Geçen Pazartesi akşamı, Rusya’nın Kasım ayında yapılan ABD seçimlerine müdahale edip etmediğine ilişkin Temsilciler Meclisi’nde gerçekleştirilen soruşturmadan yalnızca birkaç saat sonra Başkan Donald Trump tekrar konfor alanına dönmüştü: Yoldaydı ve o öngörülemez, haldır huldur üslûbuyla kitlelere sesleniyor, bu sefer yandaşlarını tuhaf olmasına rağmen kolay bir hedefe karşı bir araya topluyordu. Bu sefer hedef Colin Kaepernick’ti, San Francisco 49ers’ın eski oyun kurucusu. Geçtiğimiz sezon Kaepernick, milli marş sırasında diz çökmeye başlayarak -böylelikle polis şiddetine ve eşitsizliğe dikkat çekmeye çalışıyordu- kötü bir takımın yedek oyuncusu rütbesinin ötesine geçmişti.
Trump Kaepernick’in adını hiç söylemedi, bunun yerine ondan “San Francisco’nun o oyun kurucusu… Eminim kimse adını duymamıştır” diye bahsetti. “NFL (Amerikan Ulusal Futbol Ligi) sahipleri onu takımlarına katmak istemiyor çünkü Donald Trump’tan iğrenç bir tweet almak istemiyor. İnanabiliyor musunuz?” diyerek bir makaleye atıfta bulundu. Kaepernick’in bütün bu olan bitenden haberi olup olmadığı net değil. O, bugünlerde kuraklıktan etkilenen Somali’ye internet üzerinden temiz su ulaştırmaya çalışan bir girişimle meşgul. Kaepernick Salı günü sanki cevap verirmiş gibi Meals on Wheels’a[1] elli bin dolar bağışladı.
Kaepernick’in görünürde beklenmedik bir aktivist olması, geçtiğimiz yılın protestosuna belli bir ağırlık kattı. Oyun kurucu olarak da cüretkar, kimi zaman da pervasız yaklaşımıyla tanınan garip bir oyuncuydu. Ancak o noktaya dek daha çok sayı kutlamalarıyla (pazılarına bir öpücük) ya da (kıyafetiyle uyduğu için) rakip takımlardan birinin şapkasını takarak ilgi çekmesi daha olasıydı. NFL yedek kulübelerinin dopdolu kaosu düşünülürse başta kimse onun protesto için diz çöktüğünü de anlamamıştı. Ancak sıkıştırıldığında, yeni bir amaç keşfetmiş birinin gözü pek inancıyla konuştu. Maaşının büyük bir bölümünü ilerici amaçlar için bağışlarken aktivist Shaun King ve sosyolog Harry Edwards’la oyunculuk kariyerinden daha uzun süre yaşama ihtimali olan kurumlar kurmak üzere çalışmaya başladı. Geçtiğimiz güz Oakland’daki -49ers için düşman bölgesi- yerel bir sanatçı Kaepernick’in bir freskini yaptı. “Arkandayız” yazıyordu. Takım arkadaşları, diğer NFL oyuncuları ve başarılı futbolcu Megan Rapinoe’dan sayısız lise öğrencisine kadar başka oyunların sporcuları da ona katılarak diz çöktü.

Kaepernick yakın zamanda protestosunun ilham verdiği konuşmaların onu cesaretlendirdiğini açıkladı. Belki de müstakbel işverenlerine artık dikkat dağıtmayacağını kanıtlama isteğiyle tekrar ayağa kalkacağına yemin etti. Akranlarının hayranlık duyduğu ama yöneticilerin nefret ettiği bir oyuncunun NFL’de bir daha oynayıp oynamayacağı belirsizliğini koruyor, özellikle de Twitter kaslarıyla hava atmaya her daim hevesli bir başkan varken.
Kaepernick, birçok hayranın “sporunla ilgilen” çağrısını reddeden ilk isim değil, elbette son da olmayacak. Ancak ne düşündüğünü açıkça söylemesinden herhangi bir kulübe bağlı olmamasındaki Başkan’dan onaylı danışıklı dövüş havasına kadar onun durumu, bizlere sosyal medya çağında sporcu ve ünlülerin konumlarının nasıl değiştiğini hatırlatıyor.
Haymarket Books, Ocak’ta eski NBA oyuncusu ve “özgürlük savaşçısı” Craig Hodges’ın otobiyografisi Long Shot’ı[2] yayımladı. Hodges zamanının en iyi üçlükçülerinden biriydi, on yıl NBA’de oynadı ve Chicago Bulls’la iki şampiyonluk yaşadı. Aynı zamanda ligin bugüne dek gördüğü politik sözünü en sakınmayan oyunculardan biriydi, takım arkadaşlarını ve personeli politik halk hareketleri dinine döndürmeye çalışan bir soyunma odası provokatörüydü. Saha dışı sıkıntıların nadiren haber olduğu bir dönemde de Hodges, kendi insanına geri vermeyen milyoner sporculara yönelik eleştirilerinde acımasızdı. 1992 NBA Finalleri’nde bir gazeteciye “Dün gece burada kaç para kazandık?” diye sordu. “Bu kaç hayat değiştirecek?” Sonra da yakın dönemde Los Angeles’ta gerçekleşen ayaklanmalarla ilgili düşünceleri sorulan takım arkadaşı Michael Jordan’ı “yüzüstü bırakmakla” suçladı.
Bulls 1992’de şampiyon olup Beyaz Saray’a gittiğinde Hodges’ın fikirleri kamuya mal oldu. Bir Afrikalı gömleği giyen Hodges, Başkan George H. W. Bush’a ırksal ve ekonomik eşitsizlik üzerine elle yazılmış bir mektup verdi. İki şampiyonluk kazanan takımın kilit parçalardan biri ve All-Star Hafta Sonu’nun üç sayılık atış yarışmasında o güne dek üç kere şampiyon olmuş olsa da otuz iki yaşındaki Hodges, Bulls tarafından serbest bırakıldı. Bir daha asla NBA’de oynayamayacaktı.
Long Shot, üniversitedeki siyahi araştırmaları derslerinden San Diego (sonradan Los Angeles) Clippers’ın ırkçılığıyla tanınan sahibi Donald Sterling’le girdiği ağız dalaşlarına Hodges’ın politik uyanışının izini sürüyor. Yörünge net ve tipik NBA oyuncusunun yer yer merak uyandıran ev yaşamına -Hodges’ın hayhuyunun içinde R. Kelly var- atılan bakışa rağmen neredeyse her detay onun seksenler ve doksanlardaki daha radikal dönüşünün bağlamı olacak şekilde paylaşılıyor. Hodges oyuncu sendikasında aktifleşiyor. Soyunma odasında örgütlenmeye başlıyor, takım arkadaşlarını sömürüye dayalı işgücü ya da siyahi toplulukların istismarı üzerine seslerini yükseltmeye teşvik ediyor. Hatta 1991’de Michael Jordan ve Magic Johnson’dan All-Star Hafta Sonu’na karşı bir boykota önderlik etmelerini istiyor. “Ligdeki herkes benimle karşılaşırsa politik zılgıtı yiyeceğini biliyordu” diye yazıyor.
Long Shot’ın en akılda kalan kısımlarının Hodges’ın diğerlerini suçladığı yerler olması da şaşırtıcı değil. Bulls’un hiçbir yıldızı -Jordan, Horace Grant, Scottie Pippen- “siyahların tarihini bilmiyordu. Amerika’nın en nüfuzlu siyah adamlarından birkaçı oradaydı ve hiçbiri Birleşik Devletler’in dış politikasının dünyaya etkisinin farkında değildi.” Şaşkınlık uyandıran sahnelerden birinde Bulls koçu Phil Jackson, Jordan ve diğerlerinin Körfez Savaşı hakkındaki cehaleti hakkında söylenerek, ve gelecek on yılların kehanet gibi bir görünümünü çizerek Hodges’ı destekliyor. Sonuç olarak Hodges, Jordan ve güçlü menajeri David Falk’un onu ligden kovmak üzere komplo kurduğu endişesini taşımaya başlıyor.
Hodges kara listede miydi yoksa değil miydi hala gizemini koruyor, ancak durumu her zaman istikrarsız olacaktı. Takımların onun ateşli açıksözlülüğünü, azalma potansiyeli taşıyan yeteneklerinin karşısında tartmış olmaları da kesinlikle olası. Lige tazminat için dava açtı, ancak teknik bir ayrıntı nedeniyle dava düştü. Hodges lige koç olarak dönmeden önce bir yıl boyunca okyanus ötesinde oynadı. Şu an Chicago’nun hemen dışında bulunan mezun olduğu okul Rich East Lisesi’nde baş antrenörlük yapıyor.
Bir süreliğine Hodges’ın hayatı eğitici bir öykü gibi görünüyordu. Ancak günümüzde politik münazaraların önünde ve merkezinde ligin en büyük isimlerini görüyoruz, Siyah Hayatlar Önemlidir için sesini yükselten LeBron James ve Carmelo Anthony’den tut şu anki liderlikle ilgili endişelerini dillendiren Stan Van Gundy, Greg Popovich ve Steve Kerr gibi koçlara kadar. Eyalet lezbiyen, gay, biseksüel ve trans (LGBT) bireyler için ayrımcılıkla mücadele eden önlemleri bertaraf edince lig yönetimi de All-Star Hafta Sonu’nu North Carolina’dan çekti.
Spor toplumun kusurlu bir yansıması, biraz da ortadaki risk apaçık (kazanan ve kaybeden var) ama bağışlayıcı bir biçimde düşük (her zaman önümüzdeki yıl vardır) olduğu için. Böyle olunca da sporun ahlaki dramı, bizim çevirme ve yansıtma yeteneğimize bakıyor. Kendimize başarı ve meritokrasi üzerine anlattığımız hikayeler, kutsal istatistiki becerilerin bütünlüğü, hatta performans artırıcı ilaçlara yönelik tutucu yaklaşım bu. İnatla şanssız bir takımın ya da değerli bir eski kurdun kupayı rakibine göre daha çok hak ettiğine inanmak, ya da LeBron James’in nereden geldiğini hatırlayarak uğruna savaşılmış bir şampiyonluğun tutkusunu iyice kıvamına getirmesi bu. “Ben yalnızca Akron’lu bir çocuğum.” Cavaliers geçen yaz NBA Finalleri’nde Warriors’ı yendikten sonra LeBron, şartların kendisi gibi genç bir siyahi adamın ne kadar aleyhine olduğunu hatırlayarak bunu söyledi.
Sporcular her zaman politikti. Ancak yakın zamana kadar kendilerini hayranlarına doğrudan açıklayacak araçlara pek sahip değillerdi. Hodges’ın nesli kendilerini Amerikan ana akımına sevdirmek için çok uğraşırken bugünün sporcuları düşündüklerini açıkça söylemek, riskli politik tutumlar almak ya da bodoslama kafasının dikine hareket etmek konularında görece bir özgürlüğe sahip. Bugünün oyuncularını farklı kılan da bu: Gecenin geç bir saatindeki Instagram gönderisinde on yıl boyunca titizlikle çalışılarak gizlice düzenlenmiş, Nike onaylı Jordan belgesellerinden çok daha fazlasını paylaşabilme kapasitesi. Belki de dünle bugünün farkı yalnızca her şeyin politik olduğuna dair içgüdüsel bir farkındalıktır. Oyun, onu kuralların keyfi ve öngörülemez olduğu, kaybeden her doksan dokuz için tek bir kazananın olabileceği hayatın geri kalanından kaçış olarak konumlandırma arzumuza direniyor.
* Bu yazı, Can Koçak tarafından Hua Hsu’nun The New Yorker’da yayımlanan yazısından çevrilmiştir.
[1] Kendi yemeğini satın alma ya da hazırlama imkanından yoksun bulunanlara yemek götüren bir organizasyon.
[2] “Long shot” ifadesi hem “uzaktan atış”, hem de “riskli iş” anlamına geliyor. Böyle bir kelime oyunu yapılmış.