Sezen Aksu neden popüler kültürün ta kendisidir?

70’lerin sonu… 1968’in çiçekli hayalleri yerini silahlı gerçekliğe bırakırken üniversite kampüslerinde devrimciler, ülkücüler ve polis… Kıbrıs karışık, Berlin duvarı daha yıkılmamış, televizyon hayatımıza yeni yeni girerken radyoda ilk kez duyulan bir 45’lik: “Olmaz olsun cüzdanımda milyonlar, kalbimde sevgin oldukça…”

80’li yıllar. Darbenin ardından çöken karanlık bir sessizlik. Sessizliği gürültüyle kapatmaya çalışan bir iktidar. Sovyetler’den kurtulan ABD’nin bütün dünyaya yayılan kahkaha sesleri. İthal mallar, eğlence programları, Özallı yıllar… Radyoda bu gürültüyü deler gibi bir ses: “Sen ağlama, dayanamam…”

90’lı yıllar. İstiklal cıvıl cıvıl. Arka sokaklarda beyaz Toroslar ve faili meçhuller, uzaklarda gecekondular. Bir yanda şeriat demeçleri, bir yanda Kral TV. Radyoda artık adımız gibi tanıdığımız o sesten neşeli bir nağme: “Cihan da böyle yanıyor yansın, yosmam salla!”

Ve 2000’li yıllar. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne gireceği hayalleri, milenyum paranoyaları, ışıklı cep telefonları, malumunuz iktidar partisi, çözüm süreci… Radyoda aynı ses, aynı vaaz: “O zaman şarkı söylemeli avaz avaz!”

Elbette Türkiye’nin siyasi veya müzikal tarihini birkaç cümleyle özetlemek mümkün değil. Müzik hayatında neredeyse 50 yılı devirecek Sezen Aksu’nun kişisel tarihini de… Fakat bazı kesişimler yine de ele alınmalı. Baştan belirtmeliyim ki, benden beklenenin aksine, bu ne bir övgü ne de bir yergi yazısı olacak. Sezen Aksu’yu “AKP iktidarının yolunun taşlarını döşemiş biri” ya da “Ne derse desin doğruyu söyleyen duygular kraliçesi” yapmaya niyetim yok. Zaten sanatçılara yüklenen bu siyasi sorumluluğun nihayetinde apolitizme hizmet ettiğini düşünüyorum. Bu yazıyı da bir sorumluluk çağrısı olarak değil, aksine böyle bir sorumsuzlukla nasıl ilişki kurmalı sorusunu düşünerek kaleme alıyorum.

Popüler kültürün teorik tanımını, siyasetle ilişkisini artık hatırlatmaya gerek yok sanırım. Ama özellikle dikkat süresinin saniyelere indiği bir dönemde popülerin ne kadar hızlı değişkenlik gösterebildiğinin tekrar altını çizmeliyiz. Çizmeliyiz ki, bu değişkenliğin içinde Sezen Aksu’nun 50 yıl boyunca popüler kalabilmesinin sırlarını anlayabilelim.

Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim, Sezen Aksu tarihin her anında açıkça bir mücadelenin neferi olmak yerine tanığı olmayı seçmiştir. Bu yüzden iyi ya da kötü, haklı ya da haksız, melek ya da şeytan olmasından önce popülerdir. Vicdani terazisi el verdiğince, popüler olmanın gereklerini koşulsuz yerine getirir. Kimseyle arasını bozmak, kimseye dargın kalmak, tahtını sarsabilecek söylemlerle anılmak istemez. Ne söylediğinden çok onu ne zaman söylediğiyle değerlendirilir. Çünkü Sezen popüler kültürün ta kendisidir, popüler kültür de en az onun kadar değişkendir.

Sezen Aksu’nun 1980 darbesinin “hayırlı olmasını” dilemesi de, 2000’lerin siyasal ikliminde HADEP Nevrozu’nda ağlayarak “Gülümse” şarkısını söylemesi de bundandır. Kişisel internet sitesinde Recep Tayyip Erdoğan’ı bizzat arayıp demokratik açılıma destek verdiğini anlatması da, Nuriye ile Semih’ten Hrant’a, Berkin Elvan’dan nefret cinayetine kurban giden trans İrem’e kadar birçok konuda kalbinden geçenleri yazması da bundandır. “Yetmez ama evet” de, “Sen beni sezemezsin, dilimi ezemezsin” de bundandır. 90’ların şuh Sezen’i de, 2000’lerin yazmalı, hızmalı Sezen’i de bundandır. “Türkiye Şarkıları” konser serisi de, artık konser vermeyişi de bundandır. Sahneye gökkuşağı bayrağıyla çıkan ilk sanatçılardan biri olması da, AKP’ye “şans tanıdığını” ifade etmesi de bundandır. 2005’te Ankara konserine Erdoğan’ı çağırması da, 2023’te Hatay’da Barış Atay’la ve Ali İsmail Korkmaz’ın ailesiyle buluşması da bundandır. İktidar değişir, siyasi iklim değişir, hâkim kültür değişir, popüler değişir, Sezen Aksu değişir.

Üstelik yalnızca politik tutumunda değil, bir dönem neredeyse yalnızca onun tekelinde dönen müzik sektöründe de izlenebilir bu popülerin ta kendisi olma arayışı. Henüz rap radyolara dahi girememişken Cezayla düet yapması da, feminizmin Türkiye’de yeni yeni anaakımlaştığı yıllarda Şebnem Ferah’ı bir ikon haline getirmesi de bunu amaçlar. Arabesk müzik furyasının ortasında Yıldız Tilbe’yi sektöre kazandırması da böyledir, Eurovision’a giden adım adım yolda Sertab Erener’in akıl hocalığını yapması da… Sezen Aksu popülerin tanımını da Türkiye toplumunu da iyi anlamış, müziğini insanlara ulaştırabilmek ve onlarla buluşabilmek pahasına kendi konumunda oynamalar yapmakta hiçbir beis görmemiştir. Göçmen bir kuş için havalar soğuduğunda güneye göçmek ne kadar hayatiyse, Sezen Aksu için de bu konumlanış öyledir. Ona getirilen eleştiriler, özünde popüler kültürün varlığına getirilen eleştirilerdir. Fakat bana kalırsa ondan bir dönek olarak bahsetmek anlamlı değildir, zira duruşu kendi bağlamında değerlendirildiğinde bir uyumlanma olarak bile okunabilir. Bu uyumlanma onu etliye sütlüye dokunmadan başkalarının yazdığı şarkıları seslendiren diğer pop yıldızlarından, Ajda Pekkan’dan ayırır mesela.

Elbette böylesine karanlık bir düzenin ortasında, hesaplaşmak belki de hiç olmadığı kadar elzemken, “zamanında bu iktidarla aynı kaldırımdan bile geçmiş kimseye acımamak” anlaşılmaz bir öfke değil. Fakat öfkeyi siyasi sorumlulardan bile daha ağır şekilde Sezen Aksu’ya yöneltmek siyasetle değil, Sezenle kurduğumuz duygusal bağ ile ilişkili.

Depremin ardındaki süreçte üç farklı dayanışma konserine katılma fırsatım oldu. Birbirinden farklı konuklarla, farklı tarzlardaki bu konserlerin hepsinde yaşanan felakete ilişkin hisleri paylaşabilmek adına en az bir Sezen Aksu şarkısı söylenmesi dikkate değerdi. Müziğiyle, sesiyle, sözüyle bir memleketin hem kişisel hem toplumsal duygularına ve yaralarına eşlik etmek zor bir görevdir. Bu zorluğun bir armağanı olarak Sezen Aksu bizim için sanki bir annedir, abladır. Aileye kızmak, ele kızmaya benzemez.

Muhabbetimiz daim olsun...

Benzer Yazılar
YETENEKLİ BAY RIPLEY (Anthony Minghella, 1999).
daha fazla

Bay Ripley yaşıyor

Patricia Highsmith (1921-1995), çekici sosyopat Tom Ripley’nin başrolde olduğu psikolojik gerilim romanı Yetenekli Bay Ripley’i 30 Kasım 1955’te…
Total
0
Share