Bu sitenin sıkı takipçileri, Sonny Rollins‘in adına muhtemelen yabancı değil. Zira Sony Rollins Art Kane‘in 1958’de Harlem’de çektiği, sonradan Caz tarihinin en muhteşem fotoğrafına dönüşecek karede yer alan ve hâlen hayatta olan iki müzisyenden biri. Öte yandan Rollins’in sonrasında yaşadıkları, başlı başına anlatmaya değer bir hikâye.
1958, Sonny Rollins için fazlasıyla üretken bir döneme denk geliyor. 1953-1959 arasına 21 albüm sığdıran saksofon ustasını, Miles Davis “bambaşka, muazzam” olarak nitelendiriyor. Amiri Baraka ise Black Music adlı kitabında, Sonny Rollins’in John Coltrane ve Cecil Taylor’la birlikte “cazı Batı müziğinin en özgür biçimi olarak önerme” çabasında olduğunu belirtiyor. 1959’da ise sürpriz bir gelişmeyle bütün bu süreç bir anda duruyor. O sırada 28 yaşında olan Rollins, iki yıl sürecek bir inzivaya çekiliyor.
Rollins’in motivasyonunu tam olarak bilemiyoruz, ama birtakım fikirler edinebileceğimiz yorumlar var. Caz eleştirmeni Aaron Cohen, Rollins’in o dönemki etkisiyle ilgili şunları söylüyor: “Mesele yalnızca nicelik değil, aynı zamanda nitelikti. Hard bop kültüründen gelse de diğerlerine kıyasla çok ilerdeydi. Kesinlikle o dönemin en iyi tenor saksofoncusuydu.” İnzivaya çekilmesine getirdiği açıklama ise şöyle: “Caz müzik o dönem son derece hızlı ilerliyordu. Sonny Rollins için hepsinden biraz uzaklaşmak bence her an değişen bir dünyadaki rolünü yeniden değerlendirme fırsatıydı.”
Fikir yürüten bir diğer isim, müzikolog ve caz piyanisti Kwami Coleman: “Sonny Rollins tema ve tema parçalarını kullanarak doğaçlama yapma konusunda ustalaşmıştı, melodiler ve melodi parçaları yaratıyor, onları da Beethoven’ın senfonilerinden birinde geliştirdiği bir temaymış gibi geliştiriyordu. Sonny Rollins’le birlikte cazda, doğaçlama yapanın artık dört dörtlük bir sanatçı ve besteci kabul edildiği yeni bir seviyeye ulaştık. Notasyona dökmek anlamında beste değil, canlı ve o anda gerçekleşiyor. Sonny Rollins işte böyle biri. Charlie Parker’ın ardılı. En iyi tenor müzisyen. 1959’da da yeni bir yol arayışında olduğunu tahmin ediyorum.”
Peki, Sonny Rollins neredeydi? 1961’de Leonard Feather ve Barry Ulanov’un editörlüğünde önemli bir caz dergisine dönüşen Metronome’da Ralph Berton imzasıyla bir yazı yayımlandı. Berton, Sonny Rollins’e Williamsburg Köprüsü’nün üzerinde çalarken denk gelmişti: “Sesi ilk duyduğumda hayal ediyorum sandım. O köprünün ortasında böyle bir ses duymak pek olası değildi, berrak havada ufak parçaları bana doğru aşağıdaki nehirdeki serserilerin böğürmelerine dipnotmuş gibi uçuşan bir tenor saksofonun sesi… Tenor saksofon. Caz tenor saksofonu. Usta işi, birinci sınıf caz tenor saksofonu, bir üstadın sesi… Tuhaf geçişler yapıyor, olimpik bir engelli koşucunun pürüzsüzlüğüyle oktavlar arasında atlıyordu.”
Rollins, Harlem’de doğmuştu ve 400 Grand Street’te oturuyordu, yani köprünün girişinden birkaç sokak uzakta. 1959-1961 arasında da neredeyse her gün köprüye çıktı ve metro raylarının yanında, gelip giden arabaların arasında çaldı. BBC’de yayımlanan Who Is Sonny Rollins (Sonny Rollins Kimdir) belgeselinde şunları söylüyordu: “Genellikle trenlere pek aldırmam, yaptığım işe odaklanıyorum. Yine de trenin sesine uyum sağlaması için çaldığım şeyi gayriihtiyari değiştirdiğime eminim. Her şeyin kendine özgü bir etkisi vardır. Sonuçta iletişim kurmak istiyorum, ama bazen iletişim kurmak için yalnız kalmak gerekebiliyor.” Men’s Journal‘a verdiği röportajda ise inziva sürecini tercih etmesinin ardında yatan nedenlere indi ve yetenekli genç isimlerin yanında var olabilmesi için daha çok çalışması gerektiğini fark ettiğini ifade etti: “Ornette Coleman ve Coltrane gibi genç adamlar geliyor.” Bu farkındalığın ardından kendisine şunu söylemişti: “Sonny, kendine çeki düzen vermen lazım, çünkü bu elemanların söyleyecek sözü var.”
Williamsburg Köprüsü’nde, geçen araba ve trenlerin arasında gizlenerek çalmanın nasıl bir his olduğuyla ilgili söyleyecekleri de vardı: ” Tekneler sirenlerini çaldıklarında ben de onlara üflemeli enstrümanımla cevap veriyordum. Bu muhteşemdi. Kimsenin beni göremediği bir yerdeydim. Bu cennetti. Bu cennetti.”
The New York Times’a yazdığı kısa yazıdan: “Sorun, çalışacak bir yerimin olmamasıydı. Grand Street’teki komşum davulcu Frankie Dunlop’tı, eşi hamileydi. Benim çaldığım üflemeli oldukça gürültülü. Kendimi suçlu hissediyordum. Bir gün Delancey Street’teyken Williamsburg Köprüsü’ne çıktım ve enginliğini fark ettim. Kimse yoktu ve çok güzeldi. İki yıl boyunca her gün çalışmak için köprüye gittim. Grand Street’ten kuzeye, iki sokak yukarıdaki Delancey Street’e, oradan da köprünün girişine yürürdüm. Açık havada çalmak tuşeni ve nefes kapasiteni geliştirmeni sağlıyor. Orada sonsuza kadar kalabilirdim. Ama Lucille bizi tek başına destekliyordu[i] ve işe dönmem lazımdı. Aynı anda hem cennette hem de dünyada olamazsın.”
Rollins, köprüden inip insanların arasına döndüğünde 1962’de The Bridge albümünü yayınladı. O arada Coleman ve diğerleri free jazz türünü yaymıştı. Amanda Petrusich devamını şöyle anlatıyor: “Free jazz’ın tempo ve akor değişimleriyle kurduğu farklı bir ilişki var, dinlemesi heyecan verici de olabiliyor, yanlışlıkla bir tür alarmı çalıştırmışsınız gibi de. Rollins’in avangardın çılgınlığına kapılmaya ilgisi yoktu. The Bridge, dönemine göre pek çok açıdan muhafazakâr bir kayıt. Stanley Crouch, 1962’de Rollins’in ‘gelenekselin taşıyıcısı, belki de cazı kurtarabilecek tek kişi’ olduğunu yazmıştı. Smokinler ve ısmarlama takım elbiseler giyiyor, siyah saçlarını kısa tutuyordu. Dönemin fotoğraflarında ciddi, atletik bir görünümü var. Gözleri hâlâ su gibi.”
The New Yorker‘ın film eleştirmeni Richard Brody, Alfie (Lewis Gilbert, 1966) üzerine yazdığı yazının merkezine filmin Sonny Rollins imzasını taşıyan müziklerini koyuyor. “Rollins, genç yaşından itibaren cazın sanatsal ön cephelerinde yer aldı. Ancak 60’lı yılların ortalarına doğru sanatsal girişimciliğin yepyeni seviyelerine ulaştı: Soloları arasındaki bağlantıları ve melodilerin armonik desteklerini gevşetti, tema varyasyonları üzerine daha da çok kafa yordu, müzikal ekipman anlamında ise tenor saksofonunun o yüce, iri kıyım sesinin dilediğince kükremesine, ulumasına ya da mırlamasına izin verdi. Konserlerde (örneğin 1965’te Kopenhag’daki inanılmaz performans) müzikal birlikteliklerinin yumağı şarkıdan şarkıya ve motiften motife lirik hayal gücünün tutkulu bir dışavurumunu sundu. O dönem aynı zamanda her zaman cesurca kullandığı bir unsura daha büyük bir özgürlük alanı tanıdı: sessizlik.”
24. İstanbul Caz Festivali kapsamında İstanbul’da Christian McBride‘la birlikte sahne alacak tenor saksofoncu Joshua Redman da büyük bir Rollins hayranı: “Onu dinlemek caz doğaçlamanın gerçek gücünü ve potansiyelini görmemi sağladı. Doğaçlamanın tamamen o anda, spontane, macera dolu, cüretkâr ve şaşırtıcı, ama aynı zamanda da muazzam bir yapısallık içinde olabileceğini, son derece mantıklı ve organize bir hikâye anlatabileceğini fark ettim.”
2012’de ABD’de, özellikle de New York’ta büyük bir yıkıma yol açan Sandy Kasırgası’ndan sonraki iyileşme süreci için yönetim danışmanı olarak çalışan ve köprüye birkaç sokak uzaklıkta oturan Jeff Caltabiano, müzisyen Ken Vandenmark’ın paylaştığı bir Instagram gönderisini görmesiyle bir farkındalık yaşadı. Gönderide geçen “Benim için onun adı hâlâ Sonny Rollins Köprüsü.” cümlesini görüp araştırdığı hikâyeden çok etkilenen Caltabiano, köprünün adını Sonny Rollins yapması için şehri ikna etmeye çalışıyor. Resmi bir işe girişmeden önce Rollins’in onayını almak istemiş. Bunun için de ona, içinde birtakım ziyadesiyle gündelik soruların da olduğu bir mektup yollamış: O iki yıl boyunca köprüye öğle yemeği götürüyor muydu? Tuvalete nerede gidiyordu? Tam olarak nerede duruyordu? Yağmur yağdığında ne yapıyordu? Soğukta parmaklarını nasıl hareket ettiriyordu? Bunların cevaplarını biz de öğrenmek isteriz.
[i] Rollins’in eşi Lucille, New York Üniversitesi’nin Fizik Bölümü’nde sekreter olarak çalışıyordu.
Kaynak: Amanda Petrusich, “A Quest to Rename the Williamsburg Bridge for Sonny Rollins”. The New Yorker