Harvey Weinstein hikâyesi ortaya çıktığında, küçük bir kız çocuğuyken annemin söylediği bir şeyi hatırladım. Özgür bir kadın olmak için finansal açıdan bağımsız olman gerekiyor demişti. Haksız değildi. Üniversitede iktisat okuduktan sonra New York’a gittim ve yatırım bankacısı oldum. Doğrusunu isterseniz, paranın satın alabileceği özgürlüğü istiyordum.
Goldman Sachs’ta analiz uzmanı olarak çalıştığım sırada düşüncelerim birdenbire değişti. Dünya, uzun zaman önce zaten ücretsiz olan olanaklar (yemek, su, barınak) karşılığında benden saatlerimi satmamı istiyorsa, en azından beni heyecanlandıracak bir şeyler yapmaya karar verdim. Bunun ayrıcalıklı bir konum olduğunu kabul ediyorum, ama genç bir kadın olarak aldığım karar buydu.
Oyunculuğu ve film yapımını üniversitedeyken keşfetmiştim, bu işlerin içine dalmak için zaman harcadıkça dönüştüğüm kişiyi daha çok sevdim. Dersleri can kulağıyla dinledim. O zamanlar daha empatik ve yaratıcıydım. Bunlar kültürel olarak artık pek revaçta olmayan nitelikler. Kültürümüz, yaptıklarının kimi mağdur edebileceğini pek düşünmeden kazanç elde edebilecek “ileri görüşlü” anlatıcıları seviyor. Etkilenenler de genellikle yoksullar, beyaz olmayanlar ve kadınlar oluyor. Oyunculuk da bana soylu bir uğraş, hatta az da olsa bir direniş biçimi gibi gelmişti.
Hollywood elbette bu tür bir idealizm için sert bir uyanış olmuştu. Çok geçmeden şehrin büyük bir bölümünün, genç kadınların karanlık işlerde kullanılmasına ya da pazarlanmasına ortam sağladığını fark ettim. Ekonomik ve sanatsal güce sahip hikâye anlatıcıları da genelde heteroseksüel beyaz adamlardı. 2017 itibarıyla, Amerikan Yönetmenler Birliği’nin yalnızca yüzde 23’ü kadın ve bu kadınların sadece yüzde 11’i beyaz değil.
Heteroseksüel beyaz adamlar hikâyeleri kendi bakış açılarından anlatmaya meyillidirler, bu da kadınlara genelde yer verilmediği anlamına gelir. İsme bile ihtiyaç duymazlar. Bikinili Bebek 2 ve Sarışın 4 seçmelerine girdiğim filmler arasındaydı. Kadın karakterler bir isme sahip olacak kadar şanslıysa, genellikle başroldeki erkeğin monoloğuna pas atacak sorular sormak ya da olay örgüsünün ilerlemesi için çabucak öldürülmek üzere tasarlanmıştır.
Bir keresinde, bir korku filminin seçmelerine katılmıştım. Sırada beklerken aynadaki yansımamı görüp bir seks objesi gibi giyindiğimi fark ettiğimi hatırlıyorum. “Hemşire” rolü için seçmelere katılan, sıradaki her kadın böyleydi. Hepimiz, eğer rolü alırsak sanatımızı, hayal gücümüzü değil, arzulananı, yani vücudumuzu kullanmamız gerektiğini bir dereceye kadar kabullenmiştik.

Heteroseksüel, beyaz bir aktivistin öylesine bir buluşmada “Bizim cinsimiz ve ırkımız bütün güce sahip. Yani bir kadınla seks yapmak istediğinizde sormalı ve rızasını almalısınız. Eğer bu kadın beyaz değilse, hem cinsiyeti hem de ırkı nedeniyle ezilir o yüzden de ikinci kez sormanız gerekir,” dediğini hatırlıyorum. Bu karşılaştırmadaki gerçekçilik gülünç derece indirgemeciydi ama yine de ayrıcalıkların görünmez gücünü aşmanın ne kadar zor olduğunu ifade etmeye çalıştığı için minnettarım. Kadınların kendilerinden şüphe etmelerini ve erkeklerin onayına göre kendilerini değerlendirmelerini öğreten bir kültürde bazen “hayır” diyebilmelerinin neden zor olabileceğini diğer genç adamlara anlatmaya çalışıyordu.
Bu süreci Hollywood’daki iktidar oyunları üzerinde düşünerek atlattım. Seçmelere katılmak büyük ölçüde erkeklerin onayını almaya çalışmaksa, anlatılan hikâyeler de politik veya ahlaki açıdan hemfikir olmadığım anlatılarsa Hollywood’da ayakta kalmak için bizzat hikâye anlatıcısı olmaktan başka çarem yoktu. Bu, söylemesi kolay ama yapması zor bir şey. Seçmelere katılmayı bıraktım. Gündüzleri çalışıp, geceleri ve hafta sonları şehir merkezindeki halk kütüphanesinde senaryo yazımı üzerine kitaplar okumaya başladım. Bunu yıllarca yaptım. Sonunda da iki filmin senaristlerinden biri aynı zamanda da oyuncusuydum ve ne kadar şanslıyım ki ikisi de 2011’de Sundance programında yer aldılar.
Sizi bu kısa tarih yolculuğuna çıkardım çünkü bence şunu anlamak önemli: Harvey Weinstein 2014’te benimle bir toplantı talep ettiğinde (film endüstrisi beni taze et yerine koyarken) bir şekilde bunu benden önce yaşayanlardan farklı bir konumdaydım.
Ben de, belki de hayatımı iyi yönde değişebileceğini düşünerek o toplantıya gittim. Ben de, onunla otelin barında görüşmek istedim. Ben de çok meşgul bir adam olduğu için toplantının Weinstein’ın suitine taşındığını söyleyen ve genç bir kadın olan asistanıyla görüştüm. Ben de kendimi koruma ihtiyacı hissettim ama yanımda benim yaşlarımda bir kadın olması beni rahatlattı. Ben de kadın odadan çıkıp bizi yalnız bıraktığında midemin derinliklerinde bir korku hissettim. Bana da masaj, şampanya ve çilek isteyip istemediğim soruldu. Ben de birlikte duş almamızı teklif ettiğinde korkudan donmuş bir şekilde o koltukta oturdum. Ne yapabilirdim? Beni mahvedebilecek bu adamı, bu kodamanı rahatsız etmemek için ne yapabilirdim?
Bu toplantının gitmesini istediği tek bir yön olduğu çok açıktı. Harap olan sinirlerimi, titreyen ellerimi, boğazıma düğümlenen sesimi, kendimi toplarlayabildim ve odadan çıktım.
Sonra otel odamda yalnız başıma oturup ağladım. Ağladım, çünkü çok iyi bilmeme rağmen o asansörle yukarı çıktım. Ağladım, çünkü omuzlarıma dokunmasına izin verdim. Ağladım, çünkü hayatımın başka bir anında, başka koşullar altında terk edememiştim.
Rıza iktidarın bir işlevidir. Rıza göstermek için o güce az da olsa sahip olmanız gerekir.
Artık pek çok kadın Harvey Weinstein tarafından taciz edildiklerine dair hikâyelerini anlatmaya başlamıştı. Bana kalırsa, o gün Weinstein’ın odasından çıkıp gidebildim, çünkü oraya oyuncu olarak gitmiştim ama aynı zamanda bir yazardım. İçimdeki bu iki kişiden ayağa kalkıp odadan çıkan, yazar olandı. Çünkü o yazar, bu çok güçlü adam ona filmlerinden hiçbirinde bir iş vermese de hatta onu diğer filmler için kara listeye alsa da kendi işini yapabileceğini ve böylece başının üzerinde bir çatı tutabileceğini biliyordu.
Bu hikâyeyi anlatıyorum, çünkü bu cesur itirafları çevreleyen sıcak ortamda rıza ekonomisini düşünmek önemlidir. Harvey Weinstein, bu aktrislere hayatlarını sürdürecek ve ailelerini geçindirecek kariyeri verebilecek bir “eşik bekçisi” idi. Ayrıca onlara ataerkil bir dünya içinde bir miktar güç ve ses kazandırmanın birkaç yolundan birisi olan şöhreti de verebilirdi. Bunu biliyorlardı. Harvey Weinstein da biliyordu. Weinstein bu kadınların onu aşağılamaları durumunda bir daha asla iş bulamamalarını da sağlayabilirdi. Bu sadece sanatsal ya da duygusal bir sürgün değil aynı zamanda ekonomik bir sürgündü.
Bu güç dengesizliğinin nereden geldiğini aklımızda tutmak da önemli. ABD’de kadınların kendi isimleriyle kredi kartı çıkarabilmelerine sadece 43 yıl önce izin verildi. Erkekler ise 20 yıl önce başlamıştı. (Kredi kartı 1950’de icat edildi.) 1960’lı yıllarda bir kadın, kredi başvurusu yapmak istediğinde yanında bir erkekle gitmek zorundaydı. Kadınlara finansal özerklik verilmemesi çarpıcıydı. Bu, elbette, kadınların bedensel özerkliğe sahip olmamalarıyla da yakından ilişkiliydi. 1970’lere kadar ABD’deki erkekler eşlerini dövebiliyor, eşlerinin rızası olmadan onlarla seks yapabiliyorlardı.
Bence, hepsi şu şekilde özetlenebilir: Tüm dünyada (ve her sektörde) otel odalarında ve toplantı salonlarında olanlarda, istihdam isteyen veya istihdam etmeye çalışan kadınlarla, verme ve alma gücüne sahip erkekler arasında “rıza” gibi sözcüklerin karmaşıklığının tam olarak yakalanamadığı gri bir alan var. Çünkü rıza, iktidarın bir işlevidir. Rıza göstermek için o güce az da olsa sahip olmanız gerekir. Çoğu durumda kadınlar bu güce sahip değillerdir çünkü geçim kaynakları tehlikededir ve kadınsı olan (kadın veya kadın gibi davranan, giyinen, düşünen veya hisseden) her şeye karşı yürütülen günlük, görünmez bir savaşla ezilen cinsiyete mensuplardır.
Bu insanların ne kadar incindikleriyle ilgili konuşmaya başlamaları çok cesurca, bir o kadar da zor. Çünkü bu size hissettirilen utanç bataklığından yeniden geçmek demek. Hepsi ilham verici. Cesaretlerinin yolumuza rehberlik etmesine izin vermeliyiz, bu da ekonomik eşitsizliklerin tecavüz kültüründe sıklıkla oynadığı rol hakkında daha geniş bir iletişime başlamak anlamına geliyor.
Erkekler dünyadaki zenginliğin çoğunu ellerinde tutuyor. Oxfam’a göre, aslında sadece sekiz erkek, 3.6 milyar daha yoksul insanın sahip olduğu toplam servete sahip ve bu insanların büyük çoğunluğu da kadın. Yani cinsiyete göre bakıldığında kadınlar daha yoksul. Bu, cinsel taciz ve istismarın durdurulması için ücret eşitsizliğiyle savaşmak anlamına geliyor. Aynı zamanda, iktidar sahibi kadın ve erkeklerin işleri tersine çevirerek daha fazla kadını, özellikle de beyaz olmayan veya ekonomik ayrıcalıklara sahip olmadan büyüyen kadınları işe almaları gerektiğini gösteriyor.
Bir diğer önemli adım, hepimiz için farklı hikâyeler anlatmaya ve dinlemeye başlamamız. Cinsel istismar ve tacizin yaygın olduğu bir kültürün parçası olmak istemiyorsanız, bunu teşvik eden bir filme bilet almayın. Ben de herkes kadar suçluyum, bazen dikkatinizi dağıtacak bir filme dalmak güzeldir ama belki de kadın bedenini istismar etmeyen ya da kadın bedenine şiddeti satış için kullanmayan filmler hayal etmenin zamanı gelmiştir. Cinsiyet ve ırk eşitliğinin olduğu filmler, aslında içinde yaşadığımız dünyayı daha iyi yansıtıyor. Bunlar yaratıcı biri olarak kendime koyduğum hedefler ve istediklerimle başardıklarım arasındaki mesafeyi asla kapayamadım.
İktidar sahibi bir adamın taciz veya istismarı sırasında sizi o odada, o koltukta tutan şey kendiniz için başka bir son görmüş olmanızdır. Okuduğunuz romanlarda, izlediğiniz filmlerde, doğduğunuzdan itibaren anlatılan hikâyelerde kadınlar sık sık felaketlerle karşılıyorlar. Şu andaki gerçek tehlike, Cosby, Ailes, O’Reilly ve Harvey Weinstein ile ilgili iddiaları, dramatik güç dengesizliklerine izin veren bir kültürden ayırmamızdır. Suç sadece kötü adamların ya da kirli endüstrinin değil. Suç, hepimizin bir parçası olduğu insanlık dışı ekonomik düzenin. Üretici ve tüketici, hikâye yazarı ve dinleyici olarak, insan olarak. Kabullenmesi zor bir gerçek. Ancak bu rahatsızlık, belki de bizim özgürce rıza gösterebileceğimiz daha insancıl bir dünyaya doğru ilerlemek için gerekli olan şeydir.
- Oyuncu, senaryo yazarı ve yapımcı Brit Marling’in The Atlantic’te yayımlanan bu yazısı Selin Pervan tarafından kısaltılarak çevrilmiştir.