Modern bir dolandırıcılık yöntemi olarak spiritüalizm: Zeytin Ağacı

Zeytin Ağacı (Netflix, 2022).

İyi bir vesaire okuruysanız, Netflix’in yerli yapımlarının bizden geçer not alamadığının farkında olabilirsiniz. Aslına bakarsanız, Netflix’in iki saatlik reklam videosu tadındaki içeriklerine kafa yormaktan vazgeçmek üzereydim. Ancak meselenin “spiritüel deneyim” adı altında neredeyse “üfürükçü hoca” övgüsüne varabileceğini ben bile hayal etmemiştim. Bu nedenle Zeytin Ağacı adlı dizinin oyuncu seçiminden hikâyesine kadar anlamsız yanlarını bir kenara bırakıp, diziyi yalnızca ana mesajının düşündürdükleriyle ele almayı deneyeceğim.

Doktor karakterin başarılı bir biliminsanı oluşunun onu donuk, mutsuz, ketum biri yapmasının vurgulanması, bu sorunun yalnızca spiritüalizme gönül verdiği ölçüde çözümlenebilmesi dizinin açık bilim düşmanlığını gösteriyor. Ancak hikâyenin ana aksını medikal tedavinin çare olamadığı, sancılı bir kanser sürecinin “köken aile açılımı” adı verilen, zerre kadar bilimsel dayanağı olmayan bir yöntemle çözümlenmesi oluşturuyor.

Astroloji, köken aile açılımı, reiki veya ruhani inzivalar… Bu dünyalara pek de hâkim değilim, olmaya da niyetim yok. Ancak gözlemeyebildiğim kadarıyla insanlara “iyi geleceği” vaaz edilen bu maneviyat girişimlerinde dikkatimi çeken birkaç şey var. İlki, bu yeni nesil maneviyat girişimlerinin bir endüstri oluşturduklarının hep görmezden gelinmesi. Zeytin Ağacı da görmezden geliyor elbette. Dizi boyunca “şifacı” Zaman Bey’in verdiği hizmeti nasıl ücretlendirdiğine ilişkin hiçbir iz göremiyoruz. Bu “mucizevi” hizmeti almak için küçük bir internet araştırması yaparsanız, yine ücretlere dair bir fikir edinemiyoruz. Meselenin maddi boyutuna dair hiçbir yerde hiçbir açıklama bulamıyoruz. Oysa bu “gönlü zengin” şifacıların tek seansının bile binlerce lira olduğunu tahmin etmek zor değil.

Dikkatimi celbeden ikinci nokta, bu pahalı ve mucizevi yöntemlerin ekseriyetle bilimin bile vadedemediği iyileşmeyi vadetmesi. Kişi kendine stres veren unsurları ortadan kaldırdığında, geçmiş travmalarını anlamaya ve çözümlemeye çabaladığında veya kendisi için daha huzurlu bulduğu bir ortam yarattığında hem zihinsel hem fiziksel anlamda olumlu gelişmeler yaşayabilir elbette. Hatta psikoloji biliminin de hedeflerinden biri budur. Ancak birtakım uydurulmuş ritüeller aracılığıyla bunu kendi adına yapmasını beklemek veya bunun yapılabilirliğini savunmak açıkça dolandırıcılıktır. “Şifa” gibi masum bir sözcüğün arkasına saklanan devasa bir sektörü besler. Bu türden girişimlerin 21. yüzyıl kapitalizmine asıl faydası da kazandırdığı kârdan ziyade dayattığı bakış açısıdır.

Postmodern paradigmanın bir sonucu olarak insanların manevi tatminleri din dışı kaynaklarda aramaya başlamasıyla beraber güçlenen bu girişimler, dini inançların binlerce yıldır sağladığı ehlileştirmenin çağa uygun bir benzerini sağlar. Adorno, bu durumu “ikincil topluluk” ve “ikincil batıl inanç” kavramlarıyla açıklar. İkincil topluluklar, artık birbirleriyle doğrudan bağlantı kurma olanağına sahip olmayan insanların oluşturdukları topluluklardır. İkincil batıl inanç ise modern yaşamda kendine yer bulamayan inançların biçim değiştirerek ikincil toplulukların dinamiklerine uygun şekilde gündelik yaşama girmesidir.

Bu ikincil batıl inançların kapitalizme en büyük faydası da bireylere sağladığı yumuşama, rahatlama, sakinleşme misyonudur. Tüm şifa girişimleri özünde insanın daha iyi hâlinin daha sâkin hali olduğunu öne sürer. Diziye dönecek olursak, şifacı karakterin kanser hastasından kansere öfkelenmek yerine teşekkür etmesini istemesi bu anlamda kayda değerdir. Anlatıya göre, nihayetinde varılması gereken yer olan dinginlik, huzur ve sakinlik ancak birtakım olumsuzlukları dışarıda tutarak kazanılabilir. Fakat mutsuzluk da öfke de hem birey hem de toplum açısından diğer tüm duygular gibi elzem duygulardır.

Sürekli mutlu olmayı hedeflemek, mutsuzluktan kaçınmak kapitalist maneviyatla yakından ilişkilidir zira size yalnızca çalıştıkça, kazandıkça ve tükettikçe mutlu olabileceğinizi hatırlatır durur. Öte yandan öfke doğrudan isyanla ilişkilendirilir. Öfkenin olduğu yerde, egemenlerin en büyük korkusu olan başkaldırı ve hesap sorma ihtimali vardır. Bu sebeple, bu iki “olumsuz” duygu ikincil batıl inançlarca edilgenliğe yönlendirilir. Sorunlar önce bireysel düzeye indirgenir, sonra da sanki bu bir gereklilikmiş gibi sahte ve pasif bir çözümlendirmeye maruz bırakılır. Oysa bazı dertler her ne kadar öyle değilmiş gibi görülse de açıkça toplumsaldır.

Memleketin müşterek psikolojisi hatırı sayılır ölçüde darbe yemiş, insanlar kolektif bir çıldırma hâli yaşarken onlara diziler aracılığıyla dertlerinin kuşaklar öncesi atalarıyla alakalı olduğunu anlatmak da ziyadesiyle politik bir tercihtir. Dizinin bunu kasten yaptığını düşünmüyorum, fakat bizim de toplumsal bir kanserle baş etmeye çalıştığımız aşikâr. Onunla barışmamızı isteyenlerin ya da köklerini inatla geçmişte arayanların pasif tutumunun işe yaramazlığını her gün gözlemlerken artık hem bireysel hem de toplumsal anlamda ayağa kalkmanın ve sorunlarla çarpışmanın zamanı gelmedi mi?

Adorno, astrolojiye dair öne sürdüğü irrasyonel olanın rasyonellik içerisinde işlem görmesi hâlini Hitler’in iktidarında da gözlemler. Astroloji, insanlara başlarına ne geleceğini söyleyebilme iddiasıyla bireyden daha üstündür ve soyut bir otorite yaratır. İçeriğinin doğruluğu sorgulanmadan tüketilmeye meyillidir. Bu anlamda faşist propagandayla oldukça benzeşir.  Adorno’nun gazetelerde yayımlanan yıldız fallarını bilimsellikle çelişkisinden ziyade kültür endüstrisinin bir ürünü olarak incelemesinin bir sebebi de propagandayla ilişkisidir. Bu da Zeytin Ağacı’na yönelik eleştirilerin, yapım ekibinin tercihlerinin ötesinde, kritik bir zemine oturduğu anlamına gelir. Neticede, feminizmin de önerdiği üzere, kişisel olan politiktir.


Kaynak: Theodor W. Adorno. The Stars Down to Earth and Other Essays on the Irrational in Culture, Routledge, 2001.

15 yorum
  1. Merak edip dün başlamış ikinci bölümün yarısında bırakmıştım, çok doğru tespitler, ama sonunda bilimin kazanacağını düşünmüştüm yine de, sanırım öyle olmuyor ve bu minvalde sürüyor dizi

    1. Ömrümü Instagram açmayrak netfliş/ispotify a para vermeyerek geldiğimde çok bir şey kaybetmeyeceğimi tekrar kanıtladığın için teşekkürler.

      Hz Esg söyleminin tersine, popüler olan her şey sikkodur ve ucuzdur, inc Metelike, Ayran Mainden ve Monaliza. Dinlerken eğleniyoruz, basit ve çapsız zevklerimiz var; zira bir gelecek vaadi & vasfı olsaydı bu kadar fazla insanda karşılık bulmazdı. Gerçekle yüzleştikçe hayatın bir kıymeti var, bu bilince erişmedikçe ortaçağ fanatiklerinden internet bağlantından bir fazlan yokmuşmuşmuş…

      Vesaireyi patreonda destekleyin lütfen, davanıza sahip çıkın.

  2. Muhteşem ve son derece aydınlatı bir yazı. Keşke herkes okusa.

  3. Bu diziye harcadığım dakikalarımı max verimle geri almak çok iyi geldi. Kafa açıcı, harika bi yazı olmuş.

    1. Film çokça ajitasyon içeriyordu ve dramatik olaylar silsilesi jenerik karakterlerle epey sıkıcı hale geldi. Bir nevi nescafeyle viski içerken starbuck da oturuyor gibiydim..Yazıdaki Adorno perspektifinden toplumsal referansları cok iyi, epey anlaşılır hale getirdi filmi, daha ziyade filmin toplumsal etkisini. Kişisel olarak benzer deneyim ve içsel çözümlemeler yaşadığım için bazı sahnelerden epey etkilendim. Filmin ilişkiler üzerinden yaptığı bireysel travmalardan kolektif bilince olan yaklaşımını başarılı buldum. Freud ve Jung’un aynı cümleden gectiği bir yer var, o fazla yüzeysel kalmıştı.

  4. Gerçekten üstüne konuşulması gereken bir konuydu ve kendimi epey konuşmuş gibi hissettim. Ellerinize sağlık 🙏🏻

  5. Toplum mühendisliği, diziler vasıtasıyla bir süre “ağa-maraba” düzleminde topluma yön verdikten sonra “benim canım mafyam” kıvamındaki uzun soluklu algı oluşturma harekâtı ile bilinçaltına “kendi hukukunu kendin yarat” felsefesini yerleştirdi. Şimdi ise sırada “itaatkâr toplum” yaratma modülasyonu devrede.

    Yazınızı zevkle okudum ve izninizle artık takipçinizim. Sağlıcakla kalın.

  6. Kendim bu konu hakkında fikirlerimi ve düşündüklerimi kağıda aktarmaya kalksam bu kadar net, yalın aktaramazdım. Muhteşem cidden. 🖖

  7. Nerflix gibi platformların kapitalizmin dümen suyuna gitmeyeceğini düşünmek biraz hayalperestlik olur zaten. Burada yayınlanan her dizi üzerinden sistem tartışmaları gütmek ve eleştirel davranmak, hatta eleştirel bir malzeme bulmak çokta zor değil. Ancak insanların biraz da bu platformlara yönelme sebebine bakmak lazım. Zira bu platformu kullanan insanlar neredeyse orta sınıf ve üzeri yani teknik olarak bazı şeylere hakim olması bekleniyor. Ama emin olun sizin bakış açınızla bakan bir elin parmaklarını geçmiyor. Günümüzde Tv kanallarının tamamen alt sınıfa hitap etmek çabası, yayınları ile onları kontrol etme güdüleri, yukarıdan gelen emire göre projeler yapma çalışmaları ve nihayetinde var olma amaçları belliyken bu gibi platformlar insanları haliyle cezbedebiliyor ve bir seçenek olarak orada duruyor. Tabii en çekici yanlarından biri de hala sansüre tabi olmamaları. Senaristlerimiz malum farklı şeylere yönelip değişik malzemeler toplamak dürtüsü ile de bunu yaptıklarını düşünüyorum. Ama kapitalizm böyle bir şey işte. Siz ne kadar masumane olsanızda sistem bir şekilde sizi kullanacak bir nokta buluyor ve sizi sistemin içinde tutuyor. Mesela siz de diziyi eleştirmek için izlemişsiniz. Yani platform için aslında amaca ulaşılmış. Eminim Netflix sizin diziyi ne için izlediğinizle ilgilenmiyordur. Günün sonunda kaç kişi izlemiş ona bakıyordur. Günün sonunda aslında yüzyıldan beri eleştirel bakış açısının kaçırdığı sorunu tespit et ve yerle bir et, yok et, parçala ancak neden-sonuç analizi yapmadan yerine bir şey koyma düsturu bence hala eksikliğini ve güncelliğini koruyor. Yazınızda baştan sona bir tespit ve eleştiri yığını varken, insanların acaba buna neden bu kadar ilgi gösterdiklerine değinmiyorsunuz. Belki de konunuz bu değildi. Ama olaya tüm bakış açılarıyla bakmak daha doyurucu olurdu kanaatindeyim.

    1. Merhaba, herkes yorumlarda yazıya katılmış, ben de bu yoruma sonuna kadar katılmak istedim. Gerçekten yazmak istediklerimi yazmış yegane yorum sizin, teşekkür ederim.

  8. Kesinlikle katiliyorum dusuncelerinize. Bilimselligi kotu gosteren bir dizi ve sacma sapan ayin gibi toplantilara katilip kanser gibi bir hastaligin bir anda yok olmasina da ancak gulerim 🙂 2 bolum izledim ama pisman oldum harcadigim vakte 😀

  9. Yazınıza katılmakla kalmıyorum , aynı zamanda taaa 2004 senesinden beri Güney Afrika’dan gelen ve İnsanlık kodu adında her şemasından Euro300 alan Türkiye toplam 49 defa gelen bir sahtekarı lanse etmek istiyorum . Bunları nerden biliyorum , çünkü maalesef eşim GA iken beni tanıştırdı ve Türkiye’yi bir gelir kapısı yaptı Douglas Forbes, (170 ki şeker hastası ( mod bakımından ) ). Tek farklılığı Güney Afrikalı anglo Saxon olan bu kişiye Türkiye pendemi öncesi çok ilgi gösterdi.

    Adamın herhangi bir insanlık taşımayan karakteri, tek amacı para yapmak olan kişiye son ziyaretinde Haziran 2022 de aadece bir seans yapabildiğinden, artık emekli olma duygusuna girmiştir.

  10. Nasıl Freud ve Jung ve daha nice psikoterapistler günümüz yaşamına ışık tutup katkı verdilerse , alman psikoterapist Bert Hellinger de böyle bir yöntem öne sürmüştür. Günümüz modern tıbbında bile hiçbir tedavi yüzde yüz iyileşme garantisi vermez. Sağlık sektörü önce hasta edip ondan sonra tedavi etme amacı gütmektedir. Kapitalizm dediğiniz işte asıl budur. Siz psikologa gittiğinizde size iyileşme garantisi verebilir mi? Ücret ödeniyor muyuz? Anne karnındaki bebeğin diş dünyadaki herşeyi algıladığı kanıtlanması mı? Diziyi savunmuyorum yanlış anlaşılmasın ama keşke araştırmanızı yapıp öyle kaleme alsaydiniz. İlgi çekmesi için olay biraz değiştirilmiş. Önyargı ile bakmışsınız bütüne.

  11. Tebrik ediyorum. Zevkten dört köse olarak okudum. O kadar çoğaldı ki bu zırvalıklar çevremde. Bars mars yapıp araya kuran suresi serpiştiren bile var.

Muhabbetimiz daim olsun...

Benzer Yazılar
Total
0
Share