Çatışma ve şiddet nedeniyle zorla yerinden edilen insanların sayısı küresel ölçekte rekor düzeye ulaşırken, Türkiye iç ve dış politikaları sonucunda dünyada en fazla sayıda mülteciye ev sahipliği yapan ülke olmayı sürdürüyor. Birleşmiş Milletler verilerine göre, Türkiye yaklaşık 3,7 milyon kayıtlı Suriyeli sığınmacının yanı sıra diğer uyruklardan 320 bin kadar kişiye ev sahipliği yapıyor.
Kamuoyunda birkaç yıl öncesine kadar, Suriye iç savaşının ardından Türkiye’ye gelen ve 2013’ten itibaren “geçici koruma” statüsüyle kayıt altına alınan Suriyeli sığınmacılara yönelik destekleyici bir tutum hâkimdi. Ancak gelen sığınmacı nüfusunun hızla büyümesi, bu göç hareketinin yönetilememesi, farklı şehirlerde yaşanan çatışmalar ve Suriyelilerin bir güvenlik sorunu olarak görülmesi bu destekleyici tutumun zamanla açık bir Suriyeli karşıtlığına dönüşmesine neden oldu.
Sayılarla Suriyeli mülteciler
Mülteciler Derneği’nin son verilerine göre, Türkiye’de kayıt altına alınmış geçici koruma statüsündeki Suriyeli sayısı 23 Haziran 2022 itibarıyla bir önceki aya göre 79 bin 164 kişi azalarak toplam 3 milyon 684 bin 488 kişi oldu. Geçici barınma merkezlerinde kalan Suriyelilerin sayısı 49 bin 349 kişi, şehirlerde yaşayanların sayısı da 3 milyon 635 bin 139 kişi olarak açıklandı.
Aynı verilere göre, Türkiye’de Suriyelilerin olmadığı bir şehir bulunmuyor. En çok Suriyeli barındıran şehir, 546 bin 588 kişiyle İstanbul. İstanbul’u 463 bin 968 kişiyle Gaziantep ve 406 bin 443 kişiyle Hatay izliyor. Suriyelilerin en az olduğu şehir ise 71 kişiyle Artvin. Artvin’i 74 kişiyle Tunceli, 82 kişiyle Iğdır takip ediyor.
Türkiye’nin nüfusu, TÜİK tarafından 31 Aralık 2021’de 84 milyon 680 bin 273 olarak açıklanmıştı. Geçici koruma altına alınan kayıtlı Suriyelilerin Türkiye nüfusuna oranı ise yalnızca %4,17.
Ne yapmalı?
Türkiye’de toplumsal barış, ekonomik refah, demokrasi, sürdürülebilir çevre ve kent politikaları konularında araştırmalar ve politika önerileri üreten bağımsız düşünce merkezi Spectrum House’un hazırladığı raporda mülteci karşıtlığının artık her partinin seçmeninde karşılık bulduğu kaydediliyor.
Rapora göre, altıncı yılını dolduran ve sığınmacıları Türkiye’de tutmayı öngören AB-Türkiye Anlaşması göç etmek isteyen veya zorunda kalan insanların göç sürecini kolaylaştırmak yerine güvenlik odaklı sınır politikaları uygulayan, insani koşulları göz ardı eden ve uluslararası hukuka aykırı bir yönetimi beraberinde getiriyor. AKP hükümeti, sığınmacıları hem iç siyaset hem de uluslararası siyasette kendi çıkarları için kullanmaktan çekinmiyor. Özellikle Kuzey Doğu Suriye’ye yönelik askeri müdahalelere karşı uluslararası kamuoyunun tepkisini azaltmak ve olası yaptırımlara engel olmak için sığınmacıları AB ülkelerine karşı bir tehdit olarak gösteriyor.
Hükümetin entegrasyon politikaları, teorik altyapısı aksini iddia etse de pratikte asimilasyonu önceleyen bir anlayışla uygulanıyor. Bu bağlamda kurulan “ev sahibi-misafir” veya “muhacir-ensar” denklemi duygusal ve dini esasları temel aldığı için sürdürülebilir olamıyor. Yerel toplum, sığınmacıların temel bazı haklara erişimini desteklese de savaş koşullarına bakılmaksızın bir an önce ülkelerine gönderilmelerini talep ederek “süreli entegrasyona koşullu destek” veriyor.
Spectrum House, bu argümanlardan hareketle, altı temel başlıkta politika önerileri sunuyor:
Suriye politikasında değişim: Mülteci sorununun çözümü için Suriye’deki hükümetin devrilmesi veya düşmesi hesabına dayanan, Sünni-İslam merkezli ve askeri müdahalelerle bütünleşmiş mevcut politikadan vazgeçilmesi gerekiyor. Uluslararası sözleşmeler baz alınarak, Suriye’ye dönmek isteyenlerin güvenli bir şekilde dönebilmesinin koşullarını yaratacak politikaların uygulanması ve kamuoyuna açık diplomatik görüşmelerin yapılması büyük önem taşıyor. Toplumsal barışa katkı sunacak mekanizmalarla kademeli yeniden inşa ve dönüş projeleri başlatılabilir.
Yasal düzenlemeler: Suriye’deki çatışmalar sebebiyle Türkiye’ye gelenler için üç temel ifade kullanılıyor: misafir, sığınmacı ve mülteci. Ancak bu tabirlerin hiçbiri Suriyelilerin Türkiye’deki hukuki statülerine karşılık gelmiyor. Suriyeli sığınmacılar özelinde geçici koruma rejiminin sonlandırılması ve sığınmacıların “mültecilik” gibi uluslararası koruma statülerinden birine geçmelerine imkân tanınması gerekiyor. İlgili mevzuatta yapılacak değişiklikle AB’de olduğu gibi geçici koruma statüsüne süre sınırı getirilmesi ve uluslararası koruma rejiminin öncelikli politika olarak belirlenmesi mümkün olabilir.
Hak temelli yaklaşım: Sığınmacıların Türkiye’de bulunmalarına yönelik ideolojik ve dini yaklaşımlardan vazgeçilip sığınmacıların ihtiyaçlarına hak temelli bir perspektiften bakılması, merkezi ve yerel yönetimlerde buna göre politikalar uygulanması ve hak temelli yaklaşımın eğitimin her aşamasında müfredata dahil edilmesi gerekiyor.
Siyaset ve medyadaki söylemler: Siyasi parti temsilcilerinin seçim hazırlıklarında ve propaganda faaliyetlerinde sığınmacıları bir tehdit unsuru olarak yansıtan bir dil kullanmaktan vazgeçmeleri ve çözüm odaklı gerçekçi politikalar üretmeleri gerekiyor. Yerel ve ulusal medya mecralarında yapılan programlarda, yazılan yazılarda ve yapılan paylaşımlarda da hak temelli yaklaşım teşvik edilebilir.
Toplumsal ilişkiler: Akademik kurumların yanı sıra yerel, ulusal ve uluslararası sivil toplum kuruluşlarının desteğiyle Türkiye bağlamına uygun ve uzun vadeli bir “uyum” stratejisinin geliştirilmesi gerekiyor. Bu stratejide uyum süreciyle kastedilenin ne olduğu açıkça tanımlanmalı, hangi taraflara ne türden sorumluluklar düştüğü belirlenmeli ve gerekli yasal düzenlemeler yapılmalı.
Sosyoekonomik ve sosyokültürel yaşama katılım: Türkiye’deki ekonomik krizin hem sığınmacılarda hem de vatandaşlarda yarattığı kaygının önüne geçmek üzere hak temelli, güvenli, sürdürülebilir ve kapsayıcı istihdam politikalarının uygulanması büyük önem taşıyor. Ucuz işgücü olarak görülen, güvencesiz koşullarda çalıştırılan sığınmacılar için bir an önce önleyici tedbirlerin alınması gerekiyor. Ayrıca sığınmacıların, mültecilerin ve vatandaşların sosyoekonomik yaşama güvenle katılabilmeleri için farklı ihtiyaçları gözeten politikalara ihtiyacımız var. Bunun için sığınmacıların kendi aralarında etkileşimine imkân tanıyacak şekilde ortak sosyokültürel programlar yapabilecekleri yerel kültür merkezleri inşa edilebilir, mevcut kültür merkezlerine erişmelerine yönelik engeller ortadan kaldırılabilir.