Batı’da gerçekleşen her korkunç trajediden sonra, ünlü isimlerin öne çıkması beklenir. Ve çıkarlar da. Anlayışlı ve kalpten, dehşetengiz ve kaba, yalapşap ve adi yorumlarla. Çoğunlukla isim ne kadar büyükse, yorumların ince noktası da o kadar kendine hizmet eden cinsten oluyor. Özellikle bir yorum, türlü alaylara maruz kaldı. Bono, grubuyla beraber Le Bataclan’a taziyelerini sunmaya geldiğinde verdiği röportajda “bu olay, sözde terörle mücadelede müziğin aldığı ilk doğrudan darbedir” dedi. Twitter seçkinleri, sosyal medya yorumcuları ve açıkçası tüm insanlar, birçoğu Şubat ayında müziğe vurulan darbeyi işaret ederek bu açıklamayı pek hoş karşılamadı. U2’nun liderini de Le Bataclan’a yapılan bu canice saldırıyı kendine yontmakla suçladı.
Laf kalabalığını mazur göstermeden, hassasiyeti anlamak mümkün. Haklı olarak “katliam” olarak adlandırılan olayın gerçekleştiği Le Bataclan, rock gruplarını sunmaya başladığı 1970’lerden beri pop müzik tarihinde önemli bir yere sahip. 1864’te açıldığından bu yana da Edith Piaf gibi birçok ünlü müzisyene ve icracıya ev sahipliği yaptı. Bu saldırının dünya çapında müzisyen ve müzikseverleri derinden rahatsız ettiğini söylemek, yaşanan büyük acıyı ve seksen dokuz Eagles of Death Metal hayranının korkunç cinayetini küçümsemek olmayacaktır. [Tweet “Le Bataclan’ı trajediden önceki tarihiyle hafızalarımızda tutabiliriz. “]
Keder bizi hatıralara götürür ve Le Bataclan’ı (ismini Fransız opereti Ba-ta-clan’dan almıştır) trajediden çok daha önceki tarihiyle hafızalarımızda tutabiliriz. Bu mekândaki tarihi konserlerden biri 1972’de John Cale, The Velvet Underground’dan eski grup arkadaşları Lou Reed ve Nico’yla bir araya gelerek, “Heroin”, “The Black Angel’s Death Song” ve “Femme Fatale”’nin akustik yorumlarını çalmasıyla vuku buldu.
Bir sonraki yıl, kariyerlerinin zirvesinde – ya da hiç değilse ilk bölümünde – bir grup Londra’daki Shepperton Stüdyolarında çığır açmaya gitmeden önce Le Bataclan’ın sahnesini onurlandırmıştı. Peter Gabriel’in başını çektiği Genesis’ten “The Musical Box”, “Supper’s Ready”, “Return of the Giant Hogweed” ve “The Knife” için aşağıya buyurun.
Yıllar boyunca ismi anılacak sayısız müzisyen Le Bataclan’da çaldı – Prince’ten (Led Zeppelin’den “Whole Lotta Love”ı çalmıştı) Oasis’e kadar. Sahnenin ağırladığı belki de en etkileyici performanslardan biri 1995’te Jeff Buckley tarafından gerçekleştirildi. Bu konserin kayıtları bir sonraki yıl albüm olarak piyasa sürülmüştü. Buckley, Edith Piaf’ın “Je N’en Connais Pas La Fin/Hymne A L’Amour” potpurisini orada söylemişti – şimdi düşününce zamansız ölümünden iki yıl önce verilebilecek dokunaklı bir sunum. “Tam o anda Buckley Fransızca’ya döner” diye yazıyor ALLmusic, “kalabalık her ölçünün sonunda gürlüyor, heyecanlarıyla onu gafil avlıyor.”
Konseri Leonard Cohen’den “Hallelujah”nın aşağıdaki 10 dakikalık bir versiyonuyla tamamladı. Bu yas, savaş ve intikam dolu kara günlerin hizmetine sunulabilecek bir selam. “Love is not a victory march” (Aşk bir zafer yürüyüşü değildir) diyor Buckley, sesi çatallanıyor, “It’s a cold and it’s a broken Hallelujah” (Soğuk bir, kırık bir Hallelujah’dır).
Kaynak: openculture.com