Örme Biçimleri

Görsel: João Bruno Vieira’nın bir “tekstil heykeli”.

Edebiyat eleştirisinin toplumu anlamakta ne kadar önemli bir alan olduğunu kanıtlayan özgün bir eleştirel üslup geliştirmiş ve yazdığı denemelerle Türkiye’de edebiyat eleştirisine damgasını vurmuş Nurdan Gürbilek’in yeni kitabı Örme Biçimleri 8 Eylül’de çıkıyor. Heyecanla beklediğimiz kitaptan tadımlık bir bölümü Metis Yayınları’nın özel izniyle paylaşıyoruz. Buyursunlar.


Sunuş

Yazarken bir kapıdan girer, çoğu zaman aynı kapıdan çıkar gideriz. Bir doğruyla başlar, aynı doğruyla bitiririz. Başlangıçla son arasındaki o ara bölge, yazının yol boyunca geçirdiği değişim, duraksama ya da bocalama anları, Bilge Karasu’nun “ikircikle, olasılıkların, olanakların gözden geçirilmesi, tartılması, seçilmesiyle, verilen kararın bir daha, bir daha düşünülmesiyle doldurduğum süre” dediği şey çoğu yazıda görünmez. Ben bu kitapta o ara bölge de yazıda görünsün, düşüncenin karşıt seslerle karşılaştığında, yan yollara saptığında ya da odak noktasını değiştirdiğinde geçirdiği değişim, rotadaki o sapma ya da dönüşüm anları da yazının parçası olsun istedim. Benjamin’in meydanlar için söylediği şeyi (“Bir meydanın farkına varabilmek için insanın oraya dört ayrı yönden yaklaşması, hatta orayı dört ayrı yönde terk etmesi gerekir”) yazıda da yapabilmek için bir yazara, cümleye ya da probleme birkaç kapıdan birden girmeyi denedim. Edebiyat yazılarında çoğu zaman çoktan varılmış doğruları bir kez de edebiyata söyletir, yazı daha başlamadan önce oluşmuş bir sözü yapıta tekrarlatır, edebiyatı politikanın kolaylaştırıcısına, kuramın kenar süsüne dönüştürüp köşemize çekiliriz. Bu yazılar farklı bir yol izliyor: Yazarların, yapıtların ya da cümlelerin hazır doğrulara, sabit söylemlere, som kategorilere kolayca eklenen yanlarına değil, zorluk çıkartan yanlarına, önümüze getirip bıraktıkları problemlere odaklanıyor. Çoktan verilmiş cevaplardan çok, o cevapların içinde kıpırdamaya devam eden sorulara dikkat kesiliyor.

Yazarlar (ve yazma biçimleri) üzerine üçlü fragmanlar, birbirini tamamlamasını umduğum triptik panolar var bu kitapta. Bazıları öncekinin eksiğine yerleşiyor, bazıları yeni bir kapıyı yokluyor, bazıları yön değiştiriyor. Sayıyı üçle sınırladım, ama Virginia Woolf yazılarına dördüncüsü eklenince, onu sona aldım. Kitapta üçlü fragmanlara girmeyen bir de bağlaç yazı (“Gülme Biçimleri”) var.

Her deneme, denemeyi yeniden tanımlar. Ben bu kitapta seçimimi uygun adım menzile ilerleyen tertipli bir yazıdan yana değil, bir kurmaca ilkesinin (“Hiçbir şey sadece tek bir şey değildir”) yankılandığı çoğul girişli bir denemeden yana kullandım. Sonunda bir doğruluk ânı var. Ama yolun üzerinde engebeler, sapa noktalar, çıkmaz sokaklar da var. Bu yüzden bu fragmanların düz bir çizgi boyunca ilerleyen rotasından değil, soruyla cevap arasındaki mesafeyi uzatmak pahasına, kavşaklarda mola vererek, kavisler çizerek, çatallanarak ilerleyen yolundan söz etmem daha doğru olur.

Gülme Biçimleri

Sanatın neşeyle ilişkisi üzerine düşünürken bizi farklı bölgelere çağıran iki güçlü yorumun çekim alanında buluyoruz kendimizi. Bir yanda gülmenin korku üzerindeki zaferinden, acı krallığından alınan o neşeli intikamdan söz eden, Rabelais’nin “karnavalesk kahkahası”nın takipçisi Bahtin var. Diğer yanda onca vahşetten sonra sanatın “şenlikten kendi isteğiyle vazgeçmek zorunda” olduğunu söyleyen Adorno. Biri gülmeyle özgürlük arasındaki bağa, kahkahanın resmi dünyayı baş aşağı çevirme gücüne işaret ediyor. Diğeri gülmenin ısmarlama olduğu anlara çevirmiş dikkatini. Bugüne hangisi daha parlak bir ışık düşürüyor?

Bağlam yardımcı olabilir mi? Bahtin Rabelais ve Dünyası’nı İkinci Dünya Savaşı sırasında Sovyetler Birliği’nde yazmıştı. Gülmenin korku üzerindeki zaferinden söz eden bir yapıtın Stalin’in ülkesinde hoş karşılanması beklenemez. Kitabın alınlığında Rus düşünür Herzen’in “Gülmenin tarihini yazmak olağanüstü ilginç olurdu” cümlesi vardı. Bahtin de gülme tarihi içindeki kendi yerini Rabelais ve Dünyası’nı yazdıktan yirmi küsur yıl sonra alabildi.[i]

Adorno “Sanat Şen midir?”i on yılı aşkın sürgünde yaşadığı ABD’den Frankfurt’a döndükten sonra, 1958’de yazdı. Schiller’in “Yaşam ciddidir, sanat şen” dizesinin eleştirisiyle açılır deneme: Bu vecizeyi andıran dizenin çalışma-boş zaman karşıtlığını bir ebedi yasaya çevirdiği, sanatı bir neşe bölgesi (“yorgun işadamları için vitamin iğnesi”) olarak ayrıştırdığı ölçüde kültür endüstrisinin habercisi olduğunu söyler Adorno. Ama Adorno’nun bir önermeyi karşıtıyla sınamadan noktayı koymadığını, denemelerini “çelişki titreşimleri”ne adadığını biliyoruz. “Sanat Şen midir?” sorusuna kesin bir “Hayır!” cevabı vermez, önce dizedeki doğruluk ânını kaydeder. Sanat “özgür olmayışın ortasında özgürlük benzeri bir şey”i dile getirdiği, “gerçekliğin insanlara dayattığı hunhar ciddiyetin eleştirisi” olduğu ölçüde neşelidir. Ama yazının tonunu belirleyen, “neşenin hakikat içeriğine ulaşma[nın] artık imkânsızlaşmış” olduğu cümlesidir.[ii] Nietzsche “içinde bir kahkahanın çınlamadığı bir hakikat yanlıştır” diyordu, Adorno dikkatini kahkahanın içinde çınlayan yanlışa çevirir. Neşe kültür endüstrisinin yapıtaşına dönüştüğü ölçüde kahkaha şimdi o bölgede çınlıyordur. Hakikate ulaşabilmek için, evet o sesi kısmak gerekir.

“Sanat Şen midir?” Adorno’nun on yıl önce New York’ta Horkheimer’le birlikte yazdığı Aydınlanmanın Diyalektiği’nden de (1947) yankılar taşır. O kitapta acının yerine neşeli inkârı geçiren ısmarlama bir neşeden söz eder Adorno-Horkheimer: “Gülünecek bir şey olmadığı için gülme var.”[iii] İster yatıştırıcı ister dehşet verici olsun gülmeye daima korkunun eşlik ettiğini söylüyordur yazarlar. Birincisinde erkin elinden kurtulmuş olmanın yankısı duyulur, ikincisinde korkunun üstesinden korkutanın safına geçerek kurtulma yankılanır. Birincisinde bir Bahtin bölgesi kısmen içerilmiştir, ama gülme korkuyu alt eden bir şey olmaktan çok, korku atlatıldıktan sonra gelen rahatlamanın eşlikçisidir. İkincisinde kahkahanın üzerine koyu bir gölge düşer: Gülen şimdi korkutanın tarafındadır.

Aralarında büyük bir zaman farkı yok. Ama uzam farklı: Bahtin bir korku toplumunda yazıyor, Adorno savaşın acılarının üzerine kurulmuş bir neşeli inkâr toplumunda. Bahtin’de ortaçağ pazaryeri, resmi dünyaya (kilise) direnen konuşma biçimlerinin “rezarvuarı” olarak belirir. Adorno’da o rezervuar “reklamların pis sırıtışı”yla şekillenmiş “yapay, sahte ve efsunlu” bir eğlence pazarına dönüşmüştür. Bahtin’de “kıkırdayan kalabalıklar” resmi dünyayı baş aşağıya çevirme gücüne sahiptir. Adorno’da kalabalıklar güle oynaya yoluna devam eden bir toplumun üyeleri, tertiplenmiş bir şenliğin uzlaşmış kitleleri, yakın tarihin acıları üstünde neşeyle tepinen kalabalıklardır. Adorno’nun ünlü Auschwitz-sonrası cümlelerinden biri “Sanat Şen midir?”de karşımıza çıkar: “Auschwitz mümkün olduğu, belirsiz bir gelecek boyunca da mümkün kalacağı için bu koşullarda sanat şenlikten kendi isteğiyle vazgeçmek zorundadır.” Korku toplumuyla neşeli inkârı iç içe geçiren bir zamanda biz hangisine kulak vereceğiz? Gülmenin korku üzerindeki zaferi mi, barbarlığa kapı aralayan neşe mi?

Aynı probleme daha eski bir Bergson kapısından da girebilirdik. Bergson geçen yüzyılın başında yazdığı Gülme’de (1900) bizde gülme duygusu uyandıran şeyin insani olaylardaki “katılık” (mekaniklik ya da otomatizm) olduğunu söylemişti: “Bir yüzde katı, kalıplaşmış, mekanik olan ne varsa bizi güldürür.” Kendimizi tekrar etmemiz, başkalarının bizi taklit etmesini sağlayan şeydir. Bizde gülme duygusu uyandıran şey, canlılık akışını duraklatan, hayat atılımını (élan vital) ele geçiren o katılık bölgesidir.[iv]


[i] Rabelais ve Dünyası Rusçada 1965’te yayımlandı, üç yıl sonra da İngilizceye çevrildi. Türkçe çevirisi: Rabelais ve Dünyası, çev. Çiçek Öztek, Ayrıntı, 2005.
[ii] Theodor W. Adorno, “Sanat Şen midir?”, Edebiyat Yazıları, çev. Sabir Yücesoy-Orhan Koçak, Metis, 2004, s. 150-59.
[iii] Theodor Adorno-Max Horkheimer, Dialectic of Enlightenment, 1982, İngilizceye çev. John Cumming, Continuum, s. 141 (yayımlanacak; Metis, 2024).
[iv] Henri Bergson, Gülme: Gülüncün Anlamı Üzerine Deneme, çev. Devrim Çetinkasap, İş Kültür Yayınları, 2014, s. 127.

Muhabbetimiz daim olsun...

Benzer Yazılar
daha fazla

Şiir nereye kayboldu?

Şiirden bahsederken aklınızda canlanan sahne orta yaşlı, bekar, orta sınıf bir erkeğin rakı masasında otururken size epey anlamsız…
daha fazla

Böreğin tarihi

Sultan IV. Mehmet (sal. 1648-1687) döneminde, Divan-ı Hümayun her sabah Topkapı Sarayı’nın Kubbealtı bölümünde toplanırdı. Sadrazam ve vezirler…
Total
0
Share