan?
Son olarak bir diğer klişe soru: The Away Days’in beş yıllık kalkınma planı, hedefleri nedir?
Açıkcası önümüzdeki birkaç ayın hedefleri belli, ilk hedef albüm kaydını bitirmek. Gelecekte ise İngiltere’ye taşınmak ve olabildiğince çok konser vermek var diyebiliriz.