2002 Dünya Kupası’nda ilkokuldaydım. O kadar heyecanlıydı ki, dersler yapılmaz hep birlikte maçlar izlenirdi. 21 sene sonra o zamanki heyecanı hâlâ hatırlıyorum çünkü birlikteydik, beraber sevinip beraber üzüldüğümüz günlerdi. Tüm açmazlarını görmezden gelip, içi boş bir “AKP öncesi Türkiye” güzellemesi yapmak değil niyetim, ancak son 21 yılda kaybettiklerimizin altını çizmek olabilir.
İktidar bizden çok şey aldı götürdü. Şüphesiz 20 küsur yıl öncesine göre artık başka bir ülkeyiz. Çok şey kaybettik: En önemlilerinden biri de toplum olma vasfımızın aşındırılması. Aynı şeylere aynı anda sevinemeyen, dağınık bir “toplam” olduk. Kadın voleybol takımımız Avrupa Şampiyonu olarak hepimize uzun zamandır aradığımız kolektif mutluluğu yaşama fırsatı verirken bile beraber değildik: Birileri sevinirken, birileri fazlasıyla hüsrana uğradı. Nihayetinde uzunca bir süredir sabahtan akşama dek saldırdıkları bir takım şampiyon olmuştu, onlardan değildi, karşı taraftaydı.
Devletleşmiş bir partinin “bu ülke sadece bizim ve bizim gibilerin” naraları atmaya bayılan kitlesi milli takımın galibiyetinin ardından büyük bir hezeyan yaşadı. Mesele o kadar büyüdü ki milli takımı kutlayan bir tweet atan Erdoğan’a bile eleştiriler geldi. Görünen o ki, ötekileştirme ve düşmanlaştırma konusunda kendini ispatlamış fanatik kitle kendini artık aşmıştı.
Voleybol takımına yönelik saldırılar yeni değil. Bundan üç yıl önce ilahiyatçı İhsan Şenocak, “İslamın kızı! Sen oyun alanlarının değil, imanın, iffetin, ahlakın, hayanın, edebin sultanısın; sen ‘burnunu göstermekten utanan’ anaların evladısın” cümleleriyle kadın voleybol takımımızı hedef almıştı. Saldırılar bununla kalmadı. Tarikat yurtlarında yaşanan çocuk istismarlarına ya da cemaatlerinde altı yaşında evlendirilen kız çocuklarına yönelik saldırılara kulaklarını tıkayan gerici güruh, sporcuların şort giymelerinden tutun da cinsel yönelimlerine kadar üstlerine hiç vazife olmayan konuları didik didik etmekte beis görmediler. İktidardan aldıkları cesaretle sürekli el yükselttiler, hakaretlerine devam ettiler. Dertlerinin şort ya da cinsel yönelimden ziyade sahadaki kadınların duruşu olduğu çok açık. Her defasında altı çizilen Cumhuriyet vurgusu, iktidarın tüm saldırılarına karşı direnen ve kendi olmayı başarmış kadın profili, seküler kesimin sporculara sahip çıkışı gibi nedenler gerici bu güruhun saldırısının nedenleri arasında sayılabilir. İlerici görünen her hamle, Cumhuriyet’in neredeyse bütünüyle yok edilmiş değerlerinin yeniden görünür olduğu her an canlarını sıkıyor.
Kadın voleybol takımımızın galibiyeti sadece basit bir sportif başarı değil, politik mücadelenin de parçası sayılabilir. Düzen seviciler, siyaset ile hayat arasındaki tüm bağları koparmak isterler. Onlara göre sadece politik olan şeyler politiktir, siyaset kravatlıların profesyonel mesleğidir, hayatla politika arasındaki kapılar sıkıca kapalıdır. Peki, herhangi bir spor müsabakası politik bir mücadele olarak okunabilir mi? Bizim ülkemizde pekâlâ mümkün görünüyor. Çünkü sahada rakip takıma karşı verilen mücadelenin bir benzeri, saha dışında ülkemizi karanlığa teslim etmek isteyenlere karşı bir irade olarak kendini gösteriyor.
Evet, bu maç politiktir, sportif başarıdan ibaret değildir. 13 yaşındaki Şanlıurfalı hentbol oyuncusu, “Sen kızsın, şort giyemezsin, erkeklerin yanında oynayamazsın diyerek beni dışladılar. O zaman kendime bir söz verdim. ‘Köyümdeki kız çocuklarının kaderini değiştireceğim’ dedim,” diyen Merve Akpınar’a verilen bir sözün karşılığıdır. Gerici saldırılara rağmen kız çocuklarına sahip çıktığımızın bir kanıtıdır. Ebrar Karakurt’a yönelik saldırılar politiktir, arkasında bütün LGBTİ+ bireylere yönelik nefret ve son yıllardaki politik stratejisini bunun üzerine kurmuş bir iktidar ve ortakları vardır. Sporcuların kıyafetlerine dil uzatmak politiktir, arkasında tüm gerçekliğiyle duran ve ülkenin tamamını kuşatmaya çalışan siyasal İslam ve gerici saldırı vardır. Milli takımın galibiyetini paylaşan Yeşiller ve Sol Partisi milletvekilinin tweet’ine yönelik saldırılar politiktir, arkasında Kürt ve Türk halklarının hiçbir zeminde birleşmesini istemeyen, ayrışmadan beslenen düzenin parçalayıcı zihniyeti vardır. “Abdülhamid” üzerinden 20’li yaşlarının başlarındaki bir kadın voleybolcuya saldırmak politiktir, arkasında laikliğe yönelik saldırı ve Cumhuriyet düşmanı bir kitle vardır. Ebrar Karakurt ve Melissa Vargas’a maç sonunda TRT’deki röportajlarda yer vermemek politiktir, arkasında “burası benim kanalım ve benden olmayanlar burada konuşamaz” diyen iktidar ile devletin özdeşleştiği, tek parti ve tek adam hakimiyetinde bir siyasal sistem vardır.
Bazılarının sırf bu çürümüş düzen devam etsin diye kapatmaya çalıştıkları hayatla politika arasındaki kapıları açmak, bize acil çıkışı gösteriyor. Kapitalizmin spor alanındaki sömürüsünün gözler önüne serilmesi, spordaki sermaye egemenliğinin sona ermesi, bu alandaki sömürünün görünür kılınması ve son bulması esastır ama şampiyonluğumuzu kutlamaya engel değildir.
Voleybol maçlarındaki zaferler devrimci birer eylem oldukları için değil, beraber sevinmenin ve direnmenin önemli bir adımı olarak kıymetlidir. “Bu ülke bizim ve bu ülkeyi karanlığa teslim etmeyeceğiz” demenin yalnızca bir yoludur. Kof bir “yerli ve milli” toplamın karşısında omuz omuza durmanın, yurtsever bir hatta birleşmenin sıradan bir örneğidir.
Kalemine sağlık Dilara’cım.
Eline, emeğine sağlık