Rejimleri yıkılmalı

Paris, 11 Şubat 2023. Fotoğraf: Yves Herman, Reuters.
Paris, 11 Şubat 2023. Fotoğraf: Yves Herman, Reuters.

Fransız hükümetinin 49/3 sayılı anayasa maddesine başvurmasından iki gün önce BFM TV “Hükümet düşebilir mi?” diye soruyordu. Artık temenni değil, harekete geçme zamanı. Sabrettik, hem de fazlasıyla. 2016’da Loi Travail, neredeyse iki bin tutuklama. 2018 Baharı: Demiryollarının özelleştirilmesi. 2018 Kışı: Blanquer’in eğitim reformları ve Mantes-la-Jolie’deki çocuklarımıza yeminli haydutların diz çöktürmesi. 2019 Kışı: Emeklilik reformları. 2021 yazı: Alt vatandaşlığın (passe sanitaire) yürürlüğe girmesi, Müslüman azınlığın kara listeye alınması (“bölücülük” yasası). Rejim şimdi de emeklilik yaşını zorla iki yıl yükseltiyor.

Sarı Yelekliler daha onurlu bir yaşam için ayağa kalktı, rejim de benzer bir karşılık verdi. Kırılan kemikleri, kaybedilen gözleri, patlayıcıların havaya uçurduğu elleri, Macronizm’in haşat ettiği yüzleri hiç unutmayacağız. Bir gün hepsinin bedelini ödeyecekler. Eminim ki o gün yakın. Pandemide sosyetenin “asli işçiler” için gözyaşı döktüğüne şahit olduk, o zamandan beri işçileri aşağılamaktan geri durmadılar. On milyon insan sokaklara çıksa bile bu hiçbir şeyi değiştirmeyecek: Rejim kaygısız. Macron, basından okuduğumuz kadarıyla, on ikinci kez 49/3’e başvurduğu için ne vicdan azabı çekiyor ne de pişmanlık duyuyor. Kirli pençelerini üstümüze silmeye devam ediyor. Bankacı gülümsemesini takınıyor. Nasıl başka türlüsü olsun ki? Hiçbir iktidarın bizzat izin verdiği eylemler karşısında titrediğini görmedik.

1789’da idari makamlarda eşitliği ilan ederek başlamadık. 1871’de fırıncıların gece mesaisinin kaldırılmasına bakanlar kurulunda karar vermedik. 1936’da haftada 40 saatlik çalışma süresini ve ücretli izni “yapıcı bir fikir alışverişi” yoluyla değil, fabrika işgalleri, sayısız grev, iki milyon grevci ve kızıl bayraklarla kazandık. 1968’de asgari ücretlerdeki yüzde 35’lik artışı “toplumsal diyalog” yoluyla değil, genel grevle, barikatlarla, bir generalin Almanya’daki Fransız Kuvvetleri karargâhına kaçışıyla kazandık. Güçlüler güçlerinden asla isteyerek vazgeçmezler: Bizi, onları zorlamaya mecbur ederler. Bu işler böyledir.

Merkez sağcı bir milletvekili, énarque ve aristokratın oğlu, mevcut düzende muhalefeti canlandırmaya başladığında rejimin sonunu bekleriz. Ulusal Meclis vekili Charles de Courson’u, gözleri fal taşı gibi açılmış sunucu Léa Salamé’nin karşısında, Fransız radyosunda bariz gerçeklerden bahsederken görmeliydiniz. 20 Mart sabahı Courson şöyle dedi: “Doğrusu, bütün dünyayı karşılarına almış durumdalar, buna ülkemiz de dahil. Saygılıysanız, demokratsanız, haklı olduğunuzu düşünseniz bile, bu ülkede neler olup bittiğini hesaba katmak zorundasınız. Aksi takdirde artık demokratik değilsiniz demektir.” Salamé geveliyor: “Yani, Emmanuel Macron demokratik değil mi?” Bakışları boş, ağzı bir karış açık, kullanım dışı, bağlantısı kopuk. De Courson bir tanım yapma riskini göze alıyor: “Demokrasi halkın gücüdür.” Bu, Salamé’ye fazla geliyor: “Ama o halkın oylarıyla seçildi, değil mi?”

Buyursunlar, gözümüzün önünde altlarına sıçıyorlar.

Bir taş Éric Ciotti’nin genel merkezinin camında güzel bir delik açar: Cumhuriyetçilerin başkanı derhal “Terör’e” (büyük harfle) karşı bir tavır alır. Bazı sticker’lar bir Renaissance milletvekilinin ofisine yapıştırılmış: Le Parisien, “saldırıya uğrayan” ve sticker darbeleriyle “hedef alınan” genel merkez için alarma geçer. İlgili taraf itiraf eder: “İnsan böyle bir eylemi hiç beklemiyor.” Mukavemet yolunda başarılar dileyelim kendisine. Aurore Bergé (Le République en Marche) “Sarı Yelekliler zamanında yaşadıklarımıza geri dönmemeyi” umduğunu belirtirken, François Bayrou (Le Mouvement démocrate) cumhurbaşkanının kuklasının yakılmasını kınadı: “İşkence” diyordu, dayanılmaz “ıstıraplar.” Mukavvadan kukla için içten taziyelerimizi iletiyoruz. Gérard Larcher’e (Les Républicains) gelirsek, o da çok öfkeli: “HİÇBİR ŞEY #demokrasi’ye (hashtag) verilen bu zararı haklı çıkarmaz!”

Sözleri çarpıtmak güçlülerin özelliğidir.

Demokrasi derken demokrasi haricindeki her şeyi kastediyorlar. Demokrasi, beş yılda bir 19 milyoner bakanı devletin başına, işçilerin yüzde 0,9’unu da “temsili” bir meclisin sıralarına gönderen oy pusulası değildir. Demokrasi, ihtiyaçlarını kendi tasarladıkları ve denetledikleri kurumlar aracılığıyla karşılayan örgütlü kitlelerdir. 10 Fransız’dan 8’i bu son 49/3’ü onaylamıyor, yüzde 71’i de hükümetin düşmesini istiyor. Rejim, bizi rehin tutuyor: Son milletvekili seçimlerinin ilk turunda kayıtlı seçmenlerin sadece yüzde 11,9’unun desteğini alabildiler. Bir başka deyişle, hiçbir şey alamadılar. Azınlığın diktatörlüğü işte budur. Muktedirler “şiddet” diyor, şiddetten başka her şeyi kastediyorlar.

Zarar görmüş “kent mobilyaları” ya da devletin silahlı haydutlarının biraz hırpalanması şiddet değildir. Şiddet, amirine “artık dayanamadığını” yazdıktan sonra 41 yaşında evinde kendini asan SNCF demiryolu çalışanıdır; açlıktan öldüğü için Picardie’deki süpermarketlerden elma çalan 65 yaşındaki François’dır; burslu bir öğrenci olarak gıda yardım kuyruğunda sıra bekleyen Julie’dir, geçirdiği iş kazasından sonra “artık kaşık bile tutamayan” 66 yaşındaki bakıcı Mariama’dır; “yönetim” yüzünden “işte öleceğini” düşündüğünü itiraf eden, hastalık iznindeki hemşire Anne’dir; “maaşı ancak barınmaya yettiğinden” ailesiyle tatile çıkamayan Meurthe-et-Moselle’li kamyon şoförü Emmanuel’dir; Marsilya’da korunup kullanan ve hep kollanacak bir polis memuru tarafından dövülen Zineb’dir. Şiddet, yöneticilerden ortalama 6 yıl daha az yaşayan işçilerdir. “Benzer nitelikle” karşı karşıya kalan, insan kaynakları uzmanları tarafından geri aranma ihtimali yüzde 31,5 daha düşük olan Arap adaylardır. Durum böyle: Her şey olduğu gibiyken dünyanın şiddeti budur. Yakılıp yıkılmış otobüs durakları sigorta şirketleri için ıvır zıvırdır. Tartışmaya değer tek konu taktiklerdir: Mülkiyeti kitlesel olarak hedef alan kitlesel karşı-şiddet verili bir anda etkin midir, değil midir? Kim başka bir şeyden söz ediyorsa, iktidarın çürümüş diliyle konuşuyor demektir.

Paris’te, alevler içindeki Place de la Concorde’da 16. Louis’nin anısını yad ediyoruz. Coëron’da çöp yakma tesisini durduruyoruz, Lorient’te belediye hizmetleri merkezini. Mans’ta, dev bir “49/3” kuklasını ateşe veriyoruz. La Ciotat ve Senlis’te otoyol ücretlerini kaldırıyoruz. Versailles’da tren istasyonunu işgal ediyoruz. Donges’da rafineriyi işgal ediyoruz. Rennes’de, Nantes’da olduğu gibi, barikatlar kuruyoruz. Her yerde uğultular var. Öfke birikiyor. Öfke yayılıyor. Çöp kutuları başkenti kaplıyor. Soytarılar sızlanmaya başladı bile: “Paris’e gelen bir turisti düşünün. Aşkın şehrini ziyaret etmek için 9 bin kilometre yol geldi,” yazıyor Le Figaro’nun boş zamanlarında ekonomist ve düşünür olan bir köşe yazarı. Sendika liderliği bunalmış vaziyette, kimse daha iyi bir akıbeti hayal edemezdi. CGT’nin (Genel Emek Konfederasyonu) Bouches-du-Rhône şubesi başkanı Olivier Mateu şu uyarıda bulundu: “Hükümet 49/3’le yasayı geçirirse, artık kural diye bir şey olmayacak. Demokrasinin kurallarını saymadığı için artık hiçbir kural olmayacak.” Akıl bir ses buldu en azından. Ya da aynı anlama gelen bir şey söyleyelim: Yeni kurallar icat edilecektir. Sonunda, işçilerin, kürek mahkumlarının, aç biilaçların, unutulmuşların, parasız pulsuzların, hırpalanmışların kuralları. Ve bunları, bu yeni kuralları tesis etmek için Fransa’nın elinde, halkın çok takdir ettiği kimi araçlar var – devrim, öyle değil mi? Kaldırılacak ayrıcalıklar var. Başkanlık monarşisinden daha azı değil.

Çöpler Paris sokaklarını kirletmekle kalmıyor, onuruna kurulmuş bir televizyon kanalı bile var. CNews soruyor: “Komünizmin geri dönüşünden korkmalı mıyız?” Komünizmle çoğunluğun yaşayabileceği onurlu yaşamı kastediyorsak, böyle olacağını ummaya hakkımız var. Hem ummaya hem de inşa etmeye hakkımız var. Rejim krizleri bazen böyle fırsatlar sunar. Bu iş bize bakar.


*Bu yazı, Ahmet Çetin tarafından Joseph Andras’ın Verso Books blog’unda yer alan makalesinden çevrilmiştir.

Muhabbetimiz daim olsun...

Benzer Yazılar
ChatGPT. Fotoğraf: Leon Neal, Getty Images.
daha fazla

ChatGPT bir ideoloji makinesidir

16 Şubat’ta ABD’deki Vanderbilt Üniversitesi’nin eşitlik, çeşitlilik ve kapsayıcılık birimi, kısa süre önce Michigan State Üniversitesi’nde gerçekleşen silahlı…
daha fazla

Umut arayan aynaya baksın

29 Mayıs’ta uyanacağımız sabaha dair hepimizin uzun zamandır biriktirdiği özlemler, umutlar, korkular ve beklentiler vardı. Bazıları anlaşılır, bazıları…
Total
0
Share