İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) tarafından yayımlanan Açık Çek: Türkiye’de Darbe Sonrası İşkenceye Karşı Koruma Tedbirlerinin Askıya Alınması başlıklı rapor, 15 Temmuz’daki darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL’e dayandırılarak çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnameler’in gözaltı koşulları ve tutuklu haklarına etkisini inceliyor. İki farklı olayda polis tarafından söylenen “OHAL’de olduğumuz için seni öldürsem bile kimsenin umurunda olmaz. Kaçmaya çalışırken vurduğumu söylemem yeterli” ve “Buradan sağ çıkamazsın. Artık elimizde 30 gün var” gibi cümleler uygulamadaki keyfiliği gözler önüne sererken, raporda kapsamlı olarak anlatılan vakalar çok daha vahim bir tablo ortaya koyuyor.
Avukatlar, insan hakları aktivistleri, gözaltından serbest bırakılan kişiler, sağlık personelleri ve adli tıp uzmanlarından oluşan 40’tan fazla kişiyle görüşülerek hazırlanan rapor, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin askıya alındığı belirtilmişken gözaltında tutulan kişileri işkence ve kötü muameleden koruyabilecek tedbirleri ortadan kaldıran maddelere sahip KHK’ların uluslararası hukuk gereğince savaş ve ulusal acil durum hallerinde dahi yasakladığı işkenceyi nasıl fillen meşrulaştırdığını 13 ayrı vaka üzerinden inceliyor. Raporun başlığında geçen “Açık Çek” ifadesi de şöyle açıklanıyor: “Olağanüstü hal ilan etmek hükümete haklara ilişkin yükümlülüklerini azaltma konusunda açık çek vermez ve bilhassa, aykırı tedbirler alınması mümkün olmayan, dokunulmaz belli hak ve yükümlülükler vardır.”
İyiden iyiye yürütmenin tek başlılığının gizli formülü gibi kullanılmaya başlanan KHK’ların gözaltında rahatsız edici pozisyonlarda tutmak, uykusuz bırakmak, dayak, cinsel taciz ve tecavüz tehdidi gibi uygulamalara kapıyı açtığını açıklayan raporda yer alan örneklerden birinde Vatan Caddesi’ndeki İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde gözaltında olan İ.B, yaşadıklarını şöyle anlatıyor:
Beni avukat görüşü diye 3 gün boyunca her gün sorguya götürdüler (İstanbul-Vatan’da). Üzerimdeki kıyafetleri indirip ve yırtarak cinsel organlarımızı sıkma, darp etme, iğrenç yönelimlerde bulunarak tehditler savurdular. ‘Anneni buraya getirdim, konuşmazsan gözünün önünde ona tecavüz edeceğim’ dedi. Kafama bir torba geçirip ellerimi arkadan bağlayıp kafamı yere, duvara vura vura beni, alçakça gülerek, domalık dedikleri bir pozisyona getirerek ‘yok mu buna tecavüz edecek baba yiğit’ diye bağırıp gülüyorlardı. Vücudumun her yerini darp içinde bıraktılar… İşlemediğim bir suçu, hayatımda görmediğim tanımadığım biri tanıtmak için ‘tanıyacaksın yoksa sana daha çok şey yapacağız’ gibi hakaret ve tekmelerle üstüme geliyorlardı. Sonra ‘7-8 kişiyi mahkemeye getirtir, üstüne ifade verdiririm, bir daha dışarıyı göremezsin; eğer suçu kabul edip isim vermezsen hayatını kaydırırız’ dediler. Darp raporları aldığım her gün beni bir kez daha darp ediyorlardı… ‘Sen istediğin kadar rapor al, bize sökmez, herşey bizim elimizde’ dediler.
Fiziksel işkence ve tehdidin farklı türlerine doğrudan örnek teşkil eden bir diğer ifadeye, Antalya’da gözaltına alınan öğretmen Eyüp Birinci’nin anlattıklarında rastlanıyor:
Gözlerim bağlı idi. Odada 3-4 kişi olduğunu hissettim. Ancak beni gözaltına alan komiser konuşuyordu… ‘Bildiklerini anlat, Antalya’da ne işin var’ diyerek çırılçıplak soydular… [Beni] gözaltına alan, ismini bilmediğim, komiser olduğunu düşündüğüm yüzüme gözüme tokatla vurmaya başladı…[A]yaklarımın altına, karnıma vurarak, sonrasında hayalarımı sıkarak ‘seni hadım ederim’ şeklinde sözler söyleyerek işkenceye devam ettiler. Yüzüstü yatırıp sağ kolumu ve sol kolumu geri çevirerek, polis memuru bana bu şekilde işkence yaptı. Sonrasında sırt üstü döndürüp ayaklarımı ıslatıp copla vurmaya başladılar. Sonra her iki koluma da copla vurdular. Boynumu ıslatıp copla boynuma da vurdu… Hatta copu ağzıma sokup ağzımda çevirdi… Sonrasında kaldırıp yumrukla vurmaya başladı. Her vurduktan sonra dik dur diyerek karnıma dakikalarca vurdu.
Doğrudan işkence ve kötü muamelenin yanı sıra de facto bir tecrite dönüşen avukatlarla görüşmeye 5 gün engeli ve kolluk kuvvetlerinin tutumu yüzünden sağlık muayenelerinin güvenilirliğini etkileyen uygulamalar da dikkat çekilen diğer hususlar. 1 Eylül’de çıkarılan KHK ile hapishane izleme kurullarının lağvı ve hükümet yetkililerinin KHK kapsamındaki görevleri sebebiyle hiçbir şekilde sorumlu tutulamayacağına dair hükmün varlığı ise yeni ve daha ağır ihlallerin önünde hiçbir denetim mekanizması olmadığını gösteriyor.
Raporun Türkçe çevirisine buradan, 13 vakanın özetine ise buradan erişebilirsiniz.