Hayırseverliğin dayanılmaz riyakârlığı

Angelina Jolie. Fotoğraf: Jack Redden, UNHCR.

Küçük bir gölette boğulmak üzere olan bir çocukla karşılaştığınızı ve etrafta ona yardım edebilecek tek kişi olduğunuzu hayal edin. Elbiseleriniz ve ayakkabılarınız mahvolacaksa da gölete atlayarak çocuğu kolayca kurtarabilirsiniz. Ama kurtarmazsanız çocuk ölür, öyleyse elbisenizin ve ayakkabılarınızın kirlenmesini göze alarak çocuğu kurtarmalısınız. Peki, etrafta bunu yapabilecek başkaları da olsaydı yanıtınız farklı olur muydu? Hayır. Çaresiz çocuğun doğrudan önünüzde olmaması bir değişiklik yaratır mıydı? Hayır. Öyleyse asıl soru şu: Çocuk boğulmuyorsa ancak bunun yerine açlık, susuzluk veya sağlık sorunları nedeniyle ölümcül bir tehlike altındaysa müdahale etmek konusunda daha mı az yükümlü olursunuz? Böyle bir durumdaki insanlara yardım etmenin tek yolu hayır kurumlarına para bağışlamak mıdır?

Hayır kurumlarına yapılan bağışlar, varlıklı kimseler için yalnızca çocuğu kurtarmak pahasına kirlenmesine göz yumulan kıyafetlerin ve ayakkabının işlevini görür. Ölüm bile bu basit denklemi daha derin kılmaz. Para bağışı, çocukların yoksulluk kaynaklı sebeplerle ölmelerinin altında yatan ekonomik ilişkilerin üstünü örttüğü gibi yardımlaşma için kolektif bir düzlem de yaratmaz. Öyleyse, herkes ancak kıyafetlerinin değeri kadar hayırsever olabilir.

Hayırseverliğin sunumu, potansiyel hayırsever ile önlenebilir kötülüğün potansiyel kurbanı arasındaki ilişkiyi gösterir. Nitekim, analojinin bu kısmı bile tek başına aldatıcıdır çünkü alışverişi birikime sahip bir kişi ile kurtarılmaya muhtaç bir kişi arasında konumlandırır. Gerçekte ise potansiyel hayırsever potansiyel kurbanı kurtarmak için yalnızca başkalarına ödeme yapma gücüne sahiptir. Para bağışlamak, hayırseverin ihtiyacı olan bir kişiyi kurtarmasının birincil yolu hâline gelir ve para transferi olmadan kimse kurtulamaz.

Boğulmakta olan yabancı benzetmesi bu nedenle birçok farklı rolü ele alır. Çaresiz çocuk, sermayenin demokratik olmayan bir şekilde ürettiği ya da sahip olduğu ve dağıtımını belirlediği bazı yaşamsal ihtiyaçlara (yiyecek, temiz su, tıbbi tedavi vs.) gereksinim duyar. Sermaye ise boğulan herhangi bir yabancıyı en az üç şekilde ihmal eder.

Birincisi, sermaye aslında tehlikedeki yabancının ihtiyacı olana sahiptir. Çoğu birey genellikle sadece kendileri ve aileleri için ihtiyaçları elinde bulundururken, sermaye birikimi mantığına bağlı kurumlar ve bireyler, diğer bireylerin hayatta kalabilmek için satın almaları gereken tüm ihtiyaçlara topluca sahiptir. Böyle bir düzenlemenin sakıncalı sonuçlara yol açması pek de şaşırtıcı değildir. Sermaye, yeterli ödeme almadığı sürece boğulmakta olan yabancının ölmesine izin verir. Biz ne yaparsak yapalım, sermayenin konumu aynı kalır: Boğulmakta olan yabancının hayatı, yaşamsal zorunlulukların maliyetine değmez. Dahası, sermayenin kurtarmaya katılımı her zaman ondan kâr etme olasılığıyla ilişkilidir.

İkincisi, “boğulan yabancıları” sermaye kendisi yaratır. Şirketlerin satın alma gücü olmayanlardan kâr edememesi, bu kadar yoksul insanın kendilerini kurtarmak için “fedakârlara” ihtiyaç duymasının asıl nedenidir. Yoksulluk içinde yaşayan insanlar topluma önemli şekillerde katkıda bulunma potansiyeline sahip olmalarına rağmen, işletmelerin veya neoliberal devletlerin onlara bunu yapmak için ödeme yapması çoğu zaman kârlı bulunmaz. Dahası, sermayenin ihtiyaçları metalaştırılması kaynakların nasıl tahsis edildiğini belirleyerek nüfusun kendi kendine yeterliliğini doğrudan zayıflatır. Sermayenin metalaştırma konusundaki ısrarından doğan dinamikler milyarlarca insanı boğulmakta olan yabancılara dönüştüren ve her şeyden önce çoğalan hayır kurumlarına ihtiyaç duyulmasını gerektiren şeydir.

Son olarak tüm bunlar sermaye sahibi olmayan endişeli bir kişinin duruma etki edebilme kabiliyetini sınırlar ve yardıma ihtiyaç duyan kimselere yardım edebilme potansiyelini yalnızca kapitalistlere özgü kılar. Para yardımının, başkalarına vicdani bir yükümlülükle yardım etme isteğinin yegâne yolu hâline getirilmesi açık bir kötülüktür. Hayırseverlik son derece etkili olsa bile (ki öyle değil) mütevazı bir miktar para ile başka bir insan yaşamı arasında seçim yapmak bir seçenek ya da daha da kötüsü, bir yüce gönüllülük göstergesi olamaz. Ancak kapitalistlerin kurduğu düzen doğrultusunda dünyanın karşı karşıya geldiği durum tam olarak bundan ibarettir.

Hayırseverlere bakılırsa, sorun kapitalizmin milyarlarca insanı yoksulluk içinde bırakması ve yüz milyonlarca insanın yaşamsal ihtiyaçlar olan gıda, su, barınak ve temel tıbbi bakıma muhtaç hâle getirilmesi değildir. Sorun, görece varlıklı bireylerin bu asgari ihtiyaçları, ihtiyacı olan yüz milyonlarca kişi için satın almaya yetişemiyor olmasıdır. O halde çözüm de paranın ne satın alabileceği konusunda farkındalık yaratmak ve bir “verme kültürü” oluşturmaktır. Ancak bu sözde çözüm bireysel eleştirilerin ve çabaların bir adım ötesine gidebilme potansiyeline sahip değildir. Dünyadaki yoksulluğun kişisel harcamaların yeniden düzenlenmesiyle çözülemeyeceği açıktır. Üstelik kapitalist düzende hayatta kalması gerekenler de bu yeniden düzenlemelere sıcak bakmaya meyilli olmayacaktır.

Bu yüzden bireysel tüketicilerin milyonlarca insanın temel yaşamını nasıl garanti edebileceğini sormaktansa, sefaleti ve açlığı bizzat yaratan ve ancak kârlıysa durduran ekonomik sistemi sorgulamalıyız. Yalnızca bireyselleştirilmiş bir “verme kültürü” yaratmaktansa, kapitalizmin kurumsallaşmış tüketimine ve araçlarına meydan okumalıyız. Hayırseverliğin yalnızca nakitle olabileceğini savunan anlayışa karşı toplumsal dayanışmayı örmeliyiz çünkü ancak o zaman insani bir gerekliliğin vicdani çözümünü üretmek için gerçekten harekete geçebilmiş oluruz.


Kaynak: Mathew Snow. “Against Charity”, Jacobin.

Muhabbetimiz daim olsun...

Benzer Yazılar
Henry Kissinger ve Vladimir Putin, 2016. Fotoğraf: Alexandra Mudrats, © ITAR-TASS.
daha fazla

Batı’nın Pravda’ları

1970’lerin başında bir Amerikalı ile bir Sovyet hangi toplumun daha özgür olduğunu tartışmaktadır. Amerikalı, birden “Biz en azından…
YETENEKLİ BAY RIPLEY (Anthony Minghella, 1999).
daha fazla

Bay Ripley yaşıyor

Patricia Highsmith (1921-1995), çekici sosyopat Tom Ripley’nin başrolde olduğu psikolojik gerilim romanı Yetenekli Bay Ripley’i 30 Kasım 1955’te…
Total
0
Share