4-19 Nisan tarihleri arasında gerçekleştirilecek 34. İstanbul Film Festivali‘nin programı açıklandı. Programa göz attıktan sonra öne çıktığını düşündüğüm 19 filmlerden bir liste oluşturdum. Her birini izlemek için ayrı ayrı öznel nedenler bulduğum “Türkiye Sineması 2014-2015” kategorisindeki filmlere yer vermedim, onlara ayrıca bakmanızı öneririm. Festivalin bölümlerine göre seçtiğim filmler ise şöyle:
ULUSLARARASI YARIŞMA
Gerçeklik (Reality, Réalité): !f 2011’de gösterilen Rubber izlemesi zor ama zekice yazılmış anlar ve kurnaz atıflar içeren bir filmdi. “Temiz, zekice kurgulanmış ve karmaşık” olarak nitelediği Gerçeklik‘te ise Quentin Dupieux, çekmek istediği filme bir yapımcının desteğini alabilmek için onun isteği doğrultusunda “Oscarlık bir acıyla inleme sesi” arayan bir yönetmen adayının hikâyesini anlatıyor.
Hasret (Yearning): Pazar: Bir Ticaret Masalı‘yla tanıdığımız Ben Hopkins, Türkiye’yle bağını koparmamakta kararlı gibi görünüyor. Bu sefer de bir İstanbul filmi ile karşımızda, ama şehir filmlerinin kartpostal görünümüyle ilgilenmiyor: Hasret, “uçsuz bucaksız bir konu”yla, İstanbul’un karanlık tarafları, geçmişi, sırları, hayaletleriyle ilgili.
ÖZEL GÖSTERİM: UFAK HAKİKATLER
Müjdeler Var Yurdumun Toprağına Taşına, Erdi Sinemam 100 Şeref Yaşına!: 2014, Türk Sineması’nın 100. yılı olarak kutlandı. Bunun nedeni sinemanın tarihinin 1914’te Fuat Uzkınay’ın çektiği Ayestefanos’taki Rum Abidesinin Yıkılışı filmiyle başlatılmasıydı. Peki bu film hangi koşullar altında çekilmişti? Neden günümüze ulaşmamıştı? Gerçekten böyle bir film var mıydı? Bu kısa filmde bütün bu soruların cevabını arayan Melik Saraçoğlu ve Hakkı Kurtuluş, bir önceki filmleri Gözümün Nuru‘nun eğlenceli üslubunu sivri dil ve bol bol yakın siyasi tarih göndermesiyle birleştiriyor. Eğer İstanbul Film Festivali’nde tek bir filme gidecekseniz, o film bu olsun.
AKBANK GALALARI
While We’re Young: The Squid and the Whale ve Frances Ha gibi “kalbe dokunan” usta işi filmlerin yaratıcısı Noah Baumbach’in son filmi. Ben Stiller ve Naomi Watts, genç bir çiftle (Adam Driver ve Amanda Seyfried) tanışmalarının ardından önce onlar gibi davranmaya başlayan, sonra onların aslında göründükleri gibi olmadıklarına dair bir şüpheye kapılan orta yaşlı bir çift rolündeler.
45 Yıl (45 Years): Berlin’den hem “En İyi Kadın Oyuncu” (Charlotte Rampling) hem de “En İyi Erkek Oyuncu” (Tom Courtenay) ödülü alan film, 45. evlilik yıldönümlerini kutlamaya hazırlanan bir çiftin, adamın 50 yıl önce kaybolan ilk aşkının hiç bozulmamış cesedi İsviçre Alpleri’nde buzlar altında bulununca ilişkilerini sorgulamaya başlamalarını anlatıyor.
Yeni Kız Arkadaşım (The New Girlfriend, Une Nouvelle Amie): Polisiye yazarı Ruth Rendell’ın aynı adlı kısa öyküsünden uyarlanan filmin yönetmeni François Ozon. Bu ikilinin buluşmasından nasıl bir sonuç çıkacağını görmek için izlenmeli.
Taksi (Taxi): Jafar Panahi’nin kamerasını Tahran’da kendi kullandığı bir taksinin içine alarak yolcularla yaptığı sohbetleri yansıttığı filmi, Berlin’den Altın Ayı (En İyi Film Ödülü) ile döndü.
USTALAR
Küçük Serseri (Li’l Quinquin, P’tit Quinquin): Bruno Dumont’un aslında bir mini dizi olarak çektiği ve bir cinayet soruşturmasını konu alan Küçük Serseri, festivalde tek bir filmmiş gibi gösterilecek. Fransız Yeni Dalga akımına öncülük eden Cahiers du Cinema dergisinin geçen yılın en iyi filmi seçtiği Küçük Serseri, Godard ve Truffaut filmlerini sevenleri hayal kırıklığına uğratmayacaktır.
Eisenstein Meksika’da (Eisenstein In Guanajuato): Berlin Film Festivali’nde izleyicinin favorilerinden biri olan film, Sergei Eisenstein’ı modern tabirle “bitiriyor”. Eisenstein’ın savunduğuna ters düşen, André Bazin’in öncüsü olduğu bir çekim tarzıyla bir yandan absürdlüğün doruklarında gezinirken bir yandan da “vizyonlu Eisenstein’ın istediklerini yapmasına imkan tanımayan Sovyetler”i muzipçe hicvediyor.
DÜNYA FESTİVALLERİNDEN
Bataklık (Marshland, La Isla Minima): Bu yılki Goya Ödülleri’ni süpüren film, tabana tabana zıt karakterli iki dedektifin, bir katili yakalamak üzere birlikte çalışmalarını anlatıyor. Bu açıdan True Detective‘i hatırlattığını, atmosfer yaratmaktaki başarısı ve stil sahibi bir kara film olmasıyla da övgü topladığını not düşmekte fayda var.
Victoria: Berlin Film Festivali’nden “En İyi Görüntü Ödülü” alan filmin tamamı tek bir plandan oluşuyor. Üstelik bu sefer Birdman‘deki gibi bir illüzyon da yok. Gece kulübünde başlayıp banka soygununa dönüşen bir gecenin 140 dakikalık bu kesitini kaçırmamınızı öneririm.
GECEYARISI ÇILGINLIĞI
Peşimdeki Şeytan (It Follows): İzleyen herkesin özgün, akıllıca ve dehşet verici olduğu konusunda hemfikir olduğu, ünü Whiplash gibi kulaktan kulağa yayılan film, korku filmi sevenlerin vereceği şansı hak ediyor.
AİLE BAĞLARI
İsrail Usulü Boşanma (Gett: The Trial Of Viviane Amsalem, Gett): Bir Ayrılık filmi İsrail’de geçse nasıl olurdu? Üç yıldır kocasından boşanmaya çalışan Viviane Amsalem’in ülke yasalarıyla mücadelesi, geçen yılki festivalin bence en büyük sürprizi olan Big Bad Wolves‘dan sonra İsrail yapımı bir filmin yine festivalin en çok konuşulanları arasına olmasını sağlayabilir.
Beden (Body, Cialo): Oscar’da “Yabancı Dilde En İyi Film” ödülünü kazanan Ida ile birlikte bu yıl Polonya’dan çıkan en iddialı iki filminden biri. Ancak ileride erişmesi Ida kadar kolay olmayabilir, o yüzden Malgorzata Szumowska’ya Berlin Film Festivali’nde “En İyi Yönetmen” ödülünü getiren bu filmi imkan varken kaçırmamakta fayda var.
YENİ BİR BAKIŞ
Party Girl: Geçen yılki festivalde izlediğimiz Guillaume Gallienne’in Ben, Kendim ve Annem‘i gibi “anne”yle meselesi olan otobiyografik bir filmle karşı karşıyayız.[i] Cannes da dahil Avrupa’da gösterildiği festivallerde beğeniyle karşılanan Party Girl, kendini oynayarak ilginç hikâyesinin anlatılmasına katkıda bulunan Angélique Litzenburger’in performansıyla ön plana çıkıyor.
Melbourne: Elly Hakkında ve Bir Ayrılık filminden tanıdığımız Peyman Moaadi’nin başrolünde olduğu film, katıldığı festivallerde kazandığı senaryo ödülleriyle dikkat çekiyor.
NTV BELGESEL KUŞAĞI
CitizenFour: Belgeselci Laura Poitras ile gazeteci Glenn Greenwald’un NSA (Ulusal Güvenlik Dairesi) tarafından yürütülen küresel izleme projelerini sızdıran Edward Snowden ile Hong Kong’da buluşmalarını anlatan belgesel, Amerika’da infial yaratmış bu olayı anlatırken izleme projelerinin vardığı dehşet verici noktayı gözler önüne seriyor. Oscar’da beklendiği gibi “En İyi Belgesel” ödülünü aldığını da not düşelim.
Virunga: Bir diğer Oscar adayı belgesel. UNESCO’nun Doğal Dünya Mirası’na dahil etmiş olduğu, dünyanın biyoçeşitliliği en yüksek yerlerinden biri olan ve içinde dünyanın son dağ gorilini barındıran Kongo Virunga Milli Parkı’nı ülkede devam eden iç savaş sırasında korumaya çalışan bir grup korucunun hikâyesi.
MAYINLI BÖLGE
Bodrumda (The Basement, Im Keller): 32. İstanbul Film Festivali’nde gösterilen “Cennet Üçlemesi”nde aynı ailedeki üç kadının çıktığı farklı tatiller üzerinden insanların zaaflarına ışık tutan Ulrich Seidl’den “Avusturyalı insanların en kişisel hobilerine kendilerini adadıkları yer” olarak adlandırdığı bodrumlarında ne yaptıklarına dair iddialı, provokatif, grotesk bir yarı-belgesel.
[i] Fransız asıllı Kanadalı yönetmen Xavier Dolan’ın çektiği Annemi Öldürdüm de yarı-otobiyografik özellikler taşıyordu.
Bence programa tekrar göz atın.
Siz baska hangi filmleri önerirsiniz?