Kaliforniya Üniversitesi’nden Diana Greene Foster tarafından yürütülen ve 2007‘de başlatılan Turnaway Araştırması kürtaj kliniklerinde bekleyen kadınların kürtaj yaptırsın ya da yaptırmasın gelecek 5 yıllık süreçlerine odaklanıyor ve bu süreci çeşitli açılardan ele alıyor. Amerika Birleşik Devletleri’nin 21 eyaletinden 1132 kadının katılımcı olduğu araştırmanın verileri birçok açıdan kritik sosyokültürel argümanlara işaret ediyor. Araştırma, özetle kürtaj yaptıran ve yasalar tarafından belirlenen kürtaj süresi sınırını aştıkları gerekçesiyle kürtaj yaptıramayan iki gruba mensup kadınlarla yılda iki kez olmak üzere 5 yıl süresince görüşülmesiyle hazırlanmış.
Çalışmaya katılmayı kabul eden binden fazla kadından 956’sı ilk görüşmeyi gerçekleştirmiş, bu kadınların %58’i çalışmayı tamamlamış. Ancak, Foster’ın belirttiği üzere kadınlar ortalama olarak 11 röportajın 8,4’ünü tamamlamış, çalışmadaki ölüm kayıtları ve kredi raporları gibi bazı veriler başlangıçta kayıtlı olan 1132 kadını da kapsıyor.
Araştırmanın en önemli özelliklerinden biri katılımcıların sürecin başında kürtaj kliniklerinde bulunmaları sebebiyle gebelikleri gerçekten yeterince istenmeyen kadınlardan oluşması. Bu durumda diğer araştırmalarda gözlemlenen kararsızlık etkeni ortadan kaldırılmış oluyor. Araştırmadaki iki gruba mensup kadınların da (tıpkı kürtaja başvuran neredeyse tüm kadınlarda gözlemlendiği gibi) yaş, ırk, gelir düzeyi ve sağlık durumları açısından yüksek oranda benzerlik gösterdiği belirtiliyor.
Klinikte kürtaj talepleri geri çevrilen kadınların yüzde 70’i istenmeyen gebeliği sürdürüyor, geri kalanı ise ya düşük yapıyor ya da başka yerlerde kürtaj yaptırmanın yollarını bulabiliyor. İlk bakışta bu gruptaki kadınların yasal sınırı geçirdikten sonra kliniğe başvurmalarının sebebinin daha karmaşık ve düzensiz hayatlara sahip olmaları olduğu gibi görünse de araştırma bunun doğru olmadığını kanıtlıyor. Kürtaj yaptırabilen kadınların araştırma grubunun yarısı bunu yasal sürenin hemen kıyısında yaptırabilmiş, yaptıramayan araştırma grubundaki kadınların dörtte biri ise bu süreyi yalnızca birkaç gün arayla kaçırmış. Kürtaj yaptıramayan kadınların ortalama olarak yoksulluk sınırının altında kalan kadınlar oldukları da önemli bir veri. Yani sanılanın aksine bu geç kalışın en büyük sebebi sorumsuzluk değil, yoksulluk sınırının altında yaşayan kadınların kürtaj yaptırabilmek ve seyahat masrafları için para bulmaları gerekmesi. Bu sosyokültürel grubun halihazırda doğum kontrol yöntemlerine ulaşımda yaşadıkları sorunlar da ayrıca not edilmesi gereken bir nokta.
Araştırmanın genel izlenimi kürtajın kadınlara zarar vermek bir yana dursun ölçülebilir pek çok şekilde yardımcı olduğu kanısında. Kadınlar istenmeyen bir gebeliği ilerlettikleri durumlarda hayatlarında değişecek olanları değerlendirebildikleri takdirde kendi kürtaj kararlarının çok daha doğru olduğunu belirtiyorlar. Bu tabii ki oldukça açık bir durum ancak unutulmamalı ki kürtaj karşıtı argümanların çoğu yetkin yetişkinlerin çocuk sahibi olup olmayacağına karar vermede neyin tehlikede olup olmadığını bilemeyecekleri fikrine dayanıyor.
Bu argümanların çevresinde oluşan yasalarsa kadınlara doğru karar verebilme yetisinden yoksun, hatta bunun ötesinde caniymişçesine davranan yazılı ya da görünmez kurallar koyuyor. Kürtaj yaptırmak isteyen kadınlardan (tabii öncelikle eğer ülkelerinde yasalsa) belirli bir düşünme sürecini tamamlamaları, sonrasında tıbbi riskler (ki genelde yanıltıcı oldukları biliniyor) ve durumun duygusal yükleri üzerine nutuklar dinlemeleri bekleniyor. Tüm bunlara rağmen kürtajı devam ettirmek isteyenlerinse son adımda açık bir vazgeçirme çabası olarak embriyo ya da fetüsün ultrasonuna bakmaları gerekiyor. Yani süreç aslında yasal hakkınız olan kürtajı kullanmamaya ikna edilmeniz üzerinden işliyor.
Bir yandan böyle bir çalışmanın ilk ve belki de en can alıcı sorusu kadınların kürtaj kararı verdikten sonra nasıl hissettikleri. Çalışmaya katılan ve 5 yıl boyunca çalışmada kalan kadınların %95’in üstünde bir çoğunluğu kürtajın onlar için doğru karar olduğu fikrinde. Tabii 5 yılın kadınları bu şekilde düşünmeye yöneltecek bir süreç olduğunu söylemek mümkün, neticede bu durumla ilgili utanç ya da pişmanlık duyanlar bu konuda 5 yıl boyunca altı ayda bir araştırmacıyla telefon görüşmesi yapmaya meyilli olmayabilirler. Ancak buna rağmen %95 oldukça çarpıcı bir rakam, hele ki tüm Amerikalı kadınların çeyrek ila üçte birinin kararları konusunda suçluluk duyacağı fikrini vurgulayan kürtaj karşıtı argümanlar düşünüldüğünde.
Kürtaj karşıtı argümanlardan bir diğeri ise kürtajın kadınları şiddetli depresyona ve düşük özgüvene yönelteceği yönünde. Evet, bu gerçekten mümkün. Ancak Turnaway Araştırması’nı değerlendiren epidemiyolog, psikolog, istatistikçi ve diğer bilim insanlarına göre bu muhtemel bir sonuç değil. İstenmeyen gebelikle ilgili bazı durumlar gerçekten ömür boyu zarar verebilir, ki çocuk istismarı bunların başında geliyor, ancak kürtaj bu listede kesinlikle üst sıralarda değil.
Kısa vadede kürtaj yaptırması reddedilen kadınlar yüksek derecede kaygı bozukluğu ya da düşük özgüven gibi daha ciddi psikolojik problemlerle karşılaşabiliyorlar. Verilere göre uzun vadede ise iki grup arasında depresyon, anksiyete, travma sonrası stres bozukluğu, özgüven, alkol ya da uyuşturucu kullanımı gibi etkenlerde gözle görülür bir fark söz konusu değil. Yani özetle yine kürtaj karşıtı söylemlerin aksine kürtaj yaptırmak ya da yaptırmamak arasında kadınların psikolojik durumları açısından büyük bir değişiklik yok. Kadınların psikolojik durumlarına dair bir diğer önemli not ise kürtaj yaptıran kadınların giderek yoğunluğu azalan bir duygu olarak ilk etapta rahatlamayı tarif etmeleri.
Diğer olumlu etkiler ise daha uzun süreli. Çalışmadaki kadınlar kürtaj sonrası yaşadıkları ilişkileri büyük oranda daha sağlıklı olarak nitelendiriyorlar. Eğer istenmeyen gebelik sırasında şiddet uygulayan bir partnerle beraberlerse kürtaj sonrasında hala şiddet içeren bir ilişkide bulunma olasılıkları daha düşük. Bunun en önemli açıklaması bu kişilerle iletişim halinde kalmak için bir bağlayıcılıklarının bulunmaması. Araştırmadaki kadınlardan bazılarının kürtaj yaptırmaktaki en büyük gerekçesi sorunlu partnerlerle bir çocuk büyütmekten çekinmek ve onlarla iletişimde kalmak istememek.
Bunun yanında kürtaj yaptırabilen kadınların gelecek 5 yılda kasıtlı bir kararla çocuk sahibi olma eğilimleri kürtaja yaptıramayanlara göre daha yüksek, kamu yardımına başvurma, yiyecek, barınma ve ulaşım için yeterli paraya sahip olmadıklarını bildirme olasılıkları ise daha düşük. Bu süreç içerisinde planlanmış bir şekilde çocuğu olanların çocuklarının kürtaj yaptıramayanlara oranla yoksulluk içinde yaşama oranları da daha az ve fiziksel sağlıkları daha iyi.
Kürtaj yaptıran ve 5 yıl boyunca çalışmada kalan kadınların büyük çoğunluğu kararlarından pişman olmadıklarını belirtmiş. Bir yandan istenmeyen gebeliği sonlandıramayan kadınlar ise çocuklarının doğumu ve 4-5 yaşlarına gelmeleriyle beraber dönüp bakıldığında gebeliği sonlandırmayı dilemediklerini belirtmiş, ki bu da aslında bir çocuğun içtenlikle sevildiği bir yuvaya sahip olduğunu bilmek açısından güzel bir haber.
Sonuç olarak araştırmada elde edilen tüm verilerin hiçbiri insan özerkliğinin temel ilkesini değiştirmiyor: İnsanlar kendi bedenlerini ve yaşamlarının gidişatını etkileyen konularda kendi kararlarını verebilmeli. Pişmanlık, kararsızlık ve bir kararın diğer kararları çeşitli yollarla etkilediği gerçeği yaşamın ayrılmaz gerçekleri olduğu kadar akıcı ve kişisel de. Bireylerin gelecekte bu tür duyguları ne ölçüde hissedebileceklerini tahmin etmek, yasalar ve kısıtlamalar için bir temel oluşturamaz.
Kaynak: Margaret Talbot, The New Yorker