Sömürgeciliğin sömürge halkları üzerindeki psikolojik sonuçlarını analiz eden Cezayirli psikiyatrist Frantz Fanon, ünlü eseri Yeryüzünün Lanetlileri’nde (Çeviren: Şen Süer, Versus Kitap) şunları söylüyor:
“Sömürge halkı ruhunun derinliklerinde hiçbir otoriteyi kabul etmez. Üstünde egemenlik kurulmuştur ama asla ehlileşmemiştir. Aşağılanır ama aşağılandığına asla inanmaz. Sömürgecinin dikkatinin dağılmasını sabırla bekler. Yerlinin kasları sürekli gergindir, beklemededir. Kaygılı ya da dehşete düşmüş olduğu hiç söylenemez. Aslında av rolünden çıkıp avcı olmaya her an hazırdır.”
“Gerçekten de sömürge halkı uyumaya ve unutmaya başlasa bile sömürgecinin kibri ve sömürge sisteminin sağlamlığını sınama endişesi ona büyük çatışmanın sonsuza kadar ertelenemeyeceğini çok sık hatırlatır. Sömürgecinin yerini almaya yönelik bu itki, kasların sürekli gergin olmasını sağlar.”
Günlerdir birçoğumuzun yerinde durmasına izin vermeyen, ne yapacağımızı bilmesek bile deprem bölgesine gitmek için cesaretlendiren, ihtiyaç listeleri düzenleten, dayanışma odaklı mesleki organizasyonlar oluşturmaya iten, günü bitirip eve döndüğümüzde koltuğa oturmamıza izin vermeyen bu gerilim, Frantz Fanon’un sömürge yönetiminde kaleme aldığı kitabında anlattığı “gerilim” kavramını hatırlatıyor.
6 Şubat’ta meydana gelen Kahramanmaraş merkezli depremlerin üzerinden iki haftadan fazla zaman geçti. Yaşanan büyük yıkımın ardından gördüğümüz veya duyduğumuz her yeni haber, hikâyenin acıyla örülmüş katmanlarını daha görünür hâle getirirken, öfke, keder ve çaresizlikle ağırlaşan ruhumuzu kemiriyor. Bu katmanlı keder, öfke, güvensizlik ve hayal kırıklığı hâli Soma’yı, Suruç’u, 10 Ekim’i, hayatımız boyunca birçok kez tanık olduğumuz toplumsal acıları hatırlatıyor.
Toplumsal hayatımızda beklenmedik bir anda meydana gelen ve yetkililerin müdahale etmediği, etmemeyi tercih ettiği, hatta yaşanan can kaybını ve yıkımın travmatik boyutlarını alaya alırcasına davrandıkları, saçmaladıkları ve yetersiz kaldıkları her şey bedenimde acı verici, öfke dolu bir gerilime dönüşüyor.
Zihnimize ve bedenimize yapışan bu gerilimden kurtulmak, yani iyileşmek mümkün mü? Elbette mümkün, ama toplumsal travmadan özgürleşmek salt terapi odasında ruhsal gerilimin boşaltılmasıyla sağlanamaz. Peki, toplumsal olarak nasıl iyileşeceğiz?
Fanon Cezayir’in bağımsızlık mücadelesine katılmasının ardından 1956 yılı sonunda psikiyatri doktoru görevinden istifa eder ve yerlileri rehabilite etmesini söyleyen sömürge genel valisi Robert Lacoste’a yazdığı bir açık mektupta insanları ne pahasına olursa olsun zihinsel rahatsızlıklarından kurtarmanın kendisi için imkânsız olduğunu, “hukuksuzluğun, eşitsizliğin ve inayetin yasama ilkesi hâline getirildiği, kendi ülkesinde sürekli akıl hastası olan yerlinin mutlak bir kişisizleştirme içinde yaşadığı bir ülkede bu insanları yerli yerine yerleştirmenin elinden gelemeyeceğini” belirtir.
Peki, nasıl olacak da iyileşeceğiz? Travmadan iyileşmenin çeşitli boyutları var:
- Güvenliğin sağlanması,
- Sorumluluğun üstlenilmesi,
- Ruhsal ve bedensel gerilimin boşaltılması,
- Telafi ve onarım.
Kahramanmaraş depremlerinde yaşadığımız travma sonrası iyileşme için psikologlardan daha fazlasına ihtiyacımız var. Bilimsel anlamda ortaklaşılan önerilerin bürokratik olarak ciddiye alınıp uygulanmasına, yıkılan binaları inşa etmiş/denetlemiş/onaylamış makamların yetkililerine, kurumların işleyişine, bu kurumların hiyerarşiler ağı içerisindeki sorumlularına yönelik şeffaf ve adil bir yargılamaya, sorumluluğun üstlenilmesine, telafi edilmesine ve toplumsal olarak onarılmaya ve umut etmeyi hatırlatan bağlara ve birlikteliklere ihtiyacımız var.
Fanon’un kitabını bitirirken söylediklerini hatırlayalım. “Kendimiz için ve insanlık için, yoldaşlar, yeni bir başlangıç yapmalı, yeni bir düşünce tarzı geliştirmeli ve yeni bir insan yaratmaya çalışmalıyız.”