Kara Şövalye (Christopher Nolan, 2008) filminin ilk sahnesinde Joker ve adamları bir bankayı soyarlar. Böylece filmin girizgahı şu mesajla yapılır: “Kötüler paramıza, düzenimize, refahımıza kastediyor.” Ardından gelen sahnede Batman görünür. Mafyayla tek başına mücadelesine kararlılıkla devam ediyordur. İkinci mesaj da açıktır: “İyi ki Batman var.”
İlerleyen sahnede mafya ile mücadelesinde yaralanan Batman’in diğer personası milyarder işadamı Bruce Wayne’i kendi yarasını kendisi dikerken görürüz. Wayne o denli fedakâr, o denli yalnızdır. Onun için kederlenecek gibi oluruz. İronik olan şudur ki, kendi yarasını diken Batman, gerçekte tüm sağlık sisteminin sahibidir. Batman açıkça ikiye bölünmüştür. Bu bölünmeyi, hemen hemen yalnızca bu sahnede görürüz. Batman, “mutlak” bir süper kahramandır. Öte yandan bu yaralara bakılırsa, aslında sıradan biridir. Yaralarla dolu, perişan ve yalnız bir milyarder. Tanrı gibidir, ama ölümlüdür de. Böylece mutlak yanı ile özdeşim kurmanın keyfini sürerken, insancıl yanı sayesinde de onu kolayca affederiz.
Mafya üyelerinden birinin yargılandığı sahnede gözüpek savcı Harvey Dent’e silah çekilir. Çin malı silah tutukluk yapar ve Dent silahı ustaca bir manevrayla failin elinden alır. Devlet otoritesini ve bize verdiği güveni en çok hissedeceğimiz bir mekânda bile hiçbir güvenliğimiz yoktur. Bu sahnede hükümetin kötülükle mücadelede ne denli aciz olduğunun vurgulandığı aşikârdır. Fakat esas mesaj az sonra gelir: “Çin malları berbattır, Amerikan malları ise en iyisidir.” 2020’den sonra Çin ekonomisinin ABD’yi geride bırakarak dünyanın en büyük ekonomisi olacağını düşünürsek, Harvey Dent’in beklenmedik ve konu dışı çıkışını anlayabiliriz.
Bruce Wayne’in şirketi ile Çin’li Luo’nun şirketinin yaptığı ve olumsuz sonuçlanan toplantıdan sonra CEO’su Lucious, Wayne’e şöyle der: “Ben pek ikna olmadım, Luo’nun şirketi hiç şaşmadan yılda %8 büyüyor. Para kaynağı kayıtdışı olmalı, hatta belki yasadışı.”
Çin illegal işlerle, kara parayla, mafyayla özdeşleştirilir, bir kez daha karalanır. Öte yandan ABD şirketinin elindeki para tertemizdir. Burada bir parantez açmakta yarar var: ABD finansal sisteminde, yani Amerikan bankalarında ve yatırım şirketlerinde 600 trilyon dolar kötü varlık var. Yani alınterinin bir damlasının bile olmadığı hayali bir varlık. Finans sisteminin bu yeraltı kanadına verilen isim de hayli manidar: “Kumarhane Ekonomisi”. Batman’in, filmin başından beri zikredilen ama ne olduğunu açıkça anlamadığımız o belli belirsiz suçu işte bu 600 trilyon dolardır. Çünkü yoktan var edilen bu 600 trilyon dolar aslında borçtur ve borç dünya vatandaşlarına paylaştırılmış durumdadır. Hepimiz Bruce Wayne’nin 600 trilyon dolar servetini ödemekle mükellefiz. Bu da kişi başı 50.000 dolar sadece Amerikan milyarderleri için borçluyuz demek oluyor.
Filmde doktrinin zihnimize işlendiği önemli sahnelerden biri de restoran sahnesidir. Harvey Dent sevgilisiyle yemek yiyeceği ünlü restorandan, onca gücüyle üç hafta uğraşarak ancak rezervasyon yaptırabilmiştir. Öte yandan mekânın sahibi olduğunu anladığımız Bruce Wayne, bir parmak hareketi ile bu erişilmez mekânda dilediğini anında yaptırabilmektedir. Bruce’un kudretinin yanında devletin gücü bir hiçtir. Mesaj açıktır: “Kamu gücü ile hiçbir şey başaramazsın, öte yandan servetinle dilediğin herşeyi yapabilirsin.” Bruce, Harvey’nin seçim kampanyasını finanse etmekte de kararlıdır. Fakat bunu elbette yüce amaçlara hizmet etmiş olmak için yapacaktır. Mesela vatanseverliğe.
Burada yine bir parantez açalım: Obama’nın kampanyasını destekleyen bankacılar da elbette yüce şeyler için yapmıştı bunu. Örneğin dünyaya barışı getirmesi için. Obama da bu iyi niyete karşılık iki parasal genişlemeyle yarattığı trilyonlarca doları reel ekonomiye değil bankacılık sistemine kullandırma jestinde bulunmuştu. Çünkü ekonominin değil bankaların kurtulması gerekliydi. Neden mi? Çünkü, filmde de anlatıldığı üzere, Bruce Wayne’lere ihtiyacımız vardı ve dünya onlarsız yapamıyordu.
Joker’in, mafya liderlerinin karşısına çıkıp yüreklerine korku saldığı o etkileyici sahnede doktrinin devamına şahit oluruz. Joker “bu takım elbise hiç de ucuz değil. Bilmelisiniz ki bunu siz satın aldınız,” der. Verilen mesaj şaşırtıcıdır: “Kötü olanı, yani El-Kaide’yi, Taliban’ı, Saddam’ı, Usame Bin Ladin’i, Amerika düşmanı kötücül güçler finanse ediyor.” Bu kötücül güçlerle başta Çin olmak üzere iktisadi rakiplerin kastedildiği, sahnedeki mafya üyelerinin milliyetinden zaten belli. Ne tuhaftır ki jokerlerin gerçek öyküsünde bir yerlerde mutlaka Amerika finansmanına rastlanır. Yani gerçekçi bir tahminle, Joker bizzat Batman’in mahzeninde tasarlanmış ve büyütülmüş bir “süper-kötü” projesidir.
Filmdeki bir başka “süper proje” Nokia’yı kurtarmak olmuştur. 2008 ekonomik buhranının pençesinde güç kaybeden dev telefon üreticisi, tüm umutlarını yeni piyasaya çıkacak modelini Batman’in eliyle tezgaha koymaya bağlamıştır. Evet, pek fark etmesek de filmde tam 19 saniye boyunca Nokia 5800 modelinin reklamı izleriz. Bize ürünü bizzat Morgan Freeman ve Cristian Bale tanıttı. Telefon çok geçmeden dünya çapında satış rekorları kırdı ve Nokia’ya finansal anlamda can suyu verdi. Telefonu alanlar, içinde etkileyici bir film fragmanının olduğunu fark ettiler. O fragman elbette Kara Şövalye filmine aitti.
Sinemanın tüm bu iktisadi malzemeleri bazılarına biraz tuhaf gelebilir. İnsan bu süper kahraman filmini izlerken şu soruları sormadan edemez: Batman neden var? Süper kahramanlar neden var? Süper kahramanlar kimler tarafından ne için yaratıldı? Amaçları bizi eğlendirmek mi? Hayal dünyamızı zenginleştirmek mi? Çocukluğumuzu daha mutlu kılmak için mi varlar? Bu soruların yanıtı süper kahramanların hayat hikâyelerinde gizli.
Superman’in doğum tarihi 1938’dir. Bu tarih dünyayı kasıp kavuran ve “Büyük Buhran” diye anılan ekonomik krizin son yıllarına denk gelir. Batman’in doğumu ise 1939’dur. Superman ve Batman’in kardeş olduğu açıktır. Büyük Buhran ile aynı tarihlere denk gelen ve “çizgi romanların altın çağı” diye anılan tarihsel dönemde dünyaya getirilmişlerdir. Bu kurtarıcı süper kahramanların gerçekte yoksulluk, açlık ve işsizlik ile boğuşan Amerikan halkını kurtardığı açıktır. Bunu doğaüstü güçleriyle değil, dünyada hakim kılınan ABD merkezli pazar psikolojisini desteklemeleriyle yaptılar. Basit bir ifadeyle onlar süperdi ana vatanları da süper güçtü. Şüphesiz bugün sinema filmlerinin yaptığı etkileşimli eğitim o zamanlar çizgi romanlar üzerinden yapılıyordu.
Büyük Buhran’dan sonra Amerika ekonomisinde işler düzeldi. Fakat yalnızca 20 yıl sonra, 1960’ların başında ekonomik durağanlık ve gerileme tekrarladı. O yıllarda Başkan Kennedy’nin “Amerika’yı yeniden ayağa kaldırmak” dediği iktisadi projesinin iki süper ürünü olarak bu kez Ironman ve Spiderman ile tanıştık. Spiderman 1962’de, Ironman ise 1963’te dünyaya gözlerini açtı. Örümcek simgesiyle ABD’nin üretim kapasitesi ve çalışkanlığı, demir simgesiyle de ABD ağır sanayisinin gücü vurgulanıyordu belki de. Gerçekten de 1960’lar boyunca ABD ekonomisi altın çağını yaşadı.
Yeni nesil süper kahraman filmlerinin vizyona girme tarihleriyle ekonominin kötüye gitmesi arasında bir paralellik olması ilgi çekici. Özellikle 2001 yılı, altın fiyatlarının günümüzde de devam eden yükselişinin başlangıcı ve dolayısı ile ekonomik stabilitenin sonlanma yılıydı. 11 Eylül saldırısının da süper kahraman filmlerindeki patlamanın başlangıcı olan bu tarihe denk gelmesi düşündürücü.
2001 yılı, dünyanın görece stabil giden ekonomisinin sonuydu. Çünkü 1990’larda ABD hükümeti ünlü bankaların riskli operasyonlarını tümüyle serbest bırakmıştı. Sonuç olarak kumarhane ekonomisinin zaten 50 trilyon dolara dayanmış riskli büyüklüğü, çok geçmeden 500 trilyonu aşmıştı. Yani filmin diliyle söylersek, Harvey Dent Batman ne istediyse onu yapmıştı.
Ne tuhaftır ki Joker de dünya sahnesine tam bu sırada çıkmıştı. 11 Eylül 2001’de ekonomi ve finans sistemi “Joker” tarafından vurulmuştu. Elbette bu olay, Batman’in bundan sonra yapacağı her şeyin meşruiyetinin kaynağı olmuştu. 11 Eylül’den bu yana Batman’in (artık ABD diye okuyabiliriz) tasarladığı savaş ve yıkımlar herkesçe iyi bilinir. Finans sektöründe de en az o kadar yıkımın olduğununu dünya ancak 2008’de anlayabilmişti. Batman’in saltanatı hâlâ son bulmadığı için bugün batma tehlikesi içinde olan sadece bankalar değil. 2008’de bankalar çökmüştü, artık ülkeler çöküyor. Birkaç yıl sonra belki de kıta ekonomilerinin toplu halde çöküşüne şahit olacağız.
“Başka bir seçenek olmalı,” diye aklımızdan geçirdiğimiz o anda Joker’in hikmetli sözünü hatırlıyor ve onu daha iyi anlıyoruz: “Çözüm basit, Batman’i öldürün.”
* Bu yazının özgün versiyonu, “Kara Şövalye” başlığıyla PsikoAlan web sitesinde yayımlanmıştır.