Kendi yangınına referans vermek: “Fflam”

Fflam (S4C, 2021).

Şubat ayında Galler’in yerel kanallarından S4C’de Fflam (Flame – Alev) adlı dizinin ilk sezonu yayımlandı. Cardiff’te geçen ve Galce çekilen dizi, kanalın “Clic” adlı dijital platformundan tüm dünyada İngilizce altyazılı olarak erişime açıldı. Dizide Türkiyeli iki karakteri canlandıran Memet Ali Alabora ve Pınar Öğün aracılığıyla Galler televizyonlarında Türkçe, Türkiye’deki pek çok evde de Galce muhtemelen ilk kez duyuldu. Fflam’ın döngülere dayalı yapısının Alabora ve Öğün’ün kişisel hikâyesiyle de bağdaşan bir yanı var. İkisini de anlamlandırabilmek adına “mise en abyme” kavramına başvurabiliriz.

“Sonsuzluğa yerleştirmek” diye çevrilebilecek mise en abyme, sanatta iç içe geçmiş, kendini tekrar eden ve aynalayan, kendine referans veren imgeleri ifade etmek için kullanılıyor. En tipik örneklerinden biri, Hamlet’te başkarakterin anlatının düğümünü çözmek için kullandığı, birebir referanslarla olan biteni ifşa etmeyi hedefleyen Gonzago’nun Öldürülmesi, yani oyun içindeki oyun. Ana meselesini ölmüş bir karakterin doppelgänger’inin (çift-gezer, tıpatıp benzeri) dönüşü üzerinden kuran, yani karakterlerinden biri aracılığıyla kendi kendine referans veren bir imge üreten Fflam’da da bunun gibi pek çok örnek görmek mümkün.

Şef Noni’nin (Gwyneth Keyworth) kocası Tim (Richard Harrington) yıllar önce bir yangında hayatını kaybetmiş. Noni’nin yaptığı tatlının üzerine koyduğu “altın yaprağını” eriten ateş, kendisi de şef olan Tim’in ölüm sebebini çağrıştırıyor. Noni’nin partneri Deniz (Memet Ali Alabora), kardeşi Ekin (Pınar Öğün) ve eşi Malan (Mali Ann Rees) çocuk sahibi olabilsin diye donörlük yapmayı kabul ettiğinde, yıllar önce Noni’nin Tim’le birlikteyken kaybettiği bebeği hatırlatan bir süreci tetikliyor. Tim’in doppelgänger’i Bedwyr ise yemek eleştirmeni, benzerinin çok iyi yaptığı söylenen bir balık için “İyisini yapmak neredeyse imkânsızdır,” derken yeri doldurulması (ne Deniz ne de çift-gezerin tam olarak başarabildiği) imkânsız bir mite, geçmişte kaybedilene atıfta bulunuyor. Kendine bol bol referans veren, döngüsel bir anlatı bu.

Öte yandan hikâyenin bir de bu toprakları ilgilendiren boyutu var. Alabora ve Öğün dizide barış bildirisine imza attıkları için Galler’e kaçmak zorunda kalan iki akademisyeni canlandırıyor. Kendilerinin de Gezi Direnişi’nin ardından Birleşik Krallık’a gitmek zorunda kalmalarını hatırlatan bu gerçek, Alabora’nın canlandırdığı Deniz’in bir bölümde Ahmet Kaya şarkısı söylemesiyle başka bir boyut kazanıyor. Geçtiğimiz ay verdiği bir röportajda “Bu durum sadece bugüne dair değil, her daim sürgünü olmuş bir ülke Türkiye,” diyen Alabora’nın işaret ettiği gibi Ahmet Kaya’nın başına gelenlerle kendi durumu arasında paralellik kurmak mümkün. Aynı röportajda değinilen Boğaziçi Üniversitesi süreci ve “gitmemizi mi istiyorsunuz?” diye soran öğrenciler, bir ülkenin yakın tarihinin iç içe geçmiş imgelerini hatırlatıyor.

Bi’ Gidene Soralım” adlı podcast’te söylediğine göre Alabora’nın Galcede en sevdiği iki sözcük, “geçmiş” ve “aidiyet” sözcüklerinin karşılıkları. Biz de sürgün edilen karakteri oynayan sürgün edilen oyuncunun sürgün edilen sanatçının şarkısını söylemesini izlerken geçmişini geride bırakmanın, yeni bir aidiyet kurma mecburiyetinin ağırlığıyla yüzleşiyoruz. Yangında öldüğü söylenen bir karakter dönüyor. Yaklaşık 3500 km ötedeki bir ülkenin “ortak incinmelerden dolayı göçen insanlarını”, sönmeyen yangınını hatırlıyoruz. Kendine bol bol referans veren, döngüsel bir anlatı bu.

Muhabbetimiz daim olsun...

Benzer Yazılar
BREAKFAST AT TIFFANY'S (Blake Edwards, 1961).
daha fazla

Moda demokratik olabilir mi?

Lee Alexander McQueen’in intihar ettiği haberini okuduğumda günlerce yas tuttum. Modanın ne anlama geldiğini kavramamı, o dünyayı keşfetmemi…
Total
0
Share

vesaire sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et