1939’da pek çok şey oldu, ne yazık ki bunların çoğu epey korkunçtu. Ne var ki bunlar arasında nispeten önemsiz ve o kadar da korkunç görünmeyen bir şey daha vuku bulmuştu: Reichsvollkornbrotausschuss’un kuruluşu. Eğitimsiz diyaframlarımızı zorlayan bu Almanca sözcük aslında hayırlı bir haberi müjdeliyor: “Reich Tam Tahıllı Ekmek Komitesi”nin kuvveden fiile geçişini.
Kabul edelim, ilk bakışta biraz şaşırtıcı, ama Nasyonal Sosyalistler tam tahıllı ekmek tüketimini artırmak için böyle bir komite kurmuşlardı. Bu çaba çoğu zaman göz ardı edilse de aslında Nazilerin “organik yaşam” savunusundan bağımsız değildi. Naziler bu uğurda bilimin desteğini almaktan geri durmadılar. Üstelik Joseph Needham’ın oldukça erken sayılabilecek dönemde yayımlanmış eseri The Nazi Attack on International Science’ta iddia ettiği gibi 19. yüzyılda başlayan büyük tıbbi gelişmelere ket vurdukları filan da yoktu.[i] Mesela Nazilerin dümene geçtiği ilk beş yılda hiçbir tıp dergisi kapatılmadığı gibi, otuzdan fazla yeni dergi yayın hayatına başlamıştı.[ii] Nasyonal sosyalistler alternatif, heterodoks, holistik tıp biçimlerine epey meyyaldi, “aile dizimi” lafını duysalar sanırım zevkten dört köşe olurlardı. Bu yüzden organik yaşam sevdasında biyoloji ve tıp başta olmak üzere pek çok bilim dalından ve bu dallarda çalışan biliminsanından destek aldılar.
Mesela Reichsvollkornbrotausschuss’un fitilini ateşleyen Gerhard Wagner, bir doktordu. Üstelik sadece tıp eğitimini Münih’te almış meşhur bir doktor değil, aynı zamanda omzuna birinci sınıf Demir Haç madalyasını takmayı başarmış bir askerdi de. 1932’de Nasyonal Sosyalist Alman Doktorlar Birliği’ni kuran Wagner, 1935’te doğal tam tahıllı ekmeğin yerini yüksek şeker barındıran ve ithal malzemelerle yapılan beyaz ekmeğin almasına karşı bir kampanya başlattı.[iii] (Kampanyası ve diğer çabaları o kadar etkiliydi ki, bir yıl sonra Führer’in gözdeleri arasına girip özel doktorlarından biri oldu.) Beyaz ekmeği “kimyasal ürün” diye anan Wagner, 1938’deki Nuremberg parti kongresinde ilk kez dikkatleri “ekmek sorunsalı”na çekti. Tabii bu slogan çok zorlu ve karmaşık bir görevi kolaylaştırmak için tercih edilmişti, zira ona göre Alman halkının sağlığını tehdit eden tek şey beyaz ekmek değildi. Sağlıklı beslenilmesi, daha az et, daha fazla meyve tüketilmesi ve bolca egzersiz yapılması bu “sorunsalın” çözümü için verdiği tavsiyeler arasındaydı.
Wagner, ülkenin tam tahıllı ekmek yerine beyaz ekmek tüketmek zorunda kalmasının sebeplerini gayet iyi biliyordu. Savaş nedeniyle kaynaklar azalıyor, kaliteli ekmek üretmek güçleşiyor, ucuz ithal ürünler güç kazanmaya başlıyordu, ancak esas olan Alman halkına savaşçı askerler yetiştirmek ve milli bünyenin sağlıklı nesillerle daha da kuvvetlendirilmesi olduğuna göre tahıllı ekmeğin haysiyetini savunmanın bir “beka meselesi” olduğuna şüphe yoktu. Doktor, 1935’te Alman fırınlarının beyaz ekmek üretiminden vazgeçmesi için bir düzenleme yapılmasını istedi, böylelikle Reich Tam Tahıllı Ekmek Komitesi’nin temelleri atıldı. Alman hükümeti, fırıncılar, biliminsanları ve “nihai çözüm” ifadesini duyunca gözleri parıldayan Parti üyelerinden oluşan doksan altı kişilik komite, acil ve büyük bir soruna çözüm aramak üzere bir araya geldi: “Ekmek sorunsalına nihai bir çözüm bulmak.”
Wagner elbette bu işte yalnız değildi. Alman biliminsanı ve akademisyen Franz Wirz’in yanı sıra İçişleri Bakanlığı Sağlık Dairesi’nde görev yapan ve daha sonra Wagner’in koltuğunu devralan doktor Leonardo Conti de “ekmek kavgası”nda onunla aynı cephede savaşıyordu. Conti, 21 Mart 1941’de bir radyo yayınında ulusa seslenerek tahıllı ekmeğin sağlığa ne denli faydalı olduğunu anlatmakla kalmamış, aynı zamanda Reichsvollkornbrotausschuss’un önemini “Tam tahıllı ekmek için verilen mücadele, halkın sağlığı için verilen mücadeledir”[iv] sözleriyle ifade etmişti. Tabii aynı Conti’nin Brandenburg Ötanazi Merkezi’nde bizzat insanlar üzerinde yapılan deneylere katıldığının belgelendiğini ve sıkı bir öjeni savunucusu olduğunu söylemeye gerek bile yok.
Robert N. Proctor’ın ifadesiyle bu “operasyon” o kadar başarılı oldu ki “1939’da sadece 2.420 Alman fırını (veyahut tüm fırıncıların sadece yüzde 1’i) tam tahıllı ekmek üretirken, bu sayı 1943’te 27.454 fırına yükseldi. Bu da Almanya’daki bütün fırınların yaklaşık dörtte biri (yüzde 23) demekti.”[v] Yani “yerli ve milli” ekmek, yabancı unsurlara karşı kısa sürede ciddi bir zafer kazandı. Bunu salt komitenin başarısı olarak görmek hata olur; Alman fırıncılarının “azmi”, halkın kemer sıkmaya razı edilmesiyle birleşmişti. Zira “Almanya’nın [diğer ülkeler karşısında -U.Ö.] tam da tüketim düzeyinin düşük olmasından ötürü büyük bir avantaja sahip olduğunu”[vi] düşünen Hitler’in her fırsatta Amerikan tüketim meftunluğunu topa tutabilmesini sağlayan zemin de buydu.[vii] Kısacası operasyonun başarısı komitenin çabaları kadar, Nazi propaganda makinesinin halkın tüketim eğilimlerini dizginleyebilme kabiliyetine de bağlıydı. Tahıllı ekmek sevdası, meşum ve kökü dışarıda tüketim eğilimlerinin milletin sahih bünyesine zarar vermesine engel olunması için sergilenen mücadeleden bağımsız değildi. Almanya savaştaydı ve bu güçlüğün hep birlikte göğüslenmesi gerekiyordu.
Hitler, Ağustos 1942’deki bir konuşmasında Almanya’nın tüketim alışkanlıklarını Amerikalılarınkiyle kıyaslarken, dikkati her şeye sahip olan bir milletin savaşa pek de istekli olmayacağına çekmişti.[viii] Piyasadaki çeşitlilikten rahatsızdı, Ockham’ın Usturası’nın savaş zamanında daha da geçerli olduğunu düşünüyordu. Ne de olsa hazdan beslenen tükenmekle terbiye olurdu. Bu yüzden “yerli ve milli” tahıllı ekmek övgüsü, esasen Amerika ve tüketim alışkanlıklarına yönelik ısrarlı eleştirilerine göbekten bağlıydı. Başka bir deyişle Alman milletinin elbette sağlıklı tahıllı ekmekle beslenmesi gerekiyordu ama buzdolabı, daktilo ya da radyo gibi dönemin “lüks” ürünlerine sahip olan, ithal hammadelerden üretilen beyaz ekmek tüketmeyi alışkanlık hâline getiren ve yeterince fakirleştirilmemiş bir milletin savaşa ikna edilmesi de mümkün değildi.
[i] Joseph Needham, The Nazi Attack on International Science, Cambridge: The Thinker’s Forum, 1941, s. 47.
[ii] Robert N. Proctor, Racial Hygiene, Medicine Under the Nazis, Londra: Harvard University Press, 1998, s. 5 ve 325-326.
[iii] Proctor, Alman tahıllı ekmeğinin Amerikan muadiline kıyasla içerik açısından çok daha besleyici ve daha ağır olduğuna dikkati çeker. Bkz. Proctor, Racial Hygiene, s. 235.
[iv] Jörg M. Melzer’in Vollwerternährung—Diätetik, Naturheilkunde, Nationalsozialismus, Sozialer Anspruch (2003) kitabından aktaran Ishay Landa, Fascism and the Masses, New York: Routledge, 2018, s. 196.
[v] Proctor, Racial Hygiene, s. 237.
[vi] Landa, Fascism and the Masses, s. 288.
[vii] John Desmond Bernal, bu bağlamda Almanya’nın “Nazi rejimi altında yurtdışından alınacak gıda ürünlerine olan bağımlılığına kesin bir biçimde son” (s. 166) verdiğini iddia ediyor; ancak Landa’nın çalışmasına (bilhassa beşinci bölüme) bakılırsa durum hiç de böyle değil. Daha kapsamlı bir tartışmanın konusu olduğu için burada açamıyorum. Bkz. John Desmond Bernal, Bilimin Toplumsal İşlevi, çev. Tonguç Ok, İstanbul: Evrensel Basım Yayın, 2011.
[viii] Adolf Hitler, Hitler’s Table Talk. 1941-1944, New York: Enigma Books, 2000, s. 605.