Reels formatını Instagram’da ilk gördüğümde sevinmiştim. Çünkü bu paylaşım kategorisi kolay üretilen ve tüketilen bireysel süreçlere dayanıyordu, yani TikTok evreninin Instagram’a taşınmasını sağlayacaktı. TikTok’un “avamlığı” Instagram’ın “kusursuz” gösteri dünyasını altüst edecek, bu metafizik Instagram gezegeni de TikTok’un realizmiyle dünyevileşecekti. İnşaat şantiyelerindeki paydos eğlencelerinin, fabrika molalarındaki mekân gezilerinin, hayata en aşağıdan katılanların günlük yaşam pratiklerinin “katıksız” TikTok evreni şımarık Instagram çocuklarının filtreli estetik dünyasını sallayacaktı. Elbette öngördüğüm gibi olmadı. Reels âlemi, Instagram’ın gösteri dünyasını başka bir boyuta taşıdı. TikTok’laşmanın aksine AVM gezileri, motivasyon konuşmaları, spor salonu merkezli yaşam kurguları, yurtdışına kaçış ipuçları, fiyakalı mekân önerileri, sansasyonel plaza yaşamları, kısacası bireysel kurtuluşun gösteri dünyası reels akışında kısa sürede hegemonik bir konuma erişti. Zengin Instagram influencer’ları TikTok’un avam fenomenlerine sofralarını açmamış gibiydi.
Öngörüm boşa düşmüştü, ama reels kategorisini başka bir uğraş için kullanabilirdim. İzlediğim dikey videoların ayrıntılarına (profil gezintisi, yorum okuma vb.) girdikçe akışımda farklı bir yoğunluk oluştu. Kişisel gelişim, motivasyon, mekân tanıtımı, yaz tatili, yurtdışı gezileri ve “ofiste bir günüm” temalı plaza yaşamı videolarını algoritmik açıdan akışımda yoğunlaştırmayı başardım. Keşfetmekte olduğum beyaz yaka toplumunun kuşbakışı bir fotoğrafına artık erişebiliyordum. Beyaz yakalıların Instagram dünyası, reels sekmemi bir güzel ele geçirmişti, her gün benzer kurgulu tematik videoları izleyerek uyumayı alışkanlık edindim.
Geçen hafta, benden birkaç yaş büyük olan ve tahsilini aldığım mesleği yapsaydım muhtemelen benzer bir çalışma ortamında meslektaş olacağım Efe Demir’in intihar etmeden önce kurum yetkililerine yazdığı e-posta düştü önüme. Bildiğim her şey çöp olmuştu. Sıfır noktasına geri dönmüştüm.
Efe Demir’in yazdıkları ile beyaz yakalı videolarının arasında epey çelişki vardı. “Ofiste bir günüm” videolarının altında “Bu işi nereden bulabilirim?”, “Siz günün hangi vaktinde çalışıyorsunuz?” soruları dolaşıyordu. Efe Demir ise yazdığı e-postada ağır bir mobbing sürecinden bahsediyordu. Tatil ve keşif videolarında bir beyaz yakalının hafta sonu kaçamağında keşfettiği bungalov köyünün sunduğu “benzersiz” deneyimleri izliyorduk. Efe Demir’in e-postasında ise haftada 80 saati bulan çalışma süreleri anlatılıyordu. Motivasyon videolarında her türlü imkânsızlığa rağmen “kendine inanmanın”, “pes etmemenin”, “hedefe odaklanmanın” yüksek getirilerini izliyorduk. Efe Demir’in yazdıklarında ise sunduğu imtiyazlara rağmen iş dünyasının yarattığı bir sıkışmanın acı sonuçları, yaşamsal bir yabancılaşmanın ifadeleri vardı. Reels dünyasında “ikinci aile” yerine geçen şirketlerin “happy hour”larını izliyorduk. E-postada ise kurumsal bir yabancılaşmanın ifşaatı, finans dünyasının üretkenlik fetişizminde alelacele gözden çıkarılan isimler vardı. Hangisi doğruydu?
Elbette okuyan her insanda tertemiz cümlelerin, harikulade bir farkındalığın, gerçekçi bir ifşaatın sert etkilerini bırakan bir mektubun sonuçları üzerine konuşuyoruz. Efe Demir’in samimi bir ifade kapasitesiyle yazdığı notların haklılığına dair bir şüphe yok içimizde. Onu kaybetmeden önce de yoktu. Ancak olan oldu, Efe Demir’in ifşaatı büyük bir etki yarattı. Beyaz yakalı emekçilerin ve iş dünyasının sorunları, LinkedIn’den Twitter’a genişleyen bir tartışma alanı açtı.
Efe Demir’in mektubunda sayısız haklılık bulabiliriz. Ancak bu haklılığın adını doğru koymak, Efe’nin açtığı eli yükseltmek zorundayız. Üretim ve yeniden üretim şemasına dahil ettiği her emekçiyi bir yandan kendi arzularının peşinde koşan “işini seven emekçiler”, bir yandan da karşılıklı bağımlılık ilişkilerinin kıskacında “ücretli köleler” haline getiren bir piyasa düzeni var karşımızda. Efe Demir’in canını alan, Yapı Kredi’nin baskıcı birkaç yöneticisi değil bu şirketin iş disiplininde berrak bir temsilini bulan küresel kapitalist mantıktır. Efe Demir’in depremzedelerin kredilerini ertelemeyi önerdiği için iş baskısına maruz kalması kadar Yapı Kredi’nin parçası olduğu küresel finans sisteminde herhangi bir “insani” refleks bulma çabası anlamsızdır.
Finans, bilişim, halkla ilişkiler vb. plaza sektörlerinde çalışan beyaz yakalı emekçilerin uzun çalışma saatleri, düşük ücret ve mesai dayatması, kişisel yaşamın ihlali gibi 19. yüzyıl kapitalistlerini kıskandıracak yöntemlerle nasıl “proleterleştirildiklerine” tanık oluyoruz. Kolaycı bir ifadeyle “orta direk” ilan edilen bu meslek grupları (hizmet, finans, bilişim, e-ticaret vb. plaza emekçileri, avukatlık büroları ve bağlı avukatlık ile işçileştirilen avukatlar, doktorundan hemşiresine sağlık emekçileri, mühendislik bürolarının taşeron işçileri haline gelen mühendisler vs.) istikrarlı bir güvencesizleştirme ve mülksüzleştirme hareketinin, ülke tarihinin gördüğü en büyük bölüşüm şokunun hedefindedir. Aynı küresel mantığın farklı yerelliklerde inşa ettiği iş yaşamındaki “bireysel” çabalar ise hızlandırılmış bir yabancılaşmanın, kolektif bir depresyonun saldırılarıyla karşı karşıyadır. Efe Demir’in belirttiği gibi, şirketlerin kimi bilişimcilere, mühendislere, beyaz yakalılara “iyi para” vermesi durumu değiştirmez. Çünkü yaşamlarımız ve çalışma hayatımız hiç olmadığı kadar toplumsallaşmıştır. Pek çok gencin “arzu ettiği” yaşamsal imkânlar Efe Demir’in hayatının gerçekleriydi. Ancak çaresizlik, umut yitimi ve hayal kırıklığı da Efe Demir’in gerçekleriydi. Üstelik Efe Demir’in imtiyazı ve maddi-ekonomik gerçekliği kapitalist toplumun bir istisnası, çalışma yaşamı ise kuralıydı. Bu “iş dünyası” diye makyajlanan rekabet dünyasının evrensel gerçekleriydi.
Yabancılaşmanın, dışsallaşmanın, bireysel yalıtılmışlığın düzeni, Marx’ın ifadesiyle “kişilerin şeyleştiği, şeylerin kişileştiği” kapitalist toplumun çalışma düzeni yok edilmelidir. Çünkü yabancılaşma, çalışan bireylerin karşısına onların birbirleriyle olan ilişkisi olarak değil, onlardan bağımsız bir şekilde varolan “kayıtsız bireyler” arasındaki çatışmalardan doğan “tabiiyet” ilişkisi olarak çıkar. Efe Demir, tam olarak bu tabiiyet rejiminin kurbanıdır. Aynı tabiiyet rejimi Instagram’ın gösteri dünyasında, kendi gerçekliğini apaçık bir gerçekdışılıkla kuran bu vitrin evreninde imaj tazeliyor. “Ofiste bir günüm” videolarında Efe Demir’in çarpıcı ve sarsıcı bir ifşa metniyle pazara çıkardığı iplik yoktur. Yabancılaşmanın, imajın, müsamerenin kodları vardır. Bu bireysel kurtuluşçu reçetelerin akladığı çalışma düzeni aramızdan Efe Demir gibilerini almaya devam etmeden durdurulmalıdır. Maaşı, reklamı, videosu ve nümayişiyle birlikte mezara gönderilmelidir.
Efe’nin ölümünden sorumlu olan küresel kapitalizmdir, burası tartışmaya kapalıdır. Ancak bizim de çıkaracağımız dersler vardır. Efe’nin “kurum” diye özetlediği piyasa mantığının mümkün olan tek gerçeklikmiş gibi sarsılmaz bir imparatorluk kurabilmesi, ona rakip olan dünya alternatifinin imkânlarını ve iddiasını büyütememesinin, yeterince agresif olamamasının da sonucudur. Efe’nin cinayetinin faillerini konuştuğumuz kadar Efe’yi saflarına katamayan alternatif toplum iddiasını da konuşmalıyız. Rekabetin değil dayanışmanın, çatışmanın değil karşılıklı yardımlaşmanın, birbirinin mezarını kazmanın değil ortak üretim ve paylaşım kültürünün iddiası (adına ne derseniz deyin, ben “sosyalizm” diyorum) artık “yaşamsal” önemdedir. Şimdi bu sorumluluğun yükü de omuzlarımızdadır.
Efe’nin yattığı yerde incinmemesinin yolu, onu çaresizliğe iten, ona mezar olan dev kulelerin iş mantığının elbirliğiyle altüst edilmesinden geçiyor. Yoksa Efe’nin cümleleriyle “kral çıplak” demenin, “bir şeyleri yoluna koymanın” aciliyeti, her gün sayısız iş cinayetinde peşimizden gelen hayalet olmaya devam edecek.