Neye yarar iyilik?

İskenderun, 7 Şubat 2023. Fotoğraf: Burak Kara, Getty Images.
İskenderun, 7 Şubat 2023. Fotoğraf: Burak Kara, Getty Images.

Holdingleşmiş Kızılay’ın “yasal, akılcı ve ahlaki” olduğu söylenen skandalları birbiri ardına haberlere düşüyor. Bahadır Özgür’ün haberine göre depremzedeler için toplanan ikinci el kıyafetler de aracı bir şirkete satılmış. Üstelik bu ticaret yalnızca Kızılay ve depremle de sınırlı değil. Bahsi geçen şirket, çoğu belediyelere ait olan atık ikinci el giysi kumbaralarında toplanan kıyafetlerin de alıcısı. Yasal diyorlar, çünkü usulünce ihaleyle yapılmış bir ticari anlaşma var. Akılcı diyorlar, çünkü imhaya gidecek kıyafetlerin bir kısmı geri kazandırılıyor. Ahlaki diyorlar, çünkü üretimi görece azaltarak çevreyi “koruyor”.

Şapkadan tavşan çıkaran bu propagandanın ardında sadece Türkiye’yle sınırlı olmayan devasa bir geridönüşüm organizasyonu yatıyor. Son yılların yükselen modası “sürdürülebilirlik” söyleminin altında yeni bir sömürü düzeni var. Örneğin 2015’ten bir habere göre, İngiltere’de toplanan ikinci el kıyafetlerin en fazla yüzde 30’u yeniden kullanım için ülkede kalıyor. Büyük çoğunluğu aracı firmalarla genellikle Sahra Altı Afrika ülkelerine ihraç ediliyor, bu ülkelerdeki pazarlarda ucuza yeniden satılıyor.

Bir pantolon düşünün, Merter’de bir atölyede üretiliyor (atölyelerdeki üretim ve çalışma koşullarını şimdilik unutalım). Pantolon sınırları aşıyor, İngiltere’de ortalama 40 sterline satılıyor, modası geçene kadar giyiliyor, “iyi” bir insan tarafından çevre ve insan hakları düşünülerek çöpe atılmak yerine bir hayır kurumuna bağışlanıyor. Kurum bağışları tasnif ediyor, bir aracı firmaya satıyor, pantolon Afrika’daki bir işçiye 2 sterline yeniden satılıyor. Pantolon hayır kurumuna bağışlanmaz, olur da çöpe giderse? O zaman Adana’daki atık merkezine gönderiliyor.

Büyük bir geridönüşüm ordusu yaratıldı, asbestli gemilerin imhasından hastalık ve açlık içinde yapılan kâğıt toplama işine kadar Türkiye’nin de merkezinde olduğu sömürü düzeninin yeni bir işçi ordusu var. Merter’deki veya Afrika’daki bir işçi, kazandığı üç kuruşla felaketi bekleyen evlerde, hastalık çağıran koşullarda, adına yaşamak denirse, günü yaşıyor. Bir gün ölürse arkasından iyi ve akıllı insanlar “oy vermeseydi” diyecek. Kimi biliminsanları “daha iyi bir evde otursaydı” diyecek. Akılcı, yasal ve ahlaki dünya düzeni bu.

Bunu iyi insanlara renkli reklamlarla anlatıyorlar: Daha az duş alın, daha az tüketin, daha çok bağışlayın. Karşı mahallenin yardım kuruluşlarını beğenmiyorsanız, alternatifleri var. Bu devirde herkesin kendi mahallesinin bir hayır kurumu var, dükkanları var, reklam giderleri ve dayanışma konserleri var. Maliyetler çıkarıldıktan sonra olur da kalırsa, para başka projelerin finansmanı için kullanılacak. Ondan da geriye bir şey kalırsa, bir banka hesabında havale edileceği diğer hesabı bekleyecek. Bağışların bir kısmı elbette ulaşacak afetzedeye, bu hayırseverlik tekerinin de dönmesi gerek.

Beltolt Brecht, Me-Ti: Tarihte Diyalektik kitabında, “Belli kötülüklerden, bu kötülüklerin ortadan kaldırılabilir nedenlerini belirtmeksizin söz edenler sakıncalı olabilirler,” diyor. Sonra kitabın başka bir bölümünde “Akıllı kafalar gerek egemenler tarafından gerekse o kafaların sahiplerince çok aptalca da kullanılabilir. Akıllı kafalar, özellikle en aptalca ve sürekli olması düşünülmeyecek savları ve kurumları desteklemeleri için kiralanır. En akıllı kafalar, gerçeğin bilinebilmesi için değil, gerçekten uzak olandan nasıl yararlar sağlanabileceğinin anlaşılması için çaba harcarlar. İstedikleri kafalarından değil, midelerinden alkış toplamaktır,” diye ekliyor.

Deprem felaketinin ardından herhalde en çok paylaşılan, elden ele dolanan şiir de Bertolt Brecht’e ait. Şiir “İyi adamın sorgusu” veya “Anladık iyisin” diye biliniyor. Şiir de yukarıdaki alıntıların olduğu kitapta yer alıyor:

Öne çık: Duyduk ki,
İyi bir adammışsın.
Satılık değilmişsin ama
Eve düşen yıldırım
Satılık değildir o da.
Dönmezmişsin bir kez söylediğinden.
Neymiş söylediğin?
Onurluymuşsun, söylermişsin düşünceni açıkça.
Hangi düşünceni?
Yürekliymişsin.
Kime karşı?
Bilgeymişsin.
Kimin için?
Düşünmezmişsin kendi çıkarını.
Kiminkidir o zaman düşündüğün? İyi bir arkadaşmışsın.
İyi insanlar da var mı arkadaşların arasında?

Bu şiir kime hitap ediyor? Vergiden kaçmak için kazandıklarının milyonda birini bağışlayan patronlara mı? Hayırseverlere mi sadece? Yoksa iyileşme için sürekli çağrı yapanlara mı? Öfkesini sadece dile getiren, pratikte elinden ne geliyorsa, daha doğrusu ona elinden neler gelebileceği söyleniyorsa, sadece onunla yetinenlere mi? Siyasi bilincini ve iradesini seçim sandıklarıyla sınırlayanlara mı? Olanın bitenin farkında olup kahvehane bezginliğine sığınanlara mı?

Sosyalist örgütlerin ve bazı sivil toplum kuruluşlarının deprem bölgesindeki faaliyeti başka bir yönetimin ve organizasyonun mümkün olduğunu ortaya koymaktı. Boşalan, çatlayan yeri sadece hayat kurarak, yaşatarak doldurmadılar, oraya yeni birer tohum ektiler. Bir kurumu, örgütü bir diğerinden ayıran tam da budur. Sürdürülebilir olduğu iddia edilenin yerine neyi koyduğudur. Soru tüm çabaların işe yarayıp yaramadığı değildir, soru kimden ve neyden yana işe yaradığıdır.

Brecht’in şiiri yazdığı günden bu yana dünya üzerindeki ezen-ezilen ilişkileri daha da karmaşıklaştı. Brecht idealistlere sesleniyor, tarihsel materyalizmin sınırlarını ve diyalektik anlayışı işaret ediyordu. Biz de her türlü yardım, değişim, dayanışma çabasının altında, tarih bilincinden bütünüyle yoksun bir işe yararlılık düşlüyoruz. Bir zamanlar ne ve kim sorusunun yanıtı topluluklar, sınıflar, kurumlardı. Şimdi ne ve kim deyince sadece parayı ve bireyi düşünebiliyoruz. Sadece karşımızdaki ile kendimiz arasında süregiden bir işe yararlılık bağlamında anlıyoruz ezen-ezilen ilişkisini. “Sınıfsaldır”, “tarihseldir”, “siyasaldır” gibi analizler bile kestirmeci ve bireysel. Sanki ilişkilerin toplumsallığı yok olmuş da yalnızca politik pozisyon alarak yeterli olacağı düşünülen tepkilere, sözlere, beyanlara indirgenmiş. Yalnızca ben ile diğerleri arasında kalmış, vicdanımızın kefaretini ödüyoruz. Karşımızda tahakkümünü sürekli yeni araçlarla yeniden kuran bir düzen karşısında hangi “iyilik” işe yarayabilir? Esasa dönmek gerek, tüm bu sorular bizim için değil, dünyanın işleyişinden yana neye ve kime yarıyor?

Depremin ardından görüntülenen binlerce dayanışma haberinin birinde, 15 yaşında bir çocuk Silvan’da ihtiyaç sahipleri için çadır dikiyordu. Yüzünde, mutluluk denemez ama bir dikkat ve eminlik vardı: İşe yaramanın saadeti. Oysa henüz 15 yaşında. Ben daha haberdeki işe yarayan bu aracısız yardıma mı şaşayım yoksa 15 yaşında okulda olması gereken çocuğun çalışmaya mecbur kalışına mı üzüleyim diye düşünürken, iki kardeşi de çocuk yaştan beri tekstil atölyesinde çalışan arkadaşım beni uyarıyor. “Bu çocuk” diyor, “en az iki yıldır çalışıyor olmalı, yoksa o makineyi o kadar hünerle kullanamazdı.” Gerçeğin en hakiki, en sürekli hâli yine çocukla aynı sınıftan olan biri tarafından görülüyor. Deprem anında kurtarma için ilk çağrılanlar da bu yüzden madenciler, itfaiyeciler ve inşaat işçileriydi. Çünkü ekipmanları kullanmayı bilen, organize olabilen, bir felaket ânını yönetebilen ancak onlar olabilirdi. Çünkü yüzyıllardır zaten bu aletleri kullanıyor, dünyayı emekleriyle döndürüyorlar. Herkes işin aslını biliyor, bazıları gereğini yapmıyor.

Felaket anları hem ölümü hem yaşamı aynı anda yan yana getiriyor. Hem geleceği hem geçmişi bir anlığına göz önüne seriyor. Bir iyi dostu, başka iyi dosttan ayırıyor.

5 bin liradan bilet satarak, İstanbul’un afet toplanma alanlarından birinin üstüne inşa edilmiş Zorlu PSM’de deprem dayanışma konseri yapıyor, toplanan parayı da siyasetsiz bir sivil toplum kuruluşuna bağışlıyorsanız, kime yarıyor iyiliğiniz? Neyi onayladığınızı simgeliyor? Unutmayacağız diye verilen yeminler usulca normale dönmenin geçiş töreni mi? Nedir bir dayanışma konserini diğerinden ayıran?

Deprem bölgesinde inşaatlar başladı. Depremden önce bölgede tarım ve hayvancılıkla geçinenler, depremden sonra ya göç etmeye ya da alelacele başlanan inşaatlarda ucuz işgücü olmaya zorlanıyor. Bu şehirlerde fabrikalar açacaklar, bu fabrikalarda ekonomik krizin üzerine bir de depremin yüküyle hepten yoksullaşmış, mülksüzleştirilmiş ailelerin çocukları işbaşı yapacak. Mülksüzleştirilenler ve çocuk yaşta çalışmaya zorlananlar onları izlemeyecekmiş gibi, meşhur müzisyenler ve oyuncular dayanışma etkinliklerinde kafalarından değil midelerinden alkış topluyorlar.

3 Yorum
  1. Çok güzel bir yazı olmuş teşekkür ederiz, yüreğine sağlık ve ferahlıklar ihsan etsin Rabbimiz.

  2. Çok güzel yazdıniz. “Midelerinden alkış toplamak” 👏👏

    1. Enine boyuna, derinlemesine. Yazınız çok değerli. Kaleminize sağlık.

Muhabbetimiz daim olsun...

Benzer Yazılar
daha fazla

Yazıya her zaman güvenin

İleride birileri bana falanca video, üç boyutlu baskı, oyunlar veya dinamik multimedya sistemleri hakkında fikrimi sorarsa, ne düşündüğüme…
daha fazla

12 Eylül 1980’de ne oldu?

Tam 43 yıl önce, bütün fiziki ve manevi evreniyle günümüzde yaşamayı sürdüren 12 Eylül darbesi gerçekleştirildi. Şili, Arjantin,…
Total
0
Share