Geçen haftalarda koluna dövme yaptıran biri aracılığıyla sosyal medyanın dikkatini çeken “Kılıçdaroğlu aday olmasın”, aslında bir süredir farklı mecralarda şaka malzemesi olarak kullanılan, farklı biçimlerde sürekli yeniden üretilen bir çağrıydı. “Soğuk Savaş”[i] sorularından stand-up gösterilerine, Atatürk caps’lerinden hava durumu yayınlarına kadar yayılan, belli bir kesimde karşılık da bulan bir yakarıştı. Aynı zamanda daha ciddi, dolayısıyla daha dolaylı ifadelerle konuşulan gündelik siyaset sahnesinde “kazanacak aday tartışması” diye adlandırılan garabetin popüler kültürdeki karşılığı oldu. Artık alıcısı azaldı, ama daha geniş meselelere temas ettiği için bir fenomen olarak incelenmeyi hâlâ hak ediyor.
Bunun neden şaka konusu olabileceğini incelemek için neden güleriz, neden şaka yapma ihtiyacı duyarız gibi sorulara bakalım. Özellikle bu sorulardan ilki, tarih boyunca pek çok filozofun, psikoloğun ilgi alanına girmiş. Burada işimize yarayabilecek teorilerden biri Kant, Schopenhauer ve Kierkegaard gibilerinin ortaya attığı “uyumsuzluk teorisi” (incongruity theory). Uyumsuzluk teorisine göre eğlenceyi, beklentilerimizin aksi yönünde gelişen, esprinin kuruluşu ile esas vurucu noktası[ii] arasında çelişki bulunan şeylerde buluyoruz. Bir yola çıkıyoruz, beklenmedik bir rotaya saptığımızda da gülüyoruz. Bu teori, özellikle “Soğuk Savaş” şakasını açıklamak için fazlasıyla yeterli. 2023 Türkiyesi’ndeki cumhurbaşkanlığı seçimi 2014’te çekilen, 2067’de geçen ünlü bir Hollywood filmine yazılan alternatif finale eklemleniyor, mizah da bu beklenmedik, absürt birliktelikten, normal şartlarda yan yana gelmeyecek bu ikiliden aynı bağlamda bahsedilmesinden doğuyor. Aynı sözün “Ankara’da yoğun kar yağışı” yayını esnasında gelmesi de yeterince absürt bir birliktelik yaratıyor, ancak orada bağıran çocuğun bunu ne niyetle yaptığını kestirmek zor. Yalnızca internette gördüğü bir meme’i tekrarlamaya çalışıyor olabilir, ama kendince bir gerçekliğe işaret etmeye çalışıyor da olabilir.
Bir de stand-up gösterisinde değinilme biçimine bakalım. Baturay Özdemir’in buradaki “teslimi”[iii], yani anlatım biçimi oldukça başarılı. Göz göre göre yapılan bir hatanın fark edilmemesinden kaynaklanan bezginlik ses tonuna ve mimiklerine yansımış. Üstelik bu hata o kadar bariz ki, ilgili figürün adını söylemese, sloganı olduğu gibi kullanmasa dahi kimden bahsettiğini çıkarabiliyoruz. Tıpkı “malum şahıs” veya “az saçlı şahıs” dendiğinde kimi kastettiğimizin kolaylıkla anlaşılması gibi. Bu tür örneklerde Emily Dickinson’a kulak veriyoruz: “Doğruyu söyle, ama eğik söyle / Dolambaçtadır başarı.”[iv] Atatürk caps’leri de benzer bir işlev görüyor, aday olmama çağrısı harf devrimiyle özdeşleştiriliyor, belki de buna en çok itiraz etmesi gerekenlerin kendini Atatürkçü olarak görenler olduğu vurgulanıyor.
Evet, “Kılıçdaroğlu aday olmasın” nihayetinde ağırlıkla mizah aracılığıyla ifade edilen bir mesaj. Ancak bu mesajı ortaya atanlar ve kullananlar, bunu ciddiye alınmaması gereken bir beyan olarak kurgulamıyor. Aksine, kendilerini Kılıçdaroğlu’nu cumhurbaşkanı adayı olarak önerenlere kıyasla daha gerçekçi buluyorlar. Nitekim kullananlar nezdinde bu mesaj, berrak bir gerçeğe işaret ediyor: “Kılıçdaroğlu [cumhurbaşkanı] aday[ı] olmasın, [çünkü kazanamaz].” Dolayısıyla burada mizah, yalnızca bu mesajı şifrelemenin, görece barışçıl bir yolla iletmenin aracına dönüşüyor.
O halde irdelenmeyi hak eden bir diğer soru şu: Burada bahsi geçen, tam olarak hangi gerçek? Ya da şöyle soralım: Pardon, siz nerenin gerçekçisisiniz? Ali Şimşek, Yeni Orta Sınıf: “Sinik Stratejiler” kitabında bu mizahi dili, sinizm (inançsızlık), kinizm (kayıtsızlık) ve ironiyle açıklıyor[v]. “Moralim bozulmasın diye takip etmiyorum,” kayıtsızlığı, “Bizden bir b.k olmaz, Türkiye’nin %60’ı aptal, cahil,” inançsızlığı, “Silivri soğuktur, [o yüzden sus ki ben de konuşmak zorunda kalmayayım],” ironisi… “Kılıçdaroğlu aday olmasın” ifadesi tüm bunları bir araya getiriyor, hepsinin unsurlarını içinde barındırıyor.
Bu yabancı olduğumuz bir refleks değil. Son 10 yıldan birkaç örneği hızlıca saymak gerekirse, 2014’teki yerel seçimlerde Mustafa Sarıgül, aynı yıl yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ekmeleddin İhsanoğlu veya 2018’deki cumhurbaşkanlığı seçiminde Muharrem İnce etrafında kümelenenlerde de “Tatava yapma, bas geç,” cümlesiyle somutlanan benzer bir yaklaşım görmüştük. Muharrem İnce hayranlarını bir kenara bırakırsak (zaten İnce’nin çağrısıyla sosyal medyada dans edenler görece genç gibi göründükleri için 2018’deki kitleyle ne denli örtüştükleri şüpheli), bu figürlerin hiçbiri şu an pek de muteber kabul edilmiyor. Yine de bu seçimlerde Mansur Yavaş aday olsa, benzer bir refleksle şekillenen çağrılar yoğunlaşacaktı. Nitekim Şimşek’e göre sinizm, yanlış olduğunu bilse de bu yanlıştan haz almayı içeriyor. Baturay Özdemir olsak, şöyle ifade edebilirdik: Diyorlar ki seçim üzerinden yine sözümona pragmatik ya da gerçekçi, aslında temelsiz, soyut ve uzun vadede karşılıksız bir “biz” tanımı yapalım mı? Yapmayın abi!
Peki, burada bahsi geçen, yapılmaması salık verilen “tatava” nedir? Düz anlamıyla boş lakırdı, gevezelik anlamına geldiğini düşünürsek, tatava yapmama çağrısının değerli olduğunu düşünebiliriz. Hatta biraz daha ileri gidip bu çağrının, çağımızın en büyük vebalarından birinin panzehiri dahi olabilecek bir potansiyel taşıdığını iddia edebiliriz. Tatava yapmazsan, “söz patlamasına” katkıda bulunmazsın. “Tatava yapma, bas geç” bağlamındaki tatavanın içinde ise bundan fazlası var. Örgütlü mücadele var örneğin. Dolayısıyla o mücadeleyi verene “Tatava yapma” demek, özellikle de konu üzerine dört gün önce kafa yormaya başlamışsanız, gerçekçi olmamayı geçtim, ziyadesiyle ayıp da oluyor.
Bu aralar “Kılıçdaroğlu aday olmasın” çağrısının haliyle pek alıcısı kalmadı. Görüldü ki Kılıçdaroğlu pekâlâ kazanabilir, genel rüzgâr da kıymeti kendinden menkul anketler de birden tersine döndü. Peki, bu durum peşinden gitmemiz gereken gerçeğe veya gerçekçiliğe dair ne söylüyor? Tek gerçek şudur gibi iddialı bir cümle kurmak kolay, ama bu soruya tatmin edici bir cevap vermek öyle değil. Ama bu, bazı tespitler yapamayacağımız anlamına gelmiyor. Mesele gerçekçilikse, her seçim öncesi yükselen aday tartışmalarıyla Muharrem İnce’nin otobüsteki dansı arasında sanıldığı kadar uzun bir mesafe yok. Ama inançsızlık ve kayıtsızlıksa sorunumuz, söylemi farklı yerden bizzat kurmaya çalışmak, oy vermenin ötesinde eylemek hem mümkün hem de “gerçekçi”.
Tarihte gerçeğin berraklaştığı, hakikatin kendini gösterdiği anlar elbette var. 6 Şubat bu anlardan biriydi. “Kılıçdaroğlu aday olmasın” gibi sinik-gerçekçi ifadelerin hakim olduğu anlar ise gerçeği bulanıklaştırmaktan başka bir işlev görmüyor.
[i] Aynı adlı YouTube kanalında yayımlanan programa katılanlar, kendi sordukları sorulara kelime oyunlarına dayalı cevaplar vererek karşılarındakileri güldürmeye çalışıyor. Güldüren, puan kazanıyor.
[ii] İngilizcede punchline. “Nasrettin Hoca da durur mu, yapıştırmış cevabı” ifadesinden sonra gelen kısım olarak açıklanabilir.
[iii] İngilizcede delivery. Stand-up bağlamında yaygın kullanılan, içerikten çok anlatım biçimini vurgulayan bir ifade.
[iv] Bildiğim kadarıyla “Tell the truth but tell it slant” adlı şiirin Türkçe çevirisi yok. Bu iki dize için Kutlukhan Kutlu’nun çevirisinden faydalandım.
[v] Şimşek aynı zamanda “Gezi mizahı” olarak adlandırılan ifadelerle bu dilin dönüşüm geçirdiğini savunuyor. Bu iddia ayrı bir yazının konusu olmayı hak ettiği için şu an değinmeyeceğiz.