Facebook gözlük taktığımı biliyor. Yani neye benzediğimi kesinlikle biliyor ve fotoğraflarda beni kolayca ayırt edebiliyor. Geçen yaz kampa gittiğimden gayet emin (gittim). Bir apartman dairesinde yaşadığımı, piyango bana çıkarsa dairemi 1950’lerin pahalı mobilyalarıyla dolduracağımı biliyor. Üstelik Facebook internet üzerindeki tek yakın dostum değil. Google, size geçen ay nerelere gittiğimi söyleyebilir. Hangi filmleri izlemeyi düşündüğümü biliyor. Ayrıca bağışıklığımın ne durumda olduğunu doğru tahmin edebilir.
Bu şirketler beni çok iyi tanıyor, çünkü tüm bu verileri öyle veya böyle kendi isteğimle onlara ben teslim ettim. Tüm verileri Facebook’ta profilimi güncelleyerek veya fotoğraf yükleyerek, Google’da aramalar yaparak sundum. Ama hep merak ettim. Acaba bu arkadaş canlısı iki internet devinden hangisi beni daha çok tanıyor?
Facebook size ait verilerin büyük çoğunluğunu reklam için kullanıyor, ben de büyük veri hasadı macerama buradan başladım. Şirketin halihazırda hakkınızda ne bildiğini (veya ne bildiğini düşündüğünü) anlamanın en kolay yolu reklam ayarlarınızı gözden geçirmek. Facebook, ne tür bir kredi kartı kullandığınızdan işe gidip gitmediğinize veya büyüdüğünüz yerden ne kadar uzakta oturduğunuza kadar farklı bilgileri içeren 98 veri noktasından oluşan geniş bir listeyi kullandığını söylüyor. Bu bilgilerin çoğunu Facebook’a verdiğinizi muhtemelen fark etmemişsinizdir. Aramızda beğendiği her sayfayı veya katıldığı her grubu hatırlayabilen var mı?
Facebook’un seçmek konusunda ne kadar iyi olduğunu hep unutuyorum. Facebook tercihlerinizi “hobiler ve faaliyetler”, “aile ve ilişkiler”, “yaşam tarzı ve kültür” gibi kategorilere bölüyor. Bazı başlıklar benim için anlam ifade ediyor: Emojiler, kadın hakları, doğa yürüyüşü. Bazıları, eh, biraz daha az: Doğal seçilim, benzin, Bernie Madoff. Sonuncusuyla Facebook’un bana ne satmak istediğini bilmiyorum. Yine de, hakkımda bildiği yanıldığına yetmiyor. Kumral değilim. Lüks arabalara ilgi duymuyorum. “Erkeklik” başlığını eğitim kategorisinin altında gördüğümde gerçekten afalladım. Bir apartman sakiniyim, sol eğilimliyim, iPhone kullanıyorum, mart ayı doğumlu bir gazeteciyim, Twitter’da epey zaman geçiriyorum.
Öte yandan Facebook algoritmasının şeyleri olduğu gibi (düz anlamıyla) anlamaya bir eğilimi var. Bir uçağın kanadının fotoğrafı benim “kanat uzunluğu”na (wingtip) olan ilgimi gösteriyor, ama bu başlığın örnek reklamlarına tıkladığımda Facebook’un bana gösterecek hiçbir şeyi yok. Muhtemelen erkek modellerinden ilhamla tasarlanmış “wingtip” ayakkabıların reklamıyla ilgilenmiştim, havacılıkla değil. Bunu nasıl yorumlayacağımı bilmiyorum. Facebook “wingtip” ayakkabıları sevdiğimi biliyor, ama “wingtip” ayakkabının ne olduğunu bilmiyor. Facebook beni iyi tanıyor mu, tanımıyor mu?
Google’ın sizi ne kadar izlediğini anlamak ise biraz daha kolay. Şirketin “Hesabım” başlıklı, aradığınız, dinlediğiniz veya izlediğiniz her şeyi görebileceğiniz kullanışlı bir kontrol paneli var. Mesela aşırı sağcı YouTuber Baked Alaska’nın, Twitter hesabı kapatıldıktan sonra In-N-Out Burger otoparkında yaptığı canlı yayını izlediğimi biliyor. Bir dostumun kız arkadaşının “standup” gösterilerini paylaştığı birkaç YouTube videosunu izlediğimi de biliyor. Eğer Chrome kullanıyorsanız (ben kullanıyorum) herhangi bir günde ziyaret ettiğiniz tüm web sitelerini görebilirsiniz. Eğer Gmail kullanıyorsanız (hadi canım!), gelen kutunuz için de aynısı geçerli.
Google’da reklam tercihlerinizi de görebilirsiniz, gerçi tercihleriniz Facebook’taki kadar ayrıntılı değil. Bunları, Google’ın “beğendiğiniz konular” ve “beğenmediğiniz konular” listelerinin bulunduğu “Reklam Ayarları” başlığı altında bulabilirsiniz (Google bu konuların bir kısmını YouTube’da izlediğiniz videolardan ediniyor). Benim listem “pop müzik”, “televizyon dizileri” ve “haberler” gibi başlıkları içeriyor. “Country müzik” başlığını “beğenmediğiniz konular” listesine taşıdım, birkaç Taylor Swift videosuyla country müzik hayranı olacak değilim. Google listeleri hangi videolarla ilgileneceğimi daha genel bir kavrayışla okuyor, Facebook’un karakter özelliklerimden hareketle oluşturduğu tuhaf ve karmaşık yapboza pek benzemiyor.
Ancak Google’ın parıldadığı asıl yer konumlar. Google’ın hakkımda bildiği en ayrıntılı ve muhtemelen en işlevsel bilgiler Google Haritalar’dan geliyor. “Etkinliğim” paneli etkinliklerinizi tarihe göre bölüyor, yani herhangi bir günü seçerek o gün gittiğim yerleri görebilirsiniz. Elbette bunlar yalnızca yol tarifleri, yani yol tarifi aldığım her yere gittiğim anlamına gelmiyor. Ama birçoğuna gerçekten gittim. Gerçekten bunları yaptığımı tam hatırlamıyorum, telefonumda konum servisleri kapalı, yani Google gittiğim her yerin kaydını tutmuyor. Eğer izin verirseniz, elbette tutabilir. Dahası, tutmayı muhtemelen çok ister (Google’ın telefonunuzda kayıtlı kişilere ve takviminize erişebilen cihaz kaydı ve ses kaydı tutma özelliklerini de kullanmıyorum. Bu özellikler, Google Home uygulamasını veya bir Android telefon kullansam muhtemelen daha önemli hâle gelecekti).
Reklam tercihlerinizi kontrol ettikten sonra Facebook’un grafik arama özelliğini kullanarak “[ad] tarafından ziyaret edilen yerler” veya “[ad]’ın katıldığı etkinlikler” gibi aramalar da yapabilirsiniz (Ben, tüm bilgileri tek sayfada sıralayan ve ücretsiz olan Stalkscan’i kullandım). Haritalar sayesinde Google’ın nerede olduğumu bilmek konusunda Facebook’u geride bırakacağını düşünürdüm. Ancak yer bildirimleri (check-in) ve konum etiketleri (geotag) üzerinden bugüne kadar ziyaret ettiğiniz yerlere bakarken, her tatilinizde Facebook’un nerede olduğunuzu bilmesine belki de izin vermemeniz gerektiğini anlamaya başlıyorsunuz. Bugüne dek katıldığınız veya Facebook’ta katıldığınızı söylediğiniz etkinlikler listesinin yıllar öncesine kadar gittiğini görmek de endişe verici bir hâl alıyor. Facebook’a nerede olduğumu, kiminle olduğumu, tam olarak ne zaman orada olduğumu ben söyledim. Henüz lisedeyken ebeveynlerinizin bilmek istediği her şey var, sadece bunları anne babanızla paylaşmak yerine dev bir şirketle paylaştınız.
Peki, bu platformlardan hangisi “beni” daha iyi tanıyor? Elde edebildiğim bilgileri ayrıştırdıktan sonra Facebook’un daha iyi bir gözetleme kuruluşu olduğuna karar verdim. En azından bizzat benim için. Facebook, bulunduğum yerler, “beğendiğim” şeyler, önce internette sonrasında gerçek hayatta etkileşime geçtiğim insanlar konularında çok fazla bilgiye sahip. Google bugüne dek sorduğum en aptalca soruları bilebilir. Ama hayatımın son on yılında gittiğim yerleri, buluştuğum insanları, o gün hangi renk tişört giydiğimi gerçeğe uygun olarak kaydedebilen Facebook. Facebook’un hakkımda bildikleri hem aşırı özel hem de genel anlamda doğru, çünkü hakkımda bilmek istediği her şeyi Facebook’a ben söyledim. Çoğu bilgiyi de henüz gençken, veri paylaşımının tehlikeleri konusunda yeterince ihtiyatlı değilken verdim.
ABI Research şirketinin araştırma direktörü David McQueen, tercihimi onaylayarak “Google daha bağlamsal kalırken, Facebook’un biraz daha kapsayıcı olduğunu söylenebilir,” diyor. “Facebook bireyi evrenin merkezine yerleştiyor, sen de destekliyorsun. Bir şeyleri arkadaşlarınla paylaşıyorsun, Facebook da bu bilgiyi başka amaçlarla kullanma becerisine sahip oluyor.” Bu, Google’ın da hakkımda bir ton bilgiye sahip olmadığı anlamına gelmiyor elbette. Hatta Google Facebook’a göre daha mahrem ve utanç verici şeyleri biliyor. Amazon, Apple, Microsoft ve Snapchat arasından üçüncülüğü kimin elde edeceği tartışması ise gün boyu sürebilir.
Aslına bakarsanız Facebook ve Google beni iş arkadaşlarımdan, hatta bazı dostlarımdan muhtemelen daha iyi tanıyor. Böyle düşündüğünüzde kulağa acayip geliyor. Bu, aynı zamanda hem Google’ın hem de Facebook’un ücretsiz kalmasına olanak sağlıyor: Sosyal paylaşım ve arama motoru becerileri karşılığında hakkımdaki tüm verileri paylaşıyorum. Biraz da sinir bozucu. Facebook ve Google’ın hakkımda tam olarak hangi bilgileri topladığını ve depoladığını bütünüyle öğrenmek zor. David McQueen, “Bu konuda bilgi edinmenizi zorlaştırıyorlar, çünkü bu verileri ürünlerini size pazarlamaya çalışan şirketlere satabiliyorlar,” diyor.
Facebook veya Google’ın tuhaf çalışanlarının beni gözetlemesinden endişelenmiyorum. Hakımdaki verilerin büyük çoğunluğu, bir yazılım aracılığıyla bana özel reklamlar üretebilmek için işleniyor. Facebook, reklam verenlerle paylaşılan tüm verilerin anonimleştirildiği güvencesini sunuyor: “Bize izin vermediğiniz sürece, kimliğinizi belli eden bilgileri (adınız veya e-posta adresiniz gibi, sizinle iletişime geçmek için tek başına da kullanılabilecek ya da kim olduğunuzu belli eden bilgiler) reklam, ölçüm ve analiz ortaklarıyla paylaşmayız.” Google da “kişisel bilgilerinizi reklam verenlere satmadığını” vurguluyor. En barizinden en mahremine kadar hakkımdaki bunca veriyi düşünmekten daha korkutucu olan, o da tüm verilerin ayrıntılı profillerimi oluşturmuş bu devasa şirketler tarafından depolanması, tüketici olarak da hukuki haklarımın sınırlı olması. Bir güvenlik felaketi yaşandığında ne olacak?
Economist dergisi, 2017’de en değerli kaynağın petrol değil, kişisel veriler olduğunu yazdı. Yazılımcı Maciej Ceglowski kişisel veriyi nükleer atıkla karşılaştırdı. “Mevcut gözetleme ve kalıcı depolama modeli savunulamaz,” diye yazdı. “Bunu sürdürürsek hepimizin kendine ait bir nükleer felaketi olacak. Yaygın teknoloji karşıtlığını ateşlendirecek, büyük ses getirecek türden bir yıkım.”
Ceglowski, çözüm olarak şirketlerin topladıkları verileri sınırlandırmayı ve davranışsal verileri doksan günde bir silmelerini öneriyor. Bu, Facebook ve Google’ı tamamen işlevsizleştirmez hatta bizi felaketlerden de koruyabilir. Yine de depolanmış kişisel bilgiler talep edildiğinde vatandaşlarla paylaşılmasını yazılım şirketlerine zorunlu kılan Avrupa Komisyonu’na ait kişisel verileri koruma yasalarının ABD tarafından da benimsenebileceğini eklemek istiyorum. En azından kimin beni daha iyi tanıdığını daha kolay bulabilirim.
*Bu yazı, Cüneyt Bender tarafından Madison Malone Kircher’ın New York Magazine’de yayımlanan makalesinden kısaltılarak çevrilmiştir.
1 comment