Kül’den hasar tespit çalışması: “Ait ve Dair”

Kül, 2019. Fotoğraf: Begüm Koçum
Kül, 2019. Fotoğraf: Begüm Koçum

Kül, 2011’de yayımladığı Artık Güçler Dengede albümünün ardından verdiği uzun arada şehir değiştirdi, ekibi büyüttü, yeniden kendini aradı, öfkelendi ve bu süreçte büyüdü, olgunlaştı. 26 Nisan’da çıkan yeni albümleri Ait ve Dair, Kül’ü ODTÜ günlerinden beri çağdaşları rock ve metal gruplarından en azından benim için farklı bir yere koyan iyi hikâye anlatıcılığının bir tezahürü.

Kül’ün anlattığı hikâyeler ortaya kendiyle de başkalarıyla da derdi olan sert bir albüm çıkarıyor. Churchill’in Balkanlarla ilgili söylediği, Umberto Eco’nun yorumladığı bir söz, bizim buralar için de bir o kadar geçerli: Tüketebileceğimizden fazla tarih üretiyoruz. Ait ve Dair hatırlıyor.

Albümün prodüktörlüğünü Kül’ün gitaristlerinden Mehmet Yaranona üstlenmiş, mastering Babajim’de Pietr Snapper tarafından yapılmış. Ana görselde ve yazı içinde de kullanılan albüm fotoğrafları Begüm Koçum’un işleri. Kapak tasarımı ise Studio Bigger’a ait.

Yeni albümü konuşmak için Akay Taşkıntuna, Mehmet Yaranona ve Arın Kuşaksızoğlu ile Kül’ün meskeni Opus’ta buluştuk. Kahveleri güzel.

Artık Güçler Dengede albümünden beri sekiz sene oldu. Aceleci davranan bir grup olmadığınızı biliyorum. İçinize sinene, yeni bir şey söyleyene kadar bekliyorsunuz. Bu sekiz yılı kısaca özetleyebilir misiniz?

Arın: İlk albümden sonra gruptan iki eleman ayrıldı. Hemen sonrasında Mehmet ile Koray geldi. Hatta aslında Koray 2008’de gitar kayıtları sürecinde geldi. Miks başladı, Mehmet geldi. Son olarak da birkaç yıl evvel Umut aramıza katıldı. Yani aslında ilk albümü kaydeden ekip albümün çıkışıyla beraber dağılmıştı ve yeni bir grup kurmuştuk. O zamana kadar ODTÜ dinamikleri ve Ankara tayfası vardı, bir anda başka bir grup gibi oldu. Tam da o sırada İstanbul’a gelmişiz Ankara’dan, Mehmet’le Koray’ın yaşam mücadelesi bizim burada var olma mücadelemizle birleşti, zaten normal şartlarda birbirimize müzikal açıdan adapte olmamız bir iki sene sürerdi. O iki sene içinde hayat memat, işler güçler derken o oldu sana dört sene. Biraz hayata yenildik yani.

Akay: Ama şunu da kabul etmek lazım. Bu sekiz yıllık sürecin hiçbir döneminde “Haydi beyler şunu bir yatıralım, hayatlarımızı, işimize gücümüzü oturtalım da sonra geri döneriz,” demedik. Herkes Arın’ın bahsettiği hayat dertleriyle boğuşurken bir yandan da ofisinden çıkıp, mesaisini tamamlayıp stüdyoya geldi, üretim sürecinin bir şekilde parçası oldu. İlk albümün devamı olacak sound’u ortaya çıkarma sürecinde biraz daha aktif olduğumuz bir dönem vardı, sonra bu albüm kayıt sürecine kadar bunu yedirdik aslında. Tabii bu beş yıl gibi bir süreç olunca, epey bir zaman oluyor.

Mehmet: Hiç çalmayı bırakmadık gerçekten. Atatürk Sanayi Sitesi’nde bir iki kış var mesela, bazı şarkıların ilk riff’leri oradan çıktı. Orada yoğunlaşamıyorduk ama.

Arın: Albüme oturuyoruz dediğimiz zaman zaten o stüdyolarda, aralarda yaptığımız kayıtları açıp “Aa, bu riff güzelmiş, buradan şarkı çıkar”, “Bak şurada şöyle takılmışız, bunun sound’u çok iyi, dur bundan bir şey yapmaya çalışalım” filan dedik. Bir de üretim sürecinde de bu yapıyı ne kadar verimli bir biçimde kullanabileceğimize çok kafa yoruyoruz. Bizim üretimden önceki çalışmalarımız üretim sürecinden her türlü daha uzun sürüyor. Onun olgunlaşmasını beklemek zaten o süreci o kadar uzatıyor. Bundan sonra böyle olur mu bilmiyorum.

Mehmet: Şu an biraz antrenmanlıyız. Pratik arttı, çalışma frekansı arttı.

Arın: Bir de beraber şarkı yapmayı öğrendik. Daha önce beraber şarkı yapmamıştık.

Kaydın davullar hariç tamamını sanıyorum burada, Opus’ta yaptınız. Davullar da Deneyevi’nde. Albümün tamamını başka bir yerde yapmayı tercih eder miydiniz, yoksa kendi ortamınızda daha mı iyi oldu?

Mehmet: Ben kesinlikle tercih ederim, ama bu durum imkânları maksimum kullanmaya çalışmaktan da kaynaklanıyor. Davulu burada da kaydedebilirdik, ama elimizdeki mikrofon ve pre-amfiyi düşündük, çok önemli gibi görünmese de sonuçta bir kere kaydettiğimiz için tam anlamıyla yapmak istedik ve gittik Deneyevi’ne. Ama bunun nedeni bir yandan da Deneyevi’nin bizim komşumuz olmasıydı. Yoksa başka bir yere gitmeyebilirdik, çünkü orada istediğimiz zaman çalışma imkânına sahiptik. Prodüksiyon sırasında hiç zamana karşı yarışmadık, onu değerlendirmek lazımdı. Belki bundan sonraki prodüksiyonun o açıdan kısıtlanması iyi olacak.

Arın: Stüdyoda biraz rahattık. Elimizde böyle bir imkân var, onu doya doya kullanıyoruz ve ondan maksimum performans alacağımız şartları biliyoruz. O çok iyi bir şey, ama bir yandan o rahatlık seni yavaş da kılıyor. Biraz şımartıyor insanı.

Peki, Mehmet, sana bir sorum olacak. Hem müzisyen hem prodüktör olmak başta özgürlük sağlayan bir şey, ama bir noktada tercih etmeyeceğin bir şey hâline de geliyor olabilir.

Mehmet: Aslında tercih etmeyeceğim bir şey değil de… Daha önceki prodüktörlük deneyimlerimi bu şarkıların oluşma sürecine de aktarmaya çalıştım, fakat şarkıyı yapan ve icra eden tarafta olmanın çok daha keyifli olduğunu gördüm. O yüzden ben yapmak istesem bile bundan sonra yapmamayı tercih ettim, bunun nedeni de daha çok keyif almak. Yoksa çok büyük bir zorluk değil. Belki dezavantajları da olmuştur, ama ben çıkan işten memnunum. Zaten memnun olmasam ya da gruptakiler beğenmeseydi başka birine devrederdim. Ama önce çalıp sonra arkada oturup bakalım neler oluyor diye takip etmek daha güzel galiba (gülüyor).

O zaman biraz da prodüksiyondan bahsedelim. Ben ilk albümden daha sert buldum. İkinci gitarın katılımı gibi durumlar da var, ama onun haricinde kompozisyon da daha sert.

Mehmet: Orada benim etkim olmuştur diye düşünüyorum. İlk albümün miks aşamasında olsam da şarkı aşamasında yoktum.

Akay sen söylemiştin sanırım, kendimize yeni bir sound bulduk, onun da bir süreci oldu diye.

Akay: Tabii bir arada çalmak bir anda, bir haftada, on günde oturmuyor, biraz zaman gerekiyor. Biz o süreçte arkadaşların da dediği gibi iskeletler üzerinden bir şeyler çalıyorduk aslında, o çaldığımız şeyler üst üste gittikçe Kül’ün yeni diyebileceğimiz sound’u, senin de yeni albümde duyduğun şey biraz belirginleşti. Ama şu farklılığı da değerlendirmek gerekir. Artık Güçler Dengede sürecindeki şarkı yapım yaklaşımıyla Ait ve Dair’deki süreç çok da aynı değil. İlk dönem biraz öğrenci olmanın getirdiği daha rahat bir süreç söz konusuydu, Ankara’nın, o gri şehrin de katkısıyla şarkıları eve kapanarak çıkardık.

Arın: Ankara’nın griliğini genele yaydık (gülüyor).

Akay: Ama bu albümde şarkıları çala çala, üst üste koya koya bir hâle getirdik. Farklı sound da bu sürecin bir karşılığı olabilir. Ama Kül’ün bir sonraki işinde de bu sertliği koruyacağını ya da daha sert bir şey yapacağını göstermez aslında. Dediğim gibi biraz sürecin kendisinin dışavurumu gibi bakmak lazım.

Arın: Biz biraz hırçın hissettik herhalde kendimizi. Ya bizim en baştan beri, bu riff’leri filan toparlarken, ya da yeni bir şey yapmak için motivasyonumuzu düşünürken, belirli kavramlar çıkarmaya çalıştık. “Şu an nasıl hissediyoruz?”, “İçinde bulunduğumuz koşullar neler?” gibi sorular üzerine düşündük. “Abi çok endişeliyiz, çok huzursuzuz. Bir karanlığın içindeyiz. Bunun bir çıkışı olacak elbet ama hasar alıyoruz,” diye düşündük. Sözünden müziğine bir hasar tespit çalışması aslında.

Akay: Ama şimdi sen konuşurken düşününce, garip bir şekilde ben o sound’un ortaya çıkma sürecinin bizim için daha iyimser, daha heyecan verici olduğunu hatırlıyorum. Bende o dönem uyandırdığı his oydu.

Mehmet: Şarkı yapmanın heyecanı o.

Akay: Evet. Hatta sadece şarkı yapmanın da değil, yeni olduğunu düşündüğümüz bir şeyler çıkmaya başlıyordu. O yüzden daha iyimserdik, daha heyecan doluyduk. Ama şarkılar albüme dönüşmeye başladıkça Arın’ın dediği his kendisini üzerimizde daha çok hissettirmeye başladı. “Neredeyiz?”, “Ne yapıyoruz?”, “Ne yapmaya çalışıyoruz?” gibi sorulardan da yola çıkarak bakınca albümde duyduğun sound daha da karanlık, daha da sert oldu, doğrudan söylemese de alttan alta bunları hissettirdi.

Arın: Hatta bir zaman sonra şöyle bir şey oldu. O karanlık mevzusu, artık o dışarıya atmaya çalıştığımız zehir nasıl bir şeyse hakikaten bu odanın ortasına atmaya başladık ve biz de karanlık tiplere dönüşmeye başladık. Böyle gergin filan tipler olduk. Hani bir filmi izlersin, onun etkisinde kalırsın ve ondan kurtulamazsın ya bir süre. Albüm yapım sürecinde albümün içerisindeki o duygu bizi bir zaman sonra ele geçirmeye başladı.

Fotoğraf: Begüm Koçum

Bir çerçeve çizmeye çalıştıkça, bir hikâye oluştukça…

Arın: Role girdik abi!

Mehmet: Kaygılar da arttı. Şarkının geleceği son hâlle alakalı kaygılarımız yükselerek devam etti.

Yalnızca kompozisyonun değil, miksin de daha sert olacağını ilk seninle konuşuyorduk Arın. Miks işi örnekler üzerinden yürür ya, sizin örneğin “baslar şuradaki gibi olsun” dediğiniz bir referansınız var mıydı?

Mehmet: Ben en başından beri gruba nasıl duyuluyorsak onu geçirme fikrini benimsetmeye çalıştım. Biraz ham da duyulabiliriz, belki patır kütür de olabilir, ama biz beraber çalarken nasıl bir şey duyuyorsak onun direkt tezahürünü çıkartmaya çalışalım. En başından beri böyle bir perspektif vardı.

Provada duyduğunuz şeyi yapmaya çalıştınız.

Mehmet: Aynen öyle, provada duyduğumuz şeyi stereo bir filtreye sokmak istiyorduk, ama bir yandan da şöyle bir şey oldu. Davul kayıtları bittikten sonra, üzerine her şey inşa edilmeye başladığında biz de sert olduğunu hissetmeye başladık. Biz aslında sert olsun diye değil, ne yapıyorsak onu çıkartmaya çalışıyorduk. Yolun ortasında dedik ki “bayağı sert bir şey oldu bu.” Eski şarkılarla karşılaştırdığımızda öyleydi, hatta Arın bizim artık bir metal grubu olduğumuzu söylüyordu.

Arın: Aynen öyle, bence biz bir metal grubuyuz artık.

Mehmet: Ama yola metal yapalım diye de çıkmadık, böyle bir sound peşinde koşmadık.

Akay: Ama bunu çok fazla makyajlı bir şeymiş gibi duyurmamak gibi bir düşünce vardı sanki. O yüzden de şarkılar bireysel ve grup olarak nasıl hissettiriyorsa dışarıya çıkarttığımız şeyin de o hissi verebilmesi adına üzerinde çok oynanmış, cımbızla çalışılmış gibi hissettirmemesi derdi vardı.

Mehmet: Bir de şunu düşünüyorum. Şarkı yapımı sırasında Umut yoktu, o sonlara doğru girdi, sonra oturduk ve onunla gitarları bir daha son hâle getirdik. Ama ilk albümle, Yiğit’le karşılaştırdığım zaman, iki albümün de gitara dokunması birbirine yakın, ama iki gitaristin ya da bakış açısının doğuş yerleri farklı. Yiğit biraz daha Rage [Against the Machine], Tool benzeri bir ekolden geliyor. Ben o ekolü sevmekle beraber biraz daha metale yakınım. Bu şarkıları yaparken de demek ki böyle bir eğilim varmış.

O zaman biraz da işin hikâyesine girelim. İsminden de belli olduğu gibi derdi olan bir şey yapmışsınız. 27 Mart 2016’da Pera’da verdiğiniz konserden önce Türkiye’den Alternatif Sesler isimli blog’a konuşmuşsunuz. Orada hepinizin bir derdi olduğundan, ama bunu sadeleştirip popülist olmayan bir şekilde ortaya koymanın zaman aldığından bahsetmişsiniz. Bu derdi sormayacağım açıkçası, bunun için albümü dinleyebiliriz. Ama sözlere baktığımızda, Artık Güçler Dengede’de yaştan da kaynaklanan başkalarına kızgın bir tavır vardı, onu duyuyorduk. Krala sövüyor, kendi kimliğine dokunmaya çalışanlara sövüyor, kendini sorgulamayan insanlara sövüyor… Bu albümde ise benim gördüğüm, etrafınıza bakmışsınız ve gördüğünüz şey hiç hoşunuza gitmemiş, ciddi bir karamsarlığa kapılmışsınız. Son şarkılarda bundan çıkmaya dair bir çaba var ama sonunda “kahraman” “mızraklanarak” ölüyor (gülüyoruz). Haydi biraz bundan konuşalım. Büyüdük, 30’lu yaşlara geldik, ne değişti?

Arın: Öncelikle Ait ve Dair isminden yola çıkarak bir çatı çizeyim. Artwork dediğin şey bence böyle bir şey zaten, bir “art” yapıyoruz iddiası taşıdığımızdan emin değilim, haddimize mi bilmiyorum, ama en azından oraya oynamaya çalışıyoruz. Eğer bir şekilde kendi sanatını, zanaatını ortaya koymaya çalışıyorsan içinde bulunduğun zamana ve mekâna ait kavramları ve duyguları, yine aynı zamana ve mekâna dair bir dille anlatmaya çabalıyorsun aslında. “Rönesans’ı Rönesans yapan şey bu” gibi. Zeitgeist’ı yakalamak aslında mesela. O zeitgeist’ı ne kadar evrensel bir çatıda tutabilirsen, ne kadar anlık toplumsal izdüşümlerinden koparabilirsen o kadar geniş bir perspektiften rahat bir şey anlatabiliyorsun. Albümün adının da Ait ve Dair olması biraz bu yüzden, en başından beri niyetimiz buydu.

Şimdi ne oldu da 30 yaşını geçince bu hâle geldik? E, büyüdük abi. Bir zaman sonra bir şeyleri değiştirebileceğine dair inancını kaybediyorsun, ama geriye dönüp baktığında kendinin ne kadar değiştiğini görüyorsun. Ben bu değişimi yaşarken ve kendimce doğrulara ulaşmışken nasıl hâlâ böyle şeylerin olabildiğini sorguluyorsun. O yüzden dediğin gibi dışarı doğru bir isyan değil. Bu albümün Artık Güçler Dengede’den temel farkı bu, içe doğru bir hüzün var. “Herkes haklı, herkes kızgın” yani. Günün zaten politikası da böyle bir şey. Kimse “Benim durduğum taraf bu, benim savunduğum değerler bu,” demiyor, “Öteki bunu savunuyor, ben bunu reddediyorum,” diyor. Tamamen karşılaştırma ve çatışma üzerinden ilerleyen bir ilişkiler zinciri var. Kutuplaşma zaten bu, herhangi bir taraf tutmadan buna nasıl bakabileceğimizi düşündük. Artık Güçler Dengede’den farkı bu, o belki biraz taraftı. Bu albüm bertaraf olmaya çalışıyor.

Akay: Ama sakin değiliz, çok sinirliyiz hâlâ. Daha bile sinirliyiz belki.

Arın: Hatta hayal kırıklığı içindeyiz.

Mehmet: Kendimizi çok pozitif yetişmiş bir dönemin acayip negatif orta yaşlarında bulduk.

Arın: İşin kötü tarafı bunun ülkenin politik gerçekleriyle de pek ilgisi yok. Çok büyük bir laf olabilir ama insanlığın gittiği yer biraz böyle. Her ülkede tuhaf tuhaf şeyler oluyor, bilgi dediğin şey artık ne kadar gerçek… Geçen senenin favori kelimesi “post-truth” abi. Doğrunun ne kadar doğru olduğuyla alakalı şüphen varken bütün bu politik dertler o kümenin bir parçası oluyor yalnızca, münferit olarak bir anlam teşkil etmiyor.

Mehmet: Belki şöyle diyebiliriz. Dünya pek çok açıdan iyiye gidiyor gibi görünse de gitmediği yönler o kadar fazla ve o kadar yoğun hissediliyor ki, sanki kıyamet sonrası dünyasına gidiyormuşuz gibi bir durum var. Aslında o kadar da değil.

Fotoğraf: Begüm Koçum

Sözler de hep öyle aslında. Bir yandan da gerçekten bir ara teşkil eden “Arada” şarkısından sonra sözlerde de müzikte de bir değişim oluyor.

Arın: “Arada” şarkısından önceki bölüm toplumsal olanın bireydeki izdüşümlerinin peşindeyken sonraki bölüm biraz daha kişisel bir perspektiften bakıyor. “Ben ne hissediyorum?” diye soruyor. Zaten “Kan Revan” parçası albümün belirli yerlerinden özenle seçilmiş cümlelerden ve kavramlardan oluşan bir “son”.

Akay: Konsept albümlerin birçoğunun bir açılış klişesi olduğu gibi biz de hikâyeyi bir “Kılavuz” ile açıyoruz. O kılavuz bu albümde hislerimizin ne dediğini mekanik olarak da olsa, doğal seslerle veya insan eliyle yapılmış miksiyle de olsa biraz kabaca anlatıyor ve bu hikayede kılavuzluk yapacağım, gelin diyor. Sonra birlikte bir yolculuğa çıkıyoruz.

Arın: “Kılavuz”da şehir sesini, trafik sesini, inşaat sesini yoğun kullanmamızın sebebi biraz şöyle bir ayrıma işaret ediyor: Birazdan dinleyeceğiniz ses evreni, içerisinden çıktığı reel ses evreni burası.

Peki, bu bir İstanbul albümü mü?

Mehmet: Evet, İstanbul albümü denebilir.

Akay: Tam olarak bir İstanbul albümü olduğu söylenemez. Evrensel bir şeyler de söylüyor. Bizim hikâyemizin, tecrübemizin mekânı İstanbul olduğu için bunun albüme yansıması da gayet doğal.

Kahraman öldü, ama hikâye devam ediyor. Dünya bir yerlere gidiyor, galiba müziğiniz de farklı konseptlerde birleşip oraya yöneliyor. Müzisyen olarak dünyanın gidişatını karamsar bir bakış açısıyla yansıtmak yerine kendime kafa rahatlığı sağlayacak bir üretimi tercih edeyim arzusunu hissediyor musunuz?

Arın: O biraz benimle ilgili galiba. Ben içinde bulunduğum gerçekliği inkar edemiyorum. Hayatı ancak böyle anlayabiliyorum. Anlayabildiğim biçimde anlatabiliyorum.

Ait ve Dair albümünün zamana ve mekâna ilişkin olduğunu söylediniz. Son yıllarda yaşadıklarınıza ait ve dair bir albüm. Siz müzik üretiyorsunuz, şarkı yazıyorsunuz, albüm yapıyorsunuz. Bu sizin albümünüz, sizin şarkılarınız. Size “ait”. Sonra birileriyle paylaşıyorsunuz. Mesela ben bu şarkıları, bu albümü evire çevire dinliyorum. Şarkılar da benim için birtakım kişisel deneyimlerle birleşiyor. Şarkılar artık bana da ait oluyor mu?

Mehmet: Bence ait tabii.

Akay: Bence o şarkıyı dinlerken şarkıyla özdeşleştirdiğin deneyimlerine ait. Biz bu şarkıları paylaştıktan sonra, artık bu şarkıların ne kadar bize ait olduğu tartışmalı.

Arın: Şarkılar böyle şeyler zaten. Aynısı sinema veya edebiyat üretimi için de geçerli. Belli yöntemler ve belli taktiklerle bir tür “paralel evren”, bir anlam evreni yaratıyorsun. O anlam evrenine benim sunduklarım başka, senin kendi deneyimlerin ışığında o şarkı sende başka şeyler çağrıştırıyor. Bence zaten işin alametifarikası bu.

Mehmet: Şarkılar elle tutulabilir şeyler değil. Bestecisinin, icracısının adı belli olabilir. Ama bu şarkıları insanlarla paylaştıktan sonra bizim kontrolümüzden çıkıyor. Bu nedenle bu şarkıların kime ait olduğu sorusunun bir cevabı bile olmayabilir. Artık kimseye ait değil, herkesin birlikte sahip olduğu bir şey.

Peki, CD ve plak basacak mısınız?

Arın: Evet, basacağız.

Mehmet: Plak basılmasını çok istiyoruz. Hatta her şeyi plak için tasarladık ama bakalım. Henüz ne zaman olacağı belli değil.

Şimdi, bana bir plak verdiğinizi varsayalım. Artık elle tutabildiğim bir şey, müziği değil belki ama plağı ellerimle tutabiliyorum. Bir de mesela Spotify’dan dinliyorum. Ses kalitesi ve deneyimin niteliği değişti. Ancak ikisinin de bende çağrıştıracakları aşağı yukarı aynı olacak, değil mi? Peki, siz bu durumda neden plak basmak istiyorsunuz?

Mehmet: Bence bir dinleme tecrübesi çünkü. Yani plaktan dinlemek, müziği deneyimlemenin en güzel yolu olabilir. Ben dinlediğim gruplar sanki canlı çalıyorlarmış gibi hissediyorum. Benim için böyle bir yönü var plağın. Herhangi bir dijital platformda dinlediğim şarkıya o kadar dikkat kesilemediğim oluyor.

Akay: Benim için ses kalitesi, mutlaka dinleme deneyimini etkiliyor. Ama bir albüm yalnızca içindeki seslerden oluşmuyor. Sadece gitar partisyonlarından, sadece davullardan, sözlerden oluşmuyor. Albümü iyi kötü anlatan özel bir görseli, kapağı da var. Elle tutulup incelenecek, haşır neşir olunacak, dinleme deneyimine katkıda bulunacak bir öğesi de var. Ama bu deneyim yalnızca meraklıları için. Hâlihazırda dijital dolaplarımız, plak dolaplarımızdan daha zengin.

Arın: Ben müziği plaktan dinleyenlerin günümüz şartlarında bir tür gustoya sahip olduğunu düşünüyorum. Ben bu gustoya sahip değilim. Plağın da audiofil’ler dışındaki insanlar için bir tüketim toplumunun bir uzantısı olduğunu düşünüyorum.

Mehmet: Ben küçüklükten bu yana albüm dinliyorum. Hepimiz CD’den de dinledik albümleri. CD devrinin kapanmasıyla albümler bütünlüğünü yitirdi. Plak, bu albüm dinleme kültürünün devam etmesini sağlıyor. Bu nedenle seviliyor bana kalırsa.

Siz aslında bu dinleme deneyimini kısmen zorlayan bir iş çıkardınız. Albümde ikinci, üçüncü, dördüncü, sekizinci ve dokuzuncu parçalar müzikal anlamda organik biçimde birbirine bağlı. Yani aslında albüm bir bütün olarak tüketilsin diye yaptınız.

Akay: Biz de konserlerde onları muhtemelen bir bütün halinde çalacağız.

Peki, bunları ayrı ayrı yazıp birleştirdiniz mi? Mesela “Mumlar ve Çiçekler” ile “Bu Göğün Altında” iki ayrı parçaydı siz de bunları birbirine bağlamanın yollarını mı aradınız, yoksa yazdığınız şarkı başka bir şeye dönüşürken üretimi sürdürüp ikinci kısma başka bir isim mi koydunuz?

Mehmet: Hiçbirisinde belirli bir yöntem izlediğimiz söylenemez. Her seferinde farklı bir nedenle birleştirmeyi tercih ettik. Birinde kendimizi tutamadık, devam ettik. Bir şarkıdan diğerine kendiliğinden geçiverdik. Bazılarını da birleştirdiğimizde anlamsal açıdan ve müzikal olarak bizi başka bir hislere götürdüğünü fark ettik.

Arın: Şarkılar birleştikçe, sözleri de çok değiştirmek zorunda kaldık.

Fotoğraf: Begüm Koçum

O hâlde birleşik olan “Yabancı”, “Çölde Bir Konak” ve “Deliler Gemisi” üzerinde sözler aracılığıyla birlikte düşünelim. “Yabancı” şarkısında herkes kendi gerçekliğine sıkışmış, herkes aynı yerde tutsak ama yalnızca kendi gerçekliklerini görüyorlar. Hepsi de bu durumdan rahatsız. “Çölde Bir Konak” şarkısında ise korunmaya değer olduğu varsayılan bir yere tıkılıp kalmışız ve birileri bu yer üzerinde hak iddia ediyor ama hak iddia edildikçe orası ölüyor. Ne saklamaya değer bir şey kalıyor ne de saklanmaya değer bir şey oluyor. Sonra da gemi yanıyor.

Arın: Bu üçleme tamamen aidiyet meselesiyle ilgili. İnsanlar kendi gerçekliklerini, ideolojilerini savunurken birbirlerini ne kadar görmezden geldiklerini anlatmayı deniyorum. İkinci şarkı güzelliklerin yalnızca sana ait olması arzusunun berbatlığını anlatıyor. Üçüncü şarkı ise üç farklı katmanı olan bir şarkı. Benim “Deliler gemisindeki süper kahramanlar” yazısında da bahsettiğim gibi, Victoria döneminde deliler bir gemiye doldurulur, açık denizlere çıkılır ve yolculuk sonunda -diğer delilerin elinden kurtulup- sağ kalmayı başaranlar da ıssız adacıklara bırakılırdı. İnsanlar birbirlerini o kadar dışlıyorlar ki, neredeyse herkesi o deliler gemisine doldurup bir yerlere yollamak, birbirimizden kurtulmak istiyoruz. İktidarın kullandığı bağlamda söylemiyorum, ama gerçekten aynı gemideyiz.

ODTÜ rektörü olanaksızlıklardan bahsedince, menajeriniz Serkan Fidan bir tweet atıp bu olanaksızlıklara çözüm üreteceğini söylemişti. Siz de ODTÜ’lü bir grup sayılırsınız. Bu konuyu, şenliklere katılmayı hiç konuştunuz mu?

Arın: Serkan ile konuşmadık, ama biz de Twitter’dan destek verdik. Çünkü ODTÜ kendimizi ait ve dair hissettiğimiz bir yer. Hiç düşünmeden dahil olmak istedik. Zaten şenlik bir kenara, ODTÜ’deki herhangi bir konserden hiçbir maddi beklentimiz olmadı. Hatta albüm biraz erken bitseydi, Rock Şenliği’nde de çalacaktık. Yetişemedik.

MT (ODTÜ Müzik Toplulukları) ile hâlâ haberleşiyor musunuz?

Akay: ODTÜ MT bizim evimiz, bu müziğin tohumlarının atıldığı yuva. Sağ olsunlar, onlar da her sene buraya Rock Şenliği ile ilgili çalışmaya geldikleri zaman halimizi hatırımızı soruyorlar; haberleşiyoruz mutlaka.

Arın: Serkan da her yıl şenliklerde çocuklara yardım etmeye çalışıyor. Nesiller değişiyor ama Serkan hep orada, hep yardım ediyor. Zaten Mor ve Ötesi’nin menajeri olması da MT ile ilgili. Şimdi çocuklar “Eski MT’li ya bunlar, bandrollü albüm yapmışlar” diyorlar bizim için. Hâlâ bize sahip çıkıyorlar.

Peki, konser programınız nasıl? Çalışmaya başladınız mı?

Arın: Şu sıralarda konser takvimi için çalışıyoruz.

Mehmet: İlk konser İstanbul’da olacak. Sonra Serkan’ın da yardımlarıyla bir takvim ortaya çıkacak.

Akay: Albüm biraz dinlensin de istiyoruz konserlere başlamadan önce.

Benim sorularım bu kadar, sizin eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?

Akay: Albümün üretim süreci epey uzundu. Yine de bizim için çok iyi bir deneyim oldu, kendimize dersler çıkardık.

Arın: Birbirimizle de ilgili çok şey öğrendik.

Akay: Kesinlikle. Ortaya çıkan sonuçtan da kişisel olarak çok memnunum. Gurur duyuyorum.

Mehmet: Herkes bir anlamda varını yoğunu, gecesini gündüzünü feda etti bu sürece.

Arın: Psikolojik olarak da çok yorulduk, galiba bir ara özellikle sözleri yeniden elden geçirirken akli dengemi kaybettim. Bazı dışsal baskılar da bu sürece yansıdı elbette. Galiba üstesinden geldik, bizi öldürmeyen şey güçlendirdi.

Muhabbetimiz daim olsun...

Benzer Yazılar
BREAKFAST AT TIFFANY'S (Blake Edwards, 1961).
daha fazla

Moda demokratik olabilir mi?

Lee Alexander McQueen’in intihar ettiği haberini okuduğumda günlerce yas tuttum. Modanın ne anlama geldiğini kavramamı, o dünyayı keşfetmemi…
Total
0
Share

vesaire sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et