Yaklaşık yedi yıl önce hayatımıza giren Californialı halis indie rock grubu Local Natives, üçüncü stüdyo albümleri Sunlit Youth ile, yaşları iyice kemâle ererken ibreyi artık daha çok tüketilen seslere çevirmiş görünüyor.
80’lerde fazlaca tüketilen synth’lerin 90’larda yerini sert gitar partisyonlarına, 2000’lerde de yumuşayan davul ve gitar ikilisine bırakmasının ardından 2010’lara girerken bütün seslerin aynı potada eridiği bir dönemle tanıştık. Sürekli kendini tekrar etmekten muzdarip olduğu kadar, devamlı yenisini sunmaya ve benimsemeye çalışan müzik lisanı bu süreçte epey doğum sancısı çekti. Bu sancıların yan etkileri ne kadar sıklıkla nüksederse etsin, arada sırada karşılaştığımız yepyeni füzyonlar ise müziğin deri değiştirmekten yorulmayacağını gösteriyor.
Local Natives de tam bu sancıların ortasında, üstelik her grubun/yetişkinin/girişimin olgunluğa geçerken çektiği 20 yaş dişi ağrılarının ortaya çıktığı dakikalarda, değişim rüzgarlarının kendilerine layık gördüğü renkleri alıp hem diş hekimini, hem kliniği hem de refakatçilerini mutlu edebileceği sesleri denemeye çalışmış. Başarılı olmuş mu olmamış mı, mutlu edebilmiş mi edememiş mi, bunlar hiçbir zaman iki-artı-iki-dört-eder gibi bir gerçeklikle cevaplayamayacağımız sorular. Lakin, naçizane, bizim de söyleyeceklerimiz var.
2009 tarihli Gorilla Manor ile Fleet Foxes ve The National arasındaki incecik olduğu kadar zarif çizgide kendine asil bir akrobat pozisyonu belirleyen grup, dört yıl sonra servis ettiği Hummingbird ile akrobatların şampiyonlar liginde kupayı kaldırmış, duygu durumu yoğunluğu katı bir maddeyle yarışacak bir seviyeye erişmişti. Geçtiğimiz ay yayımladıkları Sunlit Youth ile ise ana akımı, muhtemelen plak şirketlerini, festival organizatörlerini, 2015 Oscar’larını silip süpüren Birdman’in masaya yatırdığı eleştirmenleri ve hatta sadık hayranlarını aynı anda mutlu edebilmek için yapabilecekleri her şeyi yapmışlar. Bu yüzden karşınıza çıkacak her yorum büyük ihtimalle birbirinden ayrı kıyılarda yüzüyor olacak.
Artık kartları açık oynayıp, yukarıda sıraladığım kümelerden en az ikisinin kesişiminde yer alan biri olarak kelâm etme vakti geldi. Evet, yaz ortasından beri albümün müjdesini vermek üzere harikulade bir zamanlamayla art arda sıraladıkları single’lar “Villainy”, “Fountain of Youth” ve “Past Lives” ile karşımıza bambaşka değilse bile başka bir Local Natives olarak çıkacaklarının sinyalini verdiler. Sadık bir hayran olarak içimde endişe tohumları yeşerdiyse bile atanmaya çalışan bir eleştirmen olarak gerçekten heyecanlandım, çünkü yeni bir şeyler geliyordu. Albümün servis edilmesine çeyrek kala sundukları “Coins” ile sadık bir hayran olarak mutlu edildim. Çünkü tanıdığım / bildiğim / kendimi “evde” hissettiğim Local Natives kulaklarıma nüfuz ediyordu. Derken tek başına görsel dünyası bile ne Gorilla Manor’a ne Hummingbird’e referans veren Sunlit Youth bize bir sabah günaydın dedi. Şimdi ne yapacaktık?
Sürekli pembe bulutlar ardından konuşmaya hiç mahal yok. Albümü ilk dinleyiş anlarımız yukarıda sıraladığım kümelerin hepsinde çok da tatlı olmayan bir şaşkınlık yarattı. Ama peşinden tecrübe edilecek adımlar çok tanıdıktı. “Albüm dinleme” deneyimine vakıf her müziksever bilir ki o albüm yüzyılın en çok satacak albümü bile olsa ilk dinleyiş kafi değildir. İkinci gerekir, üçüncü, beşinci belki on sekizinci gerekir. Bu noktada da karşımıza albüm dinleme deneyiminin sene 2096 da olsa değişmeyecek klişesi çıkar: “Albüm dinlemek emek ister, yeni bir albüm zaman ister”. Kendi adıma bu iki elin parmaklarına yakın sayıda dinlemelerim neticesinde ben mutlu oldum. Hepsinden ayrı ayrı tonlarda zevkler duyduğum single’lar ardından ilk kez dinlediğim geri kalan parçalar arasından artı üç adet favori parça daha edindim, bunlar da “Dark Days”, “Masters” ve “Jellyfish”. Bu noktada da getireceğim en büyük eleştiri neden albümlerin ağır toplarının sıralamada ilk yediye yerleştirildiği tercihi olacak. Bunun da asla aceleye gelmiş ve bilinçsiz bir tercih olmadığı, tam aksine hakiki dinleyicilerin albümün ikinci yarısına sil baştan bir özen göstermesi beklentisi olduğunu düşünüyorum.
Müzik dünyasının Anna Wintour’ları Sunlit Youth’u aldıkları PR ödemesi karşılığında dilediğince yerden yere vursun, geçirdiğim 45 dakika beni ziyadesiyle mutlu ediyor.
Californialı duygusal çocukların en büyük şansı ise vokalleri Taylor Rice ile Kelcey Ayer’in hiçbir zaman bıkkınlık vermeyecek ses renkleri ve grubun gitar perdeleri arasında ön sevişmelerinin uyandırdığı duygusal tahrik ve mental boşalma. Yeni bir mevsime uyandığınız bir sabaha, fazlasıyla anlam yüklediğiniz belki profesyonel belki duygusal bir buluşmaya, uzun zamandır özlediğiniz ve bitmesini hiç istemediğiniz bir sevişmeye, bir kendini iyi hisset filmine ve hatta ucu aydınlık görünen ayrılıklara, hayatın her rengine çok yakışıyorsunuz yerli ilkeller. 24 Kasım’da Salon İKSV’de görüşmek üzere.