Oscar Ödülleri: Kim alır? Kim almalı? Kim aday olabilirdi?

Oscar adayları açıklandığından beri her yıl olduğu gibi aday olması gerektiği düşünülen filmler üzerinden tartışmalar başladı. Ödül töreni yaklaştıkça adaylardan hangilerinin ödülü kazanacağı üzerine tahminler çoğalıyor. Adettendir, her yıl arkadaşlarla bunun üzerine sohbet eder, iddialaşırız. Zaten Oscar yayını da TSİ 03.00’teki törenden saatler önceden tahminler, yorumlar yaparak başlar ve  her zaman törenin kendisinden daha eğlenceli olur. Bu yıl bu tartışmaları buraya da taşımak istediğim için aday olan her filmi izledim ve kapsamlı bir liste hazırlamaya çalıştım.

Ödülü alacağını düşündüğüm adayı “alır”, alması gerektiğini düşündüğüm adayı “almalı”, o dalda aday olması gerektiğini düşündüğüm filmi ise “aday olabilirdi” olarak adlandırdım.

EN İYİ FİLM
Adaylar: American SniperBirdmanBoyhoodThe Grand Budapest HotelThe Imitation GameSelma, The Theory of EverythingWhiplash

Alır: Birdman. On iki yılda çekilmiş olması, aldığı Altın Küre ve Bafta ödülleriyle birlikte Boyhood’un da favori olduğunu gösteriyor. Ama PGA (Yapımcılar Birliği), SAG (Senaristler Birliği) ve DGA (Yönetmenler Birliği) ödüllerini toplayan Birdman’in bir nebze daha iddialı olduğunu söyleyebiliriz. Üstelik bugüne kadar bu birliklerden ödül alıp Oscar’da En İyi Film ödülünü almayan tek film Apollo 13. 1934’te “en iyi kurgu” dalında ödül verilmeye başladığından beri o dalda aday olmadan “en iyi film” ödülü kazanan film sayısının sadece dokuz olması ve bunun en son 1980’de yaşanmış olması (bkz. Ordinary People), endüstrinin nahoş yanlarının alışılmadık şekilde resmedilmesinin beğenilmeme ihtimali Birdman’in şansını azaltıyor olsa da, tahminimi ondan yana kullanıyorum.

Almalı: Birdman. Eşi benzeri olmadığı için… Yılın en iyi yapımına gitmesi gereken bu ödül için felsefi altyapısı, sivriliği, ustalığı, sektöre eleştirileri, çekim tarzı, ince işçiliğiyle çok yüksekten uçuyor ve hepimizin gökyüzüne doğru hayran bakışlarını hak ediyor: Belki bir kuş? Ya da bir uçak?

Aday Olabilirdi: Foxcatcher. Bence yılın Birdman’den sonra en iyi ikinci filmi olduğu için… Güreşte olimpiyat şampiyonu Mark Schultz’un, 1988’de Seoul’de yapılacak olan olimpiyatlara hazırlanırken multimilyoner John du Pont’un kurduğu Foxcatcher takımına girmesinin ardından yaşananları konu alan film, En İyi Film aday listesinin kontenjanı artırıldığından beri “en iyi yönetmen” adaylığı alıp “en iyi film” adaylığı almayan ilk film oldu.

EN İYİ YÖNETMEN
Adaylar: Alejandro G. Inarritu (Birdman), Richard Linklater (Boyhood) Bennett Miller (Foxcatcher) Wes Anderson (The Grand Budapest Hotel) Morten Tyldum (The Imitation Game)

Alır: Richard Linklater. “En İyi Yönetmen” ve “En İyi Film” ödülleri genelde aynı filme gitse de (son 60 yılda 49 kere böyle olmuş) son on yılda üç kere bunun aksini gördük (en yakın örneği geçen yıl “en iyi yönetmen” ödülünü Gravity‘yle Alfonso Cuaron’un, en iyi film ödülünü ise 12 Years A Slave‘in alması). Richard Linklater’ın en büyük avantajı on iki yıllık bir hikayeyi on iki yılda çekerek büyüme hikayelerine yepyeni bir üslup bulmuş olması.

Almalı: Alejandro G. Inarritu. Bu kadar zor bir anlatım tarzını kotarmış olması yeterli. Anlattığı hikayeye bu denli hizmet eden özgün bir çekim tarzı bulması (Tek çekimin gereksiz olduğunu iddia eden yazıların aksine bu hikayenin, başka şekilde anlatılsa etkisini kaybedeceğini düşünüyorum; hikayedeki tempoyu ve telaşı, gerçekle hayalin sürekli birbirine karışmasını seyirciye de bizzat yaşatmak için daha iyi bir yol düşünemiyorum) bunu bolca işleyen ama kendisini gizlemesi gereken kurgu ve bütün bunları desteklemesi gereken müzikle ustaca birleştirmesi, Michael Keaton’dan kenardan geçen adama kadar  herkesin muhteşem bir oyunculuk sergiliyor olması[1] Inarritu’nun eşsiz dehasını gösteriyor.

Mansiyon: Bennett Miller. Hiç konuşmadan ve konuşturmadan iktidar, eril tahakküm, milliyetçilik, Amerikan rüyası üzerine bu kadar çok şey söyleyebildiği için…[2] Foxcatcher‘ın her sahnesi, bir yönetmenin ufak detaylara nasıl dikkat ettiği ve efekte gerek kalmadan veya çarpıcı olaylara başvurmadan gerilimi hep nasıl ayakta tutabileceği üzerine bir ders gibi…

EN İYİ KADIN OYUNCU
Adaylar: Julianne Moore (Still Alice), Felicity Jones (The Theory of Everything), Rosamund Pike (Gone Girl), Reese Witherspoon (Wild), Marion Cotillard (Two Days One Night)

Alır: Julianne Moore. Bu yılki oyunculuk ödüllerinde sürpriz olmayacak gibi görünüyor. Bugüne dek bütün ödülleri süpüren adaylar pazar akşamına da büyük favori olarak gidiyorlar. Julianne Moore da onlardan biri, üstelik beşinci adaylığı ve daha önce hiç ödül almamış olduğu için[3] Akademi’nin “artık almalı” diye düşünmüş olması olası. Darısı Annette Bening’in başına…

Almalı: Julianne Moore. Still Alice‘de Alzheimer olduğunu öğrenen dil profesörü Alice Howland rolündeki Julianne Moore, filmin hali hazırdaki kontrastını (bir dil profesörünün dile olan hakimiyetini yavaş yavaş kaybetmesi) daha da çarpıcı hale getiriyor. Filmin duygu sömürüsünü abartmadan seyirciyi yakın tutan senaryosu ile Moore’a alabildiğine alan tanıyan yönetmenliğinin de payını yadsımamak lazım. Bu arada Julianne Moore’un, Oscar adaylığı için değerlendirilmeyen Maps to the Stars‘daki başarılı performansıyla geçen yıl Cannes Film Festivali’nde de En İyi Kadın Oyuncu ödülünü almış olduğunu hatırlatayım.

Aday Olabilirdi: Juliette Binoche. Words and Pictures‘da RA (Rheumatoid Arthritis) hastası resim öğretmeni Dina Delsanto rolünde izlediğimiz Binoche, her zamanki gibi muhteşem… Bu filmde göründüğü herhangi bir sahnedeki bir bakışını alıp aynı yıl içinde çektiği Clouds of Sils Maria‘daki herhangi bir bakışıyla karşılaştırsak Dina Delsanto ve Maria Enders birbirinden ne kadar farklıysa o kadar farklı iki fotoğraf göreceğimize eminim. Yürüyüşüyle, ufacık bir bakışıyla, ellerini oynatışıyla her karakterinde farklı bir fotoğraf verebilen böyle usta bir oyuncuyu bu yıl iki defa izleme imkanımız olduğu için çok şanslıyız.

Jessica Chastain. Bugüne kadar hak etmediği Oscar adaylıkları (2011’de The Help ve 2012’de Zero Dark Thirty) aldığını düşündüğüm Jessica Chastain, The Disappearance of Eleanor Rigby: Them‘de ilk defa karakterin ilginçliği ya da filmin siyasi konjonktüre uygunluğu üzerinden yapılan bir değerlendirmeye gerek kalmadan dupduru bir oyunculuk sergiliyor. James McAvoy ile birlikte filmin dingin ve melankolide huzur arayan havasının seyirciye yansımasının en büyük etkeni.

Agata Trzebuchowska. IMDB, Ida‘nın onun ilk filmi  olduğunu söylüyor. Buna rağmen Anna karakterini filmin başından sonuna hiç abartıya veya tutarsızlığa kaçmadan başarıyla taşırken kendisine bolca alan tanınan sahnelerde dahi son derece bilinçli ve olgun bir oyunculuk sergiliyor.

EN İYİ ERKEK OYUNCU
Adaylar: Michael Keaton (Birdman), Eddie Redmayne (The Theory of Everything), Benedict Cumberbatch (The Imitation Game), Steve Carell (Foxcatcher), Bradley Cooper (American Sniper)

Alır: Eddie Redmayne. Fiziksel performanslara ve oyunculardaki ciddi fenotip değişikliklerine bayılan Akademi’nin seçimi The Theory of Everything‘de Stephen Hawking rolünde izlediğimiz Eddie Redmayne olacaktır.[4]

Almalı: Michael Keaton. Tim Burton’ın çektiği iki Batman filminde (1989 ve 1992) Batman’i canlandırmasının ardından Jackie Brown‘daki yardımcı oyunculuğu hariç önemli bir filmde yer aldığını görmediğimiz Michael Keaton’ın, bir zamanlar bir süper kahramanı oynadıktan sonra kariyeri düşüşe geçen Riggan Thompson rolüne uygunluğunu vurgulayarak başlayalım[5]. Buna rağmen karakteri kendisinden uzaklaştırarak var edebilmiş ve o uzaklardaki yerde onunla tekrar buluşmuş olması ortaya çok etkileyici bir sonuç çıkarmış.

Mansiyon: Steve Carell. Multimilyoner John du Pont rolü için komedi filmleri ve dizilerindeki rolleriyle ünlenmiş Steve Carell’i kullanmak, karakterin beklenmedik hareketlerinin, tuhaflığının, tüyler ürperticiliğinin; filmin sonunun şok ediciliğinin daha da ön plana çıkmasına neden olmuş. Carell’in adaylığı, basitçe alışmamız olduğumuz bir rolle karşımıza çıkmış olmasından ve burun makyajından değil; John du Pont’un filmin temalarına doğrudan hizmet eden hareketleri ve sözlerini, hiç duygusal açıdan patlama yaşadığı bir sahnesi olmadan rahatlıkla aktarabiliyor olmasından geliyor.

Aday Olabilirdi: David Oyelowo (Selma), Timothy Spall (Mr. Turner), Jake Gylenhaal (Nightcrawler)[6], (bunu yazdığıma inanamıyorum ama) Channing Tatum (Foxcatcher) ve Ralph Fiennes’dan (The Grand Budapest Hotel) oluşan yeni bir liste yapsak o da şampiyonluğa oynardı. Üstelik daha Tom Hardy (Locke), James McAvoy (The Disappearance of Eleanor Rigby: Them) ve Joaquin Phoenix (Inherent Vice) var.

EN İYİ YARDIMCI KADIN OYUNCU
Adaylar: Patricia Arquette (Boyhood), Emma Stone (Birdman) Keira Knightley (The Imitation Game), Meryl Streep (Into the Woods), Laura Dern (Wild)

Alır: Patricia Arquette. Bu yılın en “zayıf” kalmış kategorilerinden biri. Adaylardan hiçbiri aşırı etkileyici değil; ödül de muhtemelen görece en iyi olan Patricia Arquette’e gidecek.

Aday Olabilirdi: Carmen Ejogo. 2001’de Boycott adlı televizyon filminde Martin Luther King’in eşi Coretta Scott King rolünü canlandıran Carmen Ejogo, Selma‘da bu role aşinalığını kanıtlıyor. Durgunluğundan ve hiç konuşmadan birini gözyaşlarına boğabiliyor olmasından çok etkilendiğini söylediği King’in bu özelliklerini bire bir ekrana yansıtıyor.

Naomi Watts. St. Vincent‘da Rus bir striptizci rolünde izlediğimiz Naomi Watts, bu tatsız-tuzsuz listeyi bir nebze renklendirebilirdi. Kendisi için farklı ve genel olarak klişeleşmeye çok müsait bir rolü kabul edecek cesareti olması başlı başına onun Akademi gözünde Meryl Streep hariç aday olan herkesten daha ön plana çıkmasına neden olabilecekken bir de o rolün hakkını vermiş olması “aday olabilirdi” kısmında ona değinmeyi gerektiriyor.

EN İYİ YARDIMCI ERKEK OYUNCU
Adaylar: J.K. Simmons (Whiplash), Edward Norton (Birdman), Ethan Hawke (Boyhood), Mark Ruffalo (Foxcatcher) Robert Duvall (The Judge)

Alır: J.K. Simmons.

Almalı: J.K. Simmons. Bu yılın en garanti gözüyle bakılan ve en çok hak edilen ödüllerinden biri… Tatlı-sert (Juno‘daki baba) veya cins adamı (Örümcek Adam‘daki J. Jonah Jamison) çok iyi oynayabildiğini zaten biliyorduk, Whiplash‘te de Fletcher karakterini yıllarca unutulmayacak, adına Fletcherlaşmak (birinin sınırlarını zorlamak) veya Fletcher yapmak (birinin kafasına bir şey fırlatmak) gibi sözcükler türetilebilecek bir fenomene dönüştürmesini izledik.

Mansiyon: Edward Norton. Neler yapabildiğini zaten biliyoruz; ama neredeyse on yıldır (2006’daki Sihirbaz ve The Painted Veil filmlerinden beri) Wes Anderson filmlerine düzenli olarak konuk olmasının dışında doğru düzgün bir performansını izleyememiştik. Birdman‘de sıra dışı bir yeteneğe ve alışılmadık bir oyunculuk metoduna sahip, gerçek hayatta yapamadığı her şeyi sahnede yapabilen Mike’ı canlandıran Norton, kendi sıra dışı yeteneğini de hatırlatıyor. 1997’de favori gittiği törende (Primal Fear) ödülü Cuba Gooding Jr.’a kaptırdığından beri ödül bekliyor, zamanı da mutlaka gelecektir; ama J.K. Simmons yüzünden biraz daha beklemesi gerekecek.

EN İYİ ÖZGÜN SENARYO
Adaylar: BirdmanBoyhoodFoxcatcherThe Grand Budapest HotelNightcrawler

Alır: The Grand Budapest Hotel. Gerçekten yaratıcı bir aklın ürünü olduğu belli olan akıllıca yazılmış bir senaryo olmasının ve almış olduğu BAFTA Ödülü’nün onu favori yapmasının yanı sıra bu ödül, geçtiğimiz üç yılda olduğu gibi (Midnight In Paris, Django Unchained, Her) Akademi’nin “en iyi üçüncü film” olduğunu düşündüğü filme taktığı bronz madalya anlamına gelir.

Almalı: Birdman. Teknik kısmı çok konuşulduğu için önüne geçiyor ama senaryosu da müthiş… Örneğin Gravity için bunu söylemek mümkün değildi; teknik olarak üst düzey olmasına rağmen senaryosu çok zayıftı. Birdman’in çekim tarzı ise hikayesiyle birlikte anlam kazanıyor. Filmin başlamasıyla birlikte kendimizi entelektüel bir şölenin içinde buluyoruz. Sanki bütün film, sektör için düzenlenmiş bir Öldürme Eylemi ve sektöre bulaşmış eleştirmeninden oyuncusuna, seyircisinden yapımcısına herkesin (tıpkı Anwar Congo’nun cinayetleriyle yüzleşmesi gibi) yaratmaya katkıda bulunduğu oyuncu ve süperstar mitleriyle yüzleşmesini sağlıyor. Sivri dili, kibir ve güç üzerine söyledikleri, gerçeği ve hayali sorgulatan hali, akıllıca hicvi  ve muhteşem finaliyle  ödülü hak ediyor.

Mansiyon: NightcrawlerOna dair methiyemi şuradan okuyabilirsiniz (o sırada Birdman ve Foxcatcher’ı izlememiştim). Gerçekten burada olması gerekirdi.

Aday Olabilirdi: The Lego Movie. Herkes En İyi Animasyon Ödülü’ne aday olmamasından bahsediyor; ama En İyi Özgün Senaryo adayları arasında da rahatlıkla yer alabilirdi. Animasyonlarla, kahramanlarla, kehanetlerle, hayatla, ilişkilerle, düzenle ve “mükemmel” olan her şeyle dalga geçerken sürekli kahkaha attırmayı başaran senaryosuyla “üst kattaki adam”ların düzeni ve uhularıyla uzlaşan Whiplash’e orta parmağını kaldırıyor.

EN İYİ UYARLAMA SENARYO
Adaylar: American SniperThe Imitation GameInherent ViceThe Theory of EverythingWhiplash

Not: Aslında özgün bir senaryo olan Whiplash’in burada yer almasının nedeni, yönetmen Damien Chazelle’in uzun metraj çekebilecek parayı bulmak için filmi önce 18 dakikalık bir kısa film olarak çekmiş olması. Whiplash böyle saçma bir teknik detaydan dolayı En İyi Uyarlama Senaryo dalında yarışacak.

Alır: The Imitation Game. Çok dalda adaylığı bulunan; ama az ödül kazanması muhtemel filmlerden The Theory Of Everything‘in En İyi Erkek ödülünü, American Sniper‘ın da Ses Kurgusu ve Ses Miksajı ödüllerini alacağı varsayımından hareket edersek The Imitation Game‘in teselli ödülü de bu olabilir. BAFTA Ödülü’nü The Theory of Everything kazandı; ama oyumu WGA (Amerikan Senaryo Yazarları Birliği) Ödülü sahibi The Imitation Game‘den yana kullanıyorum.

Almalı: Inherent Vice. Yine “zayıf” kategorilerden bir tanesi. Adaylardan diğerleri gerçekten kötü senaryolar: tescilli yalancı Chris Kyle’ın leş methiyesi American Sniper, etliye sütlüye dokunmayan klişe hikayeleriyle The Imitation Game ve The Theory of Everything, yılın en abartılmış filmlerinden otoriteci WhiplashInherent Vice‘ın da kusurları var; ama kendisini diğerleri kadar ciddiye almıyor olması bile şu ödülü hak etmek için yeterli.

Aday Olabilirdi: Gone Girl. Kendi kitabını filme uyarlayan Gillian Flynn, ağır ama emin adımlarla ilerleyen bir romana ciddi bir tempo katarak hikayeyi hala işler halde tutabilmeyi başarmış. Bu, hikayenin inandırıcılığını bir nebze kaybetmesine yol açmış; ama David Fincher’ın istediği de o heyecanın arasında nedenin-nasılın sorgulanmasının unutulmasını sağlamak olsa gerek ki ortaya böyle bir senaryo çıkmış. Karakterleri ve yaptıkları hareketlerin ardında yatan nedenleri çok daha iyi anladığımız ama yarısı bittikten sonra gelen büyük sürprize kadar yer yer sıkıcılaşan bir romandan böylesine tempolu bir gerilim filmi çıkarabilmek takdiri hak ediyor.

YABANCI DİLDE EN İYİ FİLM
Adaylar: IdaLeviathanTangerinesTimbuktuWild Tales

Not: Tangerines ve Wild Tales’i izleyemediğim için “Kim almalı?” kısmına yer vermedim.

Alır: Leviathan. Filmin Rusya’da yarattığı sıkıntıları daha önce yazmıştım. Bence Ida da Timbuktu da daha iyi filmler; ama Akademi üyelerinin Kremlin’e bu mesaj gönderme fırsatını kaçırmayacağını düşünüyorum.

Aday Olabilirdi: Force Majeure. İsveçli Ruben Östlund’un yazıp yönettiği film, Fransa’da bir kayak tatilindeki bir aileyi anlatıyor. Bir gün öğle yemeğindeyken üzerlerine bir çığın yaklaştığını gören babanın, eşini ve çocuklarını bırakarak kaçması[7] üzerinden aile reisliği kurumunu, erkek ve kadının üzerine yüklenen rolleri, karı-koca ve anne-baba olmayı sorgulayan, yer yer çok komik olmayı başaran, yer yer gerilim ögeleri içeren ve her anında kuvvetli görsellere sahip bu filmin burada yer almaması yanlış bir karar…

EN İYİ BELGESEL
Adaylar: CitizenFourFinding Vivian MaierLast Days in VietnamThe Salt of the EarthVirunga

Not: Last Days in Vietnam, The Salt of the Earth ve Virunga’yı izlemediğim için “Kim almalı” kısmına yer vermedim.

Alır: CitizenFour. Belgeselci Laura Poitras ile gazeteci Glenn Greenwald’un NSA (Ulusal Güvenlik Dairesi) tarafından yürütülen küresel izleme projelerini sızdıran Edward Snowden ile Hong Kong’da buluşmalarını anlatan belgesel, Amerika’da infial yaratmış bir olayı anlatıyor olması ve Laura Poitras’ın yaptığı işin taşıdığı risk ile diğer adaylar arasında ön plana çıkıyor.

Aday Olabilirdi: The Look of Silence. Joshua Oppenheimer The Act of Killing‘de 1965’te Endonezya’da yapılan darbe sırasında yüz binlerce kişinin ölümüyle sonuçlanan katliamdan sorumlu olan Anwar Congo ve adamlarının, bu cinayetleri tekrar canlandırmalarını istemiş ve Anwar’ın bu canlandırmalar sonucu kibirden pişmanlığa geçişini göstermiş, yaşattıklarının dehşetini görmesini ve bunlarla yüzleşmesini anlatmıştı. The Look of Silence‘da ise The Act of Killing aracılığıyla ağabeyinin ölümünü tüm detaylarıyla öğrenmiş Ari’nin, katillerle yüzleşmesini izliyoruz.

EN İYİ ANİMASYON
Adaylar: Big Hero 6The BoxtrollsHow to Train Your Dragon 2Song of the SeaThe Tale of the Princess Kaguya

Not: Song of the Sea’yi izlemediğim için “Kim almalı” kısmına yer vermedim.

Alır: How to Train Your Dragon 2. 2007 yılında Altın Küre’de En İyi Animasyon dalında ödül verilmeye başlandığından beri bu dalda Altın Küre aldıktan sonra Oscar’a aday olup kazanamayan tek film Cars.[1] Bence Big Hero 6 de The Tale of the Princess Kaguya da daha iyi; ama bu yılki Altın Küre Ödülleri’nde En İyi Animasyon ödülünü almış olan How to Train Your Dragon 2 buranın favorisi. Ayrıca 2005’ten beri (Wallace ve Gromit Yaramaz Tavşana Karşı) bir DreamWorks filminin bu dalda ödül almadığını düşünüldüğünde Akademi üyelerinin DreamWorks yapımı bir filmi desteklemek isteyebileceklerini söyleyebiliriz.

Aday Olabilirdi: The Lego Movie. Hakkında yeterince konuşulduğu için fazla açıklama yapmaya gerek yok. Aday olmaması bu yılın en büyük rezaleti… Yönetmen Phil Lord’un attığı yürek soğutan tweet bile hayranlarının sinirini dindirmeye yetmedi.

EN İYİ GÖRÜNTÜ YÖNETİMİ
Adaylar: BirdmanThe Grand Budapest HotelIdaMr. TurnerUnbroken

Alır: Birdman. 12. adaylığında henüz Oscar almamış olan Roger Deakins’in biraz daha beklemesi gerekecek; çünkü ödülü çok büyük ihtimalle Gravity‘den sonra üst üste ikinci yıl Emmanuel Lubezki alacak. BAFTA Ödülleri’nde ve Amerikan Görüntü Yönetmenleri Birliği Ödülleri’nde de Lubezki’nin kazandığı ödülün Oscar gecesi başka bir adaya gitmesi çok büyük bir sürpriz olur.

Almalı: Birdman. Lubezki, Children of Men ve Gravity‘deki birkaç dakikada aklımızı başımızdan alan plan sekanslarını 120 dakikaya yaymış. Filmin görüntü yönetimini, aslında tek çekim olmaması üzerinden eleştirmek en başta hali hazırda plan sekans olarak çekilen kısımlarına büyük haksızlık, bununla birlikte kamera alelade hareket ederek buna olanak sağlamasa filmin tamamının tek çekim olduğu illüzyonunu sağlayan en büyük unsurlardan bir diğeri olan görünmez kurgu işçiliğinin tamamen etkisiz kalacağını unutmamak lazım. Lubezki hareketli kamerasıyla dar tiyatro koridorlarından sahneye, fuayeden Times Meydanı’na çıkmış, bütün bunların gerçekten tek çekimmiş gibi görünmesini sağlayacak kadar da ustaca hareket etmiş.

Mansiyon: Ida. Bir şey yazmak yerine sabit kameranın ne kadar etkili kullanıldığını göstermek için filmden 52 kareye yer veren bağlantıya yönlendirmek sanırım daha etkili olur.

Aday Olabilirdi: Snowpiercer. Uzakdoğu yapımı aksiyon filmlerinden Kaplan ve Ejderha ile Parlayan Hançerler daha önce bu dalda adaylık almış, Kaplan ve Ejderha ödülü de kazanmıştı. Güney Kore yapımı Snowpiercer‘da da distopik gelecek izdüşümüne katkıda bulunan, en karışık dövüş sahnelerinde dahi anlaşılırlığı koruyan  bir özen görmek mümkün.

EN İYİ KURGU
Adaylar: American SniperBoyhoodThe Grand Budapest HotelThe Imitation GameWhiplash

Alır: Boyhood. On iki yıllık görüntüyle çalışarak işleyen bir film çıkarmak bile başlı başına yeterli olabilir; ama pekiştirmek için Amerikan Sinema Editörleri Birliği’nin verdiği ödülü de Boyhood‘un almış olduğunu söyleyeyim.

Almalı: Boyhood. On iki yıllık görüntü üzerinden çalışması ve geçen yılları birbirine bu denli pürüzsüz geçişlerle bağlayabilmesiyle Sandra Adair bu ödülü hak ediyor.

Aday Olabilirdi: Birdman. Bütün filmin tek çekim olarak görünmesinin en önemli nedenlerinden biri kurgudaki görünmez işçilik… Filmin renklerini yapan Steve Scott’ın neler yaptığını anlattığı video yapılan işin inceliğine dair bir fikir veriyor. Üstelik filmin hikayesi ve anlatım tarzı öyle bir bütünlük içinde ki, yönetmenliği ve görüntü yönetmenliğini takdir edip onlara adaylıklar verirken kurgu adaylığı vermemek gerçekten tutarsızlık anlamına geliyor.

Gone Girl. Kirk Baxter The Social Network‘le kazandığı Oscar’ı bence rahatlıkla The Imitation Game benzeri bir hale gelebilecek filmi Mark Zuckerberg’ün aklı gibi hızlı ve çağrışımlara dayalı çalışan bir yöne çevirmiş olmasıyla kazanmıştı. Gone Girl’de de gerilimi ve gizemi, sürprize kadar sıkıcılaşabilecek bölümlerde ayakta tutmayı başarmış, devamında korumuş, ustaca geçişleriyle burada olmayı hak etmiş.

EN İYİ ÖZGÜN ŞARKI
Adaylar: “Everything is Awesome” (The Lego Movie),  “Glory” (Selma), “Greatful” (Beyond the Lights), “I’m not Gonna Miss You” (Glen Campbell… I’ll Be Me), “Lost Stars” (Begin Again)

Alır: “Glory”. Ödül muhtemelen “hangi filme daha fazla ayıp ettiysek ona verelim” düşüncesiyle Altın Küre ve Critics’ Choice (Eleştirmenler Ödülü) ödüllerinde de bu dalda ödülü almış Selma‘ya gidecek.

Almalı: “Everything is Awesome”. Pharrell’in şarkısı “Happy”, geçen yıl Frozen‘ın “Let It Go”suna yenilmişti. Bunun nedeni bence “Let It Go”nun içinde yer aldığı filmin yapısına daha uygun bir şarkı olmasıydı. “Everything is Awesome” da duyum olarak “Happy”ye, yapı olarak “Let It Go”ya yakın. Bir kere dinlenmesinden itibaren akla takılan sinir bozucu şarkılardan; ama amaçlanan şey de tam olarak bu: şarkının, filmin her şeyin mükemmel olduğu akılda yer eden sinir bozucu bir düzen içindeki dünyaya getirdiği eleştiriye hizmet etmesi…

Aday Olabilirdi: “Split the Difference” – Boyhood

“The Boxtrolls Song” – The Boxtrolls

“For the Dancing and Dreaming” – How to Train Your Dragon 2

“I Love You All” – Frank

DİĞER ÖDÜLLER
Kalan ödüller için tahminlerim aşağıda:

En İyi Prodüksiyon Tasarımı, En İyi Kostüm Tasarımı (Plase: Into the Woods) ve En İyi Makyaj ve Saç ödüllerini (Plase: Foxcatcher) The Grand Budapest Hotel alır. En İyi Özgün Müzik (Aday Olmalıydı: Whiplash) ödülünden konuşurken iki ayrı filmle aday olan (The Grand Budapest Hotel ve The Imitation Game) Alexandre Desplat’dan bahsetmemek olmaz. Daha önce de 6 kere aday olmuş; ama hiç ödül kazanamamış Desplat’ın bu yılki en büyük rakibi Johann Johannson (The Theory of Everything) olacak gibi görünüyor. En İyi Ses Miksajı ve En İyi Ses Kurgusu için (İkisi için de plase: Birdman) American Sniper büyük favori gösteriliyor. En iyi Görsel Efekt için ise Interstellar‘a güvenilebilir (Plase: Dawn of the Planet of the Apes). O dalda başka hiçbir adayı izlememiş olmakla birlikte Big Hero 6’ten önce gösterilen ve eğlenceliliğinin yanı sıra masal anlatım biçimlerine dair bir ders niteliğinde olan Feast‘in En İyi Kısa Animasyon dalında büyük favori olduğunu öğrenmek mutlu etti.

Oscar’ın en eğlenceli kısmı ödüllere ilişkin spekülasyonlar, bu yüzden siz de yorumlarınızı paylaşmayı unutmayın. 13 dalda tahmin yapıp 10’unu bilene bira ısmarlama iddiamız devam ediyor, yorumlara yazıp tutturan olursa itinayla istesin. Herkese iyi seyirler, iyi eğlenceler.


[1] 2011 yılında En İyi Animasyon dalında Altın Küre ödülü kazanan The Adventures of Tintin, Oscar’a aday gösterilmeyince ödül Rango‘ya gitmişti.

[1] Times Square sahnesinin nasıl çekildiğini anlatan şu yazı, Inarritu’nun yönetmenlik başarısına çok güzel bir örnek.

[2] Kaan Karsan’ın filmle ilgili yazısının ikinci paragrafında bunun çok güzel bir örneği var.

[3] Hem En İyi Kadın (Far From Heaven), hem de En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (The Hours) ödüllerine aday olduğu 2002’de bile ödül kazanamamıştı.

[4] The Imitation Game ile aday olan Benedict Cumberbatch de yıllar önce BBC’nin çektiği bir televizyon filminde Stephen Hawking’i canlandırmıştı.

[5] Bu tabii akıllara kariyeri bittiği düşünülen Mickey Rourke’un, kariyeri bittiği düşünülen bir güreşçiyi canlandırdığı The Wrestler‘ı getiriyor.

[6] Rol için 82 kilodan 68 kiloya düşen Jake Gyllenhaal’un, sırf bundan dolayı dahi Akademi’nin ilgisini çekeceği düşünülüyordu.

[7] Seinfeld’in şu sahnesini hatırlayan var mı?

1 Yorum

Muhabbetimiz daim olsun...

Benzer Yazılar
daha fazla

Konuşan o tuhaf kutu: Televizyon

Umberto Eco’nun, 20. yüzyılın kitle iletişim evrenine damgasını vuran, “konuşan o tuhaf kutuya” ve üretimlerine adadığı yazılarını bir…
Total
0
Share

vesaire sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et