İki şehrin arasında

Fotoğraf: Ozan Şafak.

“Ankara’nın en güzel yanı İstanbul’a dönmek” midir? Sanmıyorum. Peki, öyleyse bu aşkla, şarkılarla, siyasetle aşınmış yoldan bakınca, bu iki şehrin arasında sürekli tekrarlanan çekişmenin ardında ne var? Ankara’yı “gri”, İstanbul’u “kaotik” olmakla suçlayan dilin ötesine geçelim. Şehirler bize neden başka hissettirir? Bir şehri neden severiz? Neden ondan korkarız ya da neden terk etmek isteriz?

Öncelikle bu yazının bir şehir plancının elinden çıkmadığını belirtmek isterim. Osmanlı’nın kadim ve büyülü İstanbul’unun karşısında Cumhuriyet’in genç ve parlak Ankara’sı, tüm duyguların ötesinde, elbette teknik ve yapısal açıdan da bambaşka. Geniş caddeleri, sokak isimlerine kadar kafiyeli düzeni, yeni kurulan bir medeniyetin her temsilinin düşünüldüğü ayrıntılarıyla Ankara’nın ve yüzyılların üst üste binmiş hatırasını milyonlarca insanı sırtında taşıyarak yaşatmaya çalışan, yokuşlarından isyanlarına kadar her şeyiyle yamalı şehir İstanbul’un bize aynı hisleri yaşatması veya aynı fırsatları sunması pek mümkün değil.

İki yıl önce, üç kuşaktır doğma büyüme İstanbullu bir ailenin kızı olarak Ankara’ya taşındığımda, şehrin bize yavaşlama fırsatı verebileceği fikriyle tanıştım. Gün içinde birden fazla iş halledebilmeyi, durup soluklanabilmeyi, yalnızlıktan keyif alabilmeyi, uzun uzun düşünebilmeyi ilk defa keşfettiğim o sonbahar Kuğulu’dan Ulus’a defalarca yürüdüm. Her defasında İstanbul’da sadece yürüyebilmenin bile birkaç ayrıcalıklı semtin birkaç güzel caddesine bahşedilmiş olmasının ne büyük haksızlık olduğunu düşündüm. Evet, belki yürüdüğüm caddelerin hiçbiri estetik açıdan İstanbul’un sokakları kadar etkileyici değildi. Ama en azından yürüyebiliyordum. Yürüyebilecek vaktim, enerjim, motivasyonum, en önemlisi yolum vardı. Üstelik bu yalnızca şehrin planlanmasıyla açıklanabilecek bir şey değildi.

Altyapısızlık, trafik, pahalılık, kalabalık, kaynak yetersizliği gibi somut sebeplerin de ötesinde, ben İstanbul’un on binlerce yıllık tarihinin şehre verdiği bir “üstten bakış” olduğunu hissetmişimdir hep. Sanki onca muhteşem ve korkunç şeyi görüp geçirdiği için senin fani hayatının hiçbir şey ifade etmediğini sürekli hatırlatır gibi. Sanki bu şehirde zaten fazlalık olduğunu, yeterince kayda değer bir şeyler yapmayacaksan kalabalık etmemenin herkes için daha iyi olacağını sürekli kulağına fısıldar, hatta burada yaşamaya değer olup olmadığını test etmek için önüne sürekli engeller koyar gibi. Şehrin hızla değişen yaşantısına ayak uydurmak için koşmanı bekler, koşmazsan düşeceğini ve hatta ezileceğini söyler gibi.

Belki de bu yüzdendir, İstanbul’da aslolan mekandır, sokağı mekandan tarif edersiniz. Çünkü toplanmanın, buluşmanın ana öznesi de mekandır. Ankara’da ise aslolan sokaktır, mekanı sokaktan tarif edersiniz. Burada sosyalleşmenin özü insandır çünkü mekanın size verdikleri sınırlıdır. Bu yüzden, Ankara’da kurulan ilişkiler de İstanbul’dan farklıdır. Dışarıda binlerce mekan ve etkinlik olan İstanbul’da birini eve davet etmeye sadece şüphecilikle yaklaşılırken Ankara’da bu olağandır, hatta samimiyetin kurulma biçimidir. Dostlarla, sevgiliyle, tanıdıklarla beraber vakit geçirmek plan programla yapılan bir şey değil, günlük hayatın bir parçasıdır çünkü hem mümkündür hem de ihtiyaçtır. Şehrin sunmadıklarını ilişkilerden beklerken farklı toplulukların bir parçası olmayı, derin sohbetler kurmayı, samimiyeti, paylaşmayı bazen zorunluluktan da olsa öğrenirsiniz. Ancak yine bu yüzden İstanbul’un aksine Ankara tüketilebilirdir.

İstanbul’un daima hızlanmayı ve hırslanmayı tembihlediği çocuklarından biri olarak, Ankara’nın biraz duraksamama izin vermesi başta büyük bir huzur vermişti bana. Ta ki biraz duraksamanın rahatlığıyla tamamen durmaya başlayabilmenin tehlikesini keşfedene kadar. İstanbul’un burnu havada umursamazlığının haklı bir sebebi daha vardı: sunduğu fırsatlar. Çalışabileceğiniz işler, büyütebileceğiniz fikirler, keşfedebileceğiniz mekanlar, tanışabileceğiniz insanlar… Hızın ve hırsın getirdiği sonu gelmeyen olanaklar. Ankara’nın huzurunun ve samimiyetinin taşımakla pek de ilgilenmediği olanaklar.

İki yıldır neredeyse her ay bindiğim Ankara-İstanbul treninin bana verdiği yetkiye dayanarak, artık bir şehirde kalmak için orayı çok sevmenin yetmeyeceği düşüncesiyle barıştım. Ankara’nın dinginliğinin tam ortasında İstanbul’un canlılığını özleyiverdiğim, İstanbul’un trafiğinden bunaldığım anda Ankara’nın yürüme rotalarına sığınmak istediğim onlarca ânın sonunda, meselenin sevmek ya da sevmemekten fazlası olduğunu artık anladım. Ankara’da açılan yeni bir mekanı koşa koşa keşfetmeye gitmemin İstanbulluluğunu, İstanbul’da insanlarla samimiyetle ilişki kurma hevesimin Ankaralılığını çok sevdim. Herkese yaşadığı şehirden neyi almayı ve neyi bırakmayı seçebileceği bir hayat dilerim.

Size ihtiyacımız var. Buraya kadar geldiyseniz, hatırlatmak boynumuzun borcu. Türkiye gibi geleceği ziyadesiyle belirsiz bir ülkede, elimizden geldiğince nitelikli yayıncılık yapmanın imkanlarını araştırıyoruz. Güvenilirliğini küresel ölçekte yitirmiş medya alanında hâlâ iyi işler çıkarılabileceğini göstermek istiyoruz.

Bağımsız yayıncılığı desteklemeniz bizim için çok değerli. vesaire’nin dağıtımının sürekliliğinin sağlanmasında ve daha geniş kesimlere ulaşmasında okurlarımızın üstlendiği sorumluluk özel bir anlam taşıyor. vesaire’yi tek seferliğine veya düzenli desteklemek için patreon sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.

1 Yorum
  1. 23 yıldır İstanbul’da yaşayan bir Ankaralı olarak hislerim daha iyi anlatılamazdı. Ellerinize sağlık.
    Bir iki küçük not:
    Yıllar içinde yer etmiş iki deyiş var,
    Her başarılı İstanbullunun arkasında bir Ankaralı vardır.
    Bir mekana girdiğinizde Ankaralıyı duruşundan tanıtsınız.
    Aslında bunlarda kentin bizlere aşıladığı samimiyet, sakinlik, ve cumhuriyetin başkenti olmaktan gelen sorumluluk duygusu ve dürüstlükten kaynaklanır. İstanbul Bizanstır, onun kültürü üstüne kurulmuştur, Ankara ise Cumhuriyet.

Muhabbetimiz daim olsun...

Benzer Yazılar
daha fazla

Siyasi polemikten iptal kültürüne

Son yıllarda, özellikle sosyal medyanın hayatımızın öznesi haline gelişiyle “iptal kültürü”, “kensıllamak” ve “woke” kavramları sıkça kullanılır oldu.…
Henry Kissinger ve Vladimir Putin, 2016. Fotoğraf: Alexandra Mudrats, © ITAR-TASS.
daha fazla

Batı’nın Pravda’ları

1970’lerin başında bir Amerikalı ile bir Sovyet hangi toplumun daha özgür olduğunu tartışmaktadır. Amerikalı, birden “Biz en azından…
Total
0
Share