Müzikal bir evrim hikâyesi: Foals

Her göz kırpışımızda bir grubun daha temellerinin atıldığı, her nefes alışımızda yeni bir türün daha literatüre geçtiği günümüzde, devler liginde yer alan toplulukların dişli rakipleriyle yarıştığı grupta liderliği göğüsleyebilmesi için göze alması gerekenlerin en başında risk almak geliyor. Bu risk de çoğunlukla yeniyi denemek, sınırlarından taşmak ve değişime ayak uydurmakla eşdeğer. Oxford çıkışlı math rock lisanslı, modern rock doktoralı Foals da bu riski en cüretkar tavırla alabilenlerden biri.

Sadece güçlünün hayatta kaldığı ve soyunu devam ettirdiği vahşi doğanın yansımasını müzik endüstrisinde rahatlıkla izleyebiliriz. Taviz vermeyen, sert duran, kalıpları kırmaya çalışan, avına-yani albümüne hazırlandığı sırada kendini gizleyen gruplar fire vermeden hayatını sürdürüyor, pıtrak gibi çoğalan yeni türler-yeni gruplar okyanusunda kulaçlarını hızlandırmak suretiyle ayakta kalıyor. Büyük balığın küçük balığı yutması gibi, müzik dünyasında da büyük gruplar küçük balıkları ya yiyor ya da Agar.io oyununda olduğu gibi kütüğüne geçiriyor. Tıpkı evrimini doğayla el ele yürütebilen türlerin soylarını devam ettirmesi gibi, müzik endüstrisinin Rus ruletini layığıyla oynayabilen gruplar da festival afişlerinde, albüm listelerinde yerini garanti ediyor. Foals da bütün bağımsız doğasına rağmen bu oyunun en çetin ceviz oyuncularından biri.

2008’den bu yana Foals’a gönül verenler her zaman en modern, en yeni, en özgün ve en gerçek olan Foals olduğu için gönül vermiştir. Bu Foals hayranları için bir numaralı Foals şarkısı “My Number” değil “Black Gold”, bir numaralı Foals albümü en az üç hit parçaya gebe, grubun Metallica’yla birlikte çalmasına ön ayak olacak olan Holy Fire değil, tremolo koluna diz çöktürüp tövbe ettirdikleri Total Life Forever olmuştur. Tam da bu yüzden Londra’nın yağız delikanlılarının bu gerçek hayranlarını tamamen küstürmesine ramak kalmıştı. Sene ortasında yayımladıkları albümle aynı adı taşıyan ilk single “What Went Down”, “bekleyip görelim” dedirtti. Ardı sıra gelen “Mountain at My Gates” “içimde kötü bir his var” dedirtti, “A Knife in the Ocean” içimize bir nebze olsun su serptiyse de artık Foals’a dair ümitlerimiz kırılmış, hayallerimiz yıkılmıştı. İlk gençliğimizden beri hayatımızın film müziği olma sorumluluğunu elinde tutan biriciğimiz de müziğin Sauron’una yenilmiş, stadyum grubu olmaya oynamaya başlamıştı. Hayatımızın aşkından vazgeçmenin antremanlarını yapmaya başlamıştık ki Foals hepimizin suratına koca bir tokat indirdi. Ağustos başında paylaştığı, albümdeki her parçadan birer küsür dakikalık tadımlık içeren video, Foals’a güvenmemeyi tercih eden biz gerçek hayranları için gerçek bir cevap niteliği taşıyordu. Yayımlanan single’lar dışındaki diğer yedi şarkının bambaşka dünyalar anlattığını gösteren video’yu izleyen bizler, yeryüzüne çarpmak üzere olan dev bir göktaşının yönünü değiştirmesine karşı hissedebileceklerimizin neredeyse aynısını hissetmiştik. Foals bizi aynı anda hem utandırmayı hem de mutlu etmeyi başarmıştı.

Foals, izini sürdüğü bu pazarlama stratejisiyle, günümüzde çok az grubun başarabildiğini başardı. Ne gerçek hayranlarını küstürdü ne de stadyum grubu olmamayı seçti. Grubun görsel dünyasının izdüşümü olan, en yakın arkadaşları Nabil Elderkin ile çektikleri, geleceğin kamerası olan GoPro Spherical ile bizi tanıştıran “Mountain At My Gates” videosu ile daha ilk aydan bir küsür milyon kişiye ulaştılar. Grubun görsel dünyasının bir diğer izdüşümü olan Leif Podhajsky ile hazırladıkları “A Knife In The Ocean”ın lirik videosuyla ise hala tanıdığımız, bildiğimiz ve sevdiğimiz eski Foals olduklarını gösterdiler.

Albümün açılış parçası “What Went Down” ile Foals bugüne kadar dönüştüğü en sert şeye dönüşüyor, albümde buna en yakın göz kırpan diğer iki örnek ise “Snake Oil” ve “Night Swimmers”. “Mountain At My Gates” albümün kayıt masraflarını karşılayacak hit parçası, gerçek bir dance-rock örneği. “Birch Tree” tartışmasız albümün en iyisi, grubun benimsediğimiz ve özlediğimiz Total Life Forever döneminin gitarlarının en yetkin hâli. “Give It All” Foals’un bugüne kadar “Spanish Sahara” ve “Late Night” ile en yakınına ulaştığı, hikâyesi aşk olan-veya-olmayan ama duygu kasırgasında bir dünya markası olan şarkılar havuzunun yeni üyesi, “London Thunder” da keza öyle. “Albatross” albümün metaforlarla ve yeni seslerle flörtü. “Lonely Hunter” Yannis’in rockstarlığa olan teessüfü, gerçek bir disco funk parçası. “A Knife In The Ocean” ise Yannis’in söz yazım ve vokal yetkinliğinde kendi rekorunu kırdığı mastürbasyonu. Müzik dünyasının Christopher Nolan’ı James Frod prodüktörlüğünde kaydedilen bu albüm, grubun 2008’den beri layığıyla yerine getirdiği bütün fonksiyonlarının bir kokteyli.

Foals’un dördüncü harikasını kaydetmek için seçtiği Fransa’nın Provence bölgesi de ziyadesiyle sembolik. Burası Van Gogh’un kendi kulağını kestiği ve akıl hastanesine yatırıldığı kasaba. Grubun sesi yüzü Yannis de NME’ye verdiği röportajda bunun kendileri için fazlasıyla ilham verici olduğunu söylüyor. What Went Down, Yannis’in söz yazım yetkinliğini kontrol altına aldığı değil, aksine vahşi bir hayvanmışçasına tasmasını koparıp saldığı bir albüm olarak kayıtlara geçiyor. What Went Down, grubun üretim sürecinde disiplini değil deliliği temel almasının final ürünü. What Went Down, kayıt süresince tüketilen 130 şişe Fransız kırmızı şarabı Ardéche sponsorluğunun neticesi. What Went Down, grubun kendilerinin parodisini yapmayı değil zincirlerinden kopma anını sahnelemeyi tercih ettiği bir sekans. What Went Down, gökgürültüsü ve fırtınanın hemen peşinden gelen bir gökkuşağı gibi, tıpkı açılış parçasından “Mountain At My Gates”e geçtiğimiz o ilk on saniye gibi. What Went Down, Yannis’in kendi söylemiyle, grubun dillere destan canlı performansının bir simülasyonu, elle tutulur bir kayıda dönüştürülmüş hâli, sahnedeki devleşmelerinin en yakın örneği.

2008 tarihli Antidotes’ta math rock’ı pop ile kavuran, 2010 çıkışlı Total Life Forever’da post rock’ı pop ile yoğuran, takvimler 2013’ü gösterdiğinde Holy Fire ile pop’un yanına bu kez dance rock ve groove koyan Yannis ve saz arkadaşları 2015’in ikinci yarısına girdiğimiz şu günlerde yayımladığı What Went Down ile içlerinde bir yerlerde dünyanın sekizinci, kendilerininse bilmem kaçıncı harikasını sakladıklarını gösteriyorlar. What Went Down, Foals’un mükemmelliğe çeyrek kala albümü. İki-senede-bir-albüm geleneğini çoğunlukla bozmayan Foals’un Lale Devri için 2017’yi beklememiz gerekebilir, o vakte kadar “Birch Tree”nin tadı damakta ve kulakta kalan slide gitarları, “A Knife in The Ocean”ın lirik yetkinliği veya “Give It All”un anlattığı Foalsvari aşk hikâyesiyle gayet rahat idare edebiliriz.

foals what went downFoals
What Went Down
2015, Transgressive

Muhabbetimiz daim olsun...

Benzer Yazılar
Total
0
Share