Son feci sohbet: Arda Kemirgent

Kendine özgü tarzıyla hatırı sayılır bir kitle edinen Son Feci Bisiklet’i hiç duymamış olan varsa, hemen şuraya alalım. Son Feci EP adlı ilk kısaçaları yayımlamalarının üzerinden yaklaşık iki yıl geçti ve hem alışılmadık hem de kolayca benimsenebilen tarzlarıyla dinleyicilerin beğenisini kazandılar. Çıkarmaya hazırlandıkları yeni albümün adının “Vesaire” olduğunu öğrendiğimden beri onlarla sohbet etmek, “durun biz kardeşiz!” diye bağırmak istiyordum. Yoğun konser programları arasında, Erkin Sağsen’i (gitar), Ozan Özgül’ü (bas) ve Can Sürmen’i (davul) yakalayamasam da, grubun vokali Arda Kemirgent ile Asmalımescit’te bir meyhanede denk gelmeyi başardım. Uzun ve eğlenceli sohbet, başlık aksini iddia ediyor olsa da, vesaire’nin de ilk röportajı oldu. Keyifle okumanız dileğiyle.


Bilkent Üniversitesi İletişim ve Tasarım Bölümü mezunusun, bu alanda iş yapmayı düşünüyor musun?
Müzikle devam edeceğim elbette, ama müzik görselliğe olanak tanıyan bir alan. Yapabildiğim kadar grafik tasarımların hepsini ben hazırlıyorum. İşe yarıyor, üstelik eğlenceli de. Hakikaten kendi posterini yapmak güzel bir his.

Çizim de yapıyorsun.
Çizim yapıyordum, ama vakit kalmıyor artık. Çok yoğun değiliz, ama oturup evde gitar çalacak, müzik yapacak zamanı bile bulamıyorum. Devamlı yol yapıyoruz, bir saatlik konser için sekiz saatlik yol, on saatlik yol, yirmi saatlik yol… Hayatımız yolda geçtiği için hobilerimle veya başka şeylerle neredeyse hiç ilgilenemiyorum. Aslında müziğin icrasıyla meşgulüm sadece.

Solo çıkardığın birkaç parça da var. “Yolculuk”, “Pazar ve Ertesi” gibi…
“Yolculuk” ve “Morfin Kafé” var. “Pazar ve Ertesi”, Vesaire albümünde yer alacak. Solo işi neden yaptığımı bilmiyorum, bazen çıkınca öyle tek başıma kaydediyorum.

Peki, “Sincap” ve “Kemirgent” adları nereden geliyor?
Benim de öyle değişikliklerim var işte (gülüyor). Uzaylı’yı (“Uzaydan Geldiğine Göre Yorgun Olmalısın”) ilk kaydettiğimde solo proje olarak düşünmüştüm ve adı “Sincap”tı. Bu grubu oluşturmaya karar verdik, şarkı o sırada 3 bin kez filan dinlenmişti ve Son Feci Bisiklet adıyla tekrar yayımladık. Sincaplara karşı hep ilgim vardı. Sonradan da soyadı olayına biraz takıldım. Ne bileyim yani, soyum belli olmadan söylemek istediğimi istediğim gibi söyleyebilmek istiyorum. Kimse sorumlu olmasın benden diye.

Başka projen var mı?
“Çiçek Atlas” var, çocukluk arkadaşımla başladığımız bir şey. Üçüncü sınıfta onunla müzik yapmaya başlamıştık, her buluştuğumuzda da yapıyorduk, en sonunda da “artık zamanı geldi, bir grup kuralım” filan dedik. Ama maalesef o da çok ilerleyemedi, sadece iki şarkı yayımladık. Gelecekte bir şey görünmüyor şimdilik Çiçek Atlas için…

Diğer grup elemanlarının çaldığı başka gruplar var mı?
Motto ve Alarga var; ama şimdilik onlar da Son Feci Bisiklet’e ağırlık vermiş durumdalar. Geçenlerde mesela Motto’nun konseri vardı, maalesef gidemediler. İstanbul’daki müzik grupları aralarında paslaşıyorlar böyle durumlarda.

Sen neler dinliyorsun? Arctic Monkeys?
Arctic Monkeys’i dinliyorum, evet. Ama genelde eskiler diyeyim, The Beatles mesela. Hastasıyım.

“Come Together” çalıyorsunuz zaten…
“Come Together” çalıyoruz, başka şarkılarını da çalacağız. Benim için müziğin en uç noktası The Beatles. Ama farklı şeyler de dinliyorum. Niye olduğunu bilmiyorum ama mesela Eminem beni hala çok etkiliyor, çocukken çok hayrandım. Yeni albümü çıkalı bir sene kadar oldu sanırım, onu da dinliyorum. Yeni zevkim ise Spotify listeleri. “Alternatifin öne çıkanları” diye listeler var mesela. 8-10 tane şarkı dinliyorum farklı müzisyenlerden, öne çıkan bir şey var mı diye bakıyorum. Çok da eğlenceli oluyor aslında; çünkü normalde hiç duyamayacağın, insanların tavsiye etmeyeceği çok acayip grupları duyuyorsun. Bilinmiyorlar, onlar da Kanada’nın veya Amerika’nın Son Feci Bisiklet‘i.

İnsanlar sizin Yüzyüzeyken Konuşuruz ve Yok Öyle Kararlı Şeyler gibi gruplarla organik bir bağınız olduğunu düşünüyor.
Evet, bunu hep konuşuyoruz. Bir bağ var belli ki, nasıl oldu, emin değilim.

Peki, bunun öncüsü Büyük Ev Ablukada mı?
Ben öyle olduğunu düşünüyorum. Benim ilk duyduğum garip isimli grup oydu, ben de o yüzden mi grubun ismini garip koydum, bilmiyorum. Büyük Ev Ablukada’yı dinlediğimde bizim üç şarkımız yayımlanmıştı, yolumuz belliydi aslında ve dinlediğimde “müzikal olarak hiç alakamız yok ama ben bu adamların kafasındanım” dedim. Bir şekilde yakınlık hissettim, nedenini bilmiyorum. Çünkü sözlerimiz, müziğimiz filan hiç benzer değil.

Ekşi Sözlük’te “Git Bak Bakayım Modemin Işığı Yanıyor Mu?” diye bir grup adı önerisi vardı.
Evet, evet. Ona ne diyelim artık, eyvallah insanlara.

Aslında şarkı sözlerinde bu tarz şeyleri duymaya alışkın değildik biz…
Galiba şarkı sözleriyle alakalı… Grupları bağdaştıran şey, insanların başka taraflarıyla ilgili şarkı sözleri yazmak olabilir. Çünkü zaten aşk gibi herkesin bildiği, hissettiği şeyler var. Bir de daha gündelik şeyler var. Bizim şarkı sözlerimiz daha çok bu gündelik meselelerle ilgili.

Biraz eski şarkılarınızdan bahsedelim. “Bikinisinde Astronomi”nin bildiğimizden farklı bir hikâyesi varmış.
Onu söylerken akıllılık etmeye çalışmıyorum “nasıl anlamadınız, ben oraya bir sürü şey koydum” diye… Birinin elbette anahtar sözcüğü veya şifreyi vermesi gerekiyor ki, insanlar doğru şeyi bulsun. Şarkı denizin ağzından boğulmuş bir kadına yazılmış bir şey…

Ekşi Sözlük’te “Uzaydan Geldiğine Göre Yorgun Olmalısın”ın Küçük Prens için yazılmış olduğuna dair bir yazı okudum. Doğru mudur?
Yok, hayır. Küçük Prens’i çok severim ve onunla ilgili bir şarkı da yazdım. Yayımlamadım, çünkü bir türlü bitmedi. Öyle şarkılardan biri işte, sekiz yıldır çalıyorum. Ama bir türlü bitmeyen bir şarkı.

Sakin‘in vardı “Küçük Prens” diye bir şarkısı…
Ben o kadar “kör göze parmak” sevmiyorum. O yüzden Uzaylı’yı Küçük Prens’e benzetmelerini hoş karşılıyorum. Küçük Prens’le ilgili yazdığım şarkının adı da “Küçük Prens” değil, içinde de geçmiyor, genel olarak kitabı okurken yarattığı hislerle alakalı.

Uzaylı’nın sonunda “Aslında benim tek bildiğim / onu hep istediğim / şimdi nerede bilmediğim / evrende bir nokta var” diye giden bir bölüm var.
Şarkıyı bitirmeye çalışıyordum orada. Onu net hatırlıyorum, çünkü bir türlü bitmemişti ve sadece bir cümlesi kalmıştı. O son cümlede konudan sapılıyor, konuyla hiç alakası yok.

Bana Leyla ile Mecnun‘daki “O gemi mutlaka gelecek” muhabbetini hatırlatıyor.
Leyla ile Mecnun‘u birkaç kez izledim, çok da sevdim. Ama o kısmı kaçırmışım. Bir şarkıyı sonuna kadar yazıyorum, sözlerini düşünüyorum, en sonunu artık yazamıyorum bazen ve “içimden ne söylemek geliyor?” diye kendime soruyorum. O anda da demek ki öyle bir şey gelmiş.

“Küçük Saydam İnsanlar”ın sonunda da bir çocuğa hitap ediyorsun ve ona “farklı olacağım diye işte sonunda saydam oldum” diyorsun. Saydam olmak kötü müdür, nedir?
Saydam olmak tamamen nötr bir şey, insanların seni görmemesi demek.

Aslında iyi bir şey gibi kabul edilir ya, içi dışı bir gibi…
Saydam olmaktan korkmamak önemli.

Peki, “ Gaffola” siyasi referansları olan bir şarkı mı?
Neredeyse hiçbir siyasi eğilimim yok. Eskiden gezdim siyasi görüşler arasında, her genç insan gibi… Hiçbiri uymuyor, bir de nedense hiçbir siyasi görüş çok fazla insan tarafından benimsendikten sonra yoluna temiz bir şekilde devam edemiyor. Bir insan çok fazla kişiye hitap etmek istiyorsa bir şeyleri indirmesi gerekiyor. Zekâ seviyesini indirmesi gerekiyor, konuşma tarzını belli bir düzeye indirmesi gerekiyor ve bu siyasi görüşe göre değişmiyor. Şunu söyleyebilirim, solcu tarafım her zaman ağır basıyor. Ama sonuçta hepsi bozulmaya çok açık. “Gaffola”da aslında siyasi bir şey yok, sitem var. Genel olarak bütün rahatsızlıklarım kendimden çıkıyor. Eğer bahsettiğim şeyleri kendim yapmıyor olsam, o kadar rahatsız olmazdım. İnsanlara sitem etmiyorum, kendime ediyorum.

Şarkıların genelinde hayattan bir sıkılmışlık var, “Modern Zamanlar”da da öyle…
Kimin şarkılarında öyle değil ki? Benim için “Modern Zamanlar”da önemli olan, bahsedilen karakterle ilgili negatif ya da pozitif herhangi bir şey söylenmiyor oluşu. Sadece var olmanın insanlara ne hissettirdiğine dair. Modern zamanlar işte ya, kendisini açıklayan bir şarkı.

Charlie Chaplin’in de Modern Zamanlar diye filmi var.
Evet, hastasıyım. Ama şarkının filmle bir alakası yok. SoundCloud’da onun görselini kullandık, çünkü o resim o kadar güzel ki “bunu koymalıyım” dedim. YouTube’a hep aynı fotoğrafları koyuyoruz, SoundCloud o bakımdan daha özel bir şey oldu, şarkıların Facebook’u gibi bir şey. Oradaki fotoğrafları özellikle kendim seçiyorum, güzel bir şey bulmaya çalışıyorum. Şarkıyla tam olarak bir bağlantısı olan resim değil, ama insanlar resme de bakabilirler. YouTube’da resme bakmaya gerek yok, onu sadece bir görsel olsun diye koyuyoruz, ama SoundCloud’da gerçekten kendim özene bezene seçmeye çalışıyorum, her şarkının kendine özel resmi var. Sadece “Tavuk Korkusu”nda tavuk var (gülüyor).

Gelelim yeni albüme. Onun adı da “Vesaire”.
Siz bizden önce davrandınız. Benim aklımdaki albüm kapağı da sizin logonun aynısıydı neredeyse, sonra sadece “vesaire” yazmaya karar verdim. “Vs.” olunca “versus” (karşı) gibi de oluyordu.

Yeni albüm farklı mı olacak? Konserlerden aldığım izlenim daha hareketli bir albüm olacağı yönünde…
Yok, değil aslında. Çok hareketli bir albüm değil, ama hareketsiz de değil. Benzer de değil, hatta albüm içerisinde de hiçbir şarkı birbirine benzemiyor gibi geliyor bana. Ama zaten bizim olayımız hep oydu, birtakım akımlardan ve müziklerden devamlı ilham alıyoruz, hiçbirini de göz ardı etmiyoruz. Mesela bazı pop müzisyenleri inanılmaz etkiliyor beni, çünkü gerçekten pop müzik aslında kötü bir şey değil. Ben bunu hep söylüyorum, biz rafine ve içten bir şekilde pop müzik yapmaya çalışıyoruz, bir rock grubu değiliz aslen. Güzel bir pop müzik yapmaya çalışıyoruz. Pop müzik sadece negatif çağrışımlarla anılmaya başlandı, halbuki öyle bir şey değildi, pop müzik iyi müzisyenlerin bir araya gelip yaptığı bir şeydi. The Beatles da pop müzik yapıyordu mesela.

“Yaptığımız müzik dinlensin” düşüncesi üzerinden giden bir akım mıydı bu?
Aslen öyle değil. Kendi dinlediğin müzikleri niye dinlediğini düşünüyorsun. Pink Floyd’u dinliyorsun -ki hastasıyım Pink Floyd’un- ; ama mesela bir an geliyor, durup dururken bir Pink Floyd parçası açamıyorsun çünkü biliyorsun üç dakika şarkı girmeyecek, çok yavaş girecek. Onun için uzun bir yolda, otobüste filan olman gerekiyor, hızlı bir şey değil. Biz o bakımdan pop müziğe giriyoruz; ama bu dinlensin diye yapılan bir şey değil. Ben kendi dinlediğim şeyleri yapmaya çalışıyorum, o da ortaya böyle bir sonuç çıkarıyor. Üç dakikalık, dört dakikalık şarkılar, vurucu nakaratlar… Bunları bilerek yapmıyoruz ama içimizden gelen bu; çünkü dediğim gibi, pop müzik kötü bir şey olmak zorunda değil.

Laf popülerliğe gelmişken sorayım. Yüzyüzeyken Konuşuruz dağıldı biliyorsun.
Sonra geri geldiler. Ondan dört gün sonra filan tekrar bir araya geldiler.

Konserlere devam edeceklerdi?
Yok, o açıklamalarından dört gün filan sonra bir araya geldiler (tam olarak kimse nedenini bilmiyor), basçıyı değiştirdiler sadece. Şu anda devam ediyorlar.

Açıklamalarını sosyal medyada paylaştıklarında, “Popülerliğe kapılmadınız neyse ki, Son Feci Bisiklet’ten de aynısını bekliyoruz” gibi yorumlar yapıldı. “Belli bir kitleye ulaşan, popülerliğe kavuşan şey illaki kötüdür” gibi bir algı var.
Yüzyüzeyken Konuşuruz da öyle düşünmüş olacak ki, dağılma kararı almışlar. İlk albümlerindeki birkaç şarkıyı dinledim, gayet iyilerdi. Sonra yeni albüm çıkardılar, gerçekten basit bir güzellik yaratmışlardı, çok beğendim.  Kafa karışıklığı yoktu albümde. Ondan sonra zaten haberi duyunca çok şaşırdım, ama bir sebebi vardır mutlaka. Öte yandan biz kafamıza ne esiyorsa onu yapacağız, kimse beğenmezse yine onu yapacağız.Popülerleşirsek eğer, o bizim suçumuz değil maalesef. Zaten popülerleşmek bir suç da değil. İleride, örneğin death metal yapmaya da başlayabiliriz, özgürlük hakkımızı saklı tutuyoruz.

Peki, yeni albümü nasıl dinleyebileceğiz?
Biz yine kendimiz basacağız bütün albümü. Geçen sefer EP’yi bastık, konserde dağıttık. Elimizde kalanları insanlara dağıtmaya çalıştık, ama pek de yapamadık. Bu sefer daha sistemli bir şekilde yapacağız bunu. Albümü basacağız 500-1000 tane, bizzat biz kargolayacağız. Bu “kendin pişir-kendin ye” olayını çok seviyoruz. Zaten albümümüzü de liseden arkadaşımız Tankut’la kaydediyoruz. O bize CD’mizi verecek, biz onu bastıracağız ve insanlara ulaştıracağız. Zaten çıktığı gün, bütün albüm internette de olacak. CD’yi isteyenlere de yollayacağız. Zaten para kazanmak için yaptığımız bir şey değil. 500 evde ya da 1000 evde Son Feci Bisiklet CD’si olsun, yeter.

Bu yine Büyük Ev Ablukada etkisi mi?
Büyük Ev Ablukada beni o bakımdan da çok etkiledi. Onların kendi kurdukları bir şirketleri de var, CD de satıyorlar. Büyük Ev Ablukada’nın yaptığı salon konseri havasındaki kayıttan çok etkilenmiştim, ” müzik böyle yayılmalı” dedim. İnsanlar gelmeli, dinlemeli ve müzisyenler de kendini “rockstar” olmak zorunda hissetmemeli. Gerçekten müziğin ön planda tutulması lazım.

Ne zaman çıkıyor yeni albüm?
Bu ay demek istiyorum, ama daha çok iş var. Ozan’ın kayıtlarını bitirdik, ben kaldım. Ay sonu inşallah, belki Nisan’a sarkar. Sanatın güzel tarafı da bu; ne zaman isterse geliyor, istemezse gelmiyor. Biz endüstride değiliz, bekliyoruz “gelsin de güzel bir şey kaydedelim” diye. Çünkü şarkılara haksızlık etmek istemeyiz.

Kaç parça olacak?
9 parça. Daha önceden bildiğiniz bir sürü şarkı var. Arda Kemirgent profilinden paylaşıyorum, “güzel bir kaydı hak ediyor bunlar” diyorsun. İşte onları da kaydediyoruz. “Modern Zamanlar” var, “Pazar ve Ertesi” var. “Bu Kız”ı da albüme koymaya karar verdik. Çünkü çok güzel bir açılış parçası gibi geliyor bize. “Ütopya”, “İstanbul’da Kedi Olmak” ve “Gece” diye kimsenin bilmediği üç yeni şarkımız da var. “Viva la Vadi” var, kimse kayıtlı dinlemedi ama konserlerde çalıyoruz. “Bazen” diye bir şarkımız var, onu da kimse dinlemedi. Ama pek emin değiliz, bakacağız. Onun dışında bir de “Elektrod” diye bir şarkımız var, akustik bir şarkı enteresan bir şekilde (gülüyor)…

Eski şarkıların farklı versiyonlarını “bildiğimiz şarkı” gibi de görmemek lazım. Örneğin “Modern Zamanlar”ın Sofar’da dinlediğimiz hali farklıydı. Albümde dinlediğimiz de farklı olacaktır sanırım.
“Modern Zamanlar”ı çok önceden yayımladık. Sofar filan çok eğlenceliydi tabii, insanlar onun sayesinde duydular şarkıyı. “İnsanlar biliyorlar, en azından albüm versiyonunu da duysunlar” dedik. İyi de oldu bence, çünkü sevdiğimiz asıl versiyon bu.

Çok teşekkürler, eğlenceli bir sohbet oldu.
Ne demek, gelin birer duble bir şey için?

Size ihtiyacımız var. Buraya kadar geldiyseniz, hatırlatmak boynumuzun borcu. Türkiye gibi geleceği ziyadesiyle belirsiz bir ülkede, elimizden geldiğince nitelikli yayıncılık yapmanın imkanlarını araştırıyoruz. Güvenilirliğini küresel ölçekte yitirmiş medya alanında hâlâ iyi işler çıkarılabileceğini göstermek istiyoruz.

Bağımsız yayıncılığı desteklemeniz bizim için çok değerli. vesaire’nin dağıtımının sürekliliğinin sağlanmasında ve daha geniş kesimlere ulaşmasında okurlarımızın üstlendiği sorumluluk özel bir anlam taşıyor. vesaire’yi tek seferliğine veya düzenli desteklemek için patreon sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.

2 Yorum
  1. Eline sağlık kardeş, eğer uğrarsan ara sıra konuş arda abi ile, ben çok isterdim konuşmayı, yaptığı işe çok saygım var. ben de onun gibi olmaya çalışıyorum 🙂
    (tek eksiğim, the beatless’i hala sevememem, sanırım, zamanı algılayış biçimimle alakalı, bi bakarım ona da.)

  2. en önemli şeyi sormamışsın aşk hayatı nasıl biri var mı yoksa ben adayım 😀

Muhabbetimiz daim olsun...

Benzer Yazılar
BREAKFAST AT TIFFANY'S (Blake Edwards, 1961).
daha fazla

Moda demokratik olabilir mi?

Lee Alexander McQueen’in intihar ettiği haberini okuduğumda günlerce yas tuttum. Modanın ne anlama geldiğini kavramamı, o dünyayı keşfetmemi…
Total
0
Share

vesaire sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et