Umut Adası (2008) filminin yönetmeni olarak tanınan Mustafa Kara’nın ikinci filmi Kalandar Soğuğu (2015) sinemayla pek içli dışlı olmayanlara yabancı gelebilir. Türkiye’deki sinema salonlarının tekelleşmesi ve nitelikli filmlere bakış açısı sebebiyle ancak 35. İstanbul Film Festivali kapsamında seyredebildiğimiz film, Karadeniz’in büyüleyici doğal güzelliklerini gözler önüne sererken doğa-insan ilişkisine natüralist bir açıdan bakıyor ve sıradan bir mücadeleden dokunaklı bir hikâye çıkarıyor.
Yönetmen, filmin geçtiği coğrafyayı ve hikâyedeki maden arayan kişiyi çocukluğundan ilham alarak oluşturduğunu söylüyor. Mehmet, karısı Hanife, annesi Nazife ve iki çocuğuyla birlikte Karadeniz’de bir dağ köyünde yaşıyor. Yevmiyeli maden işçiliği yapıyor olmasına rağmen büyük bir umutla ve tutkuyla, hava şartlarına aldırış etmeden dağlardan dağlara günlerce gezip dolaşıp değerli madenler arıyor. Günlük ihtiyaçlarını doğadan karşılayan ve güç bela geçinen bir aile oldukları için de, karısı Hanife Mehmet’in çabasını gereksiz buluyor ve tekrar maden işçiliği yapmasını istiyor. Borçlar büyüyüp bulduğu madenler de değersiz çıkınca, Mehmet karısının karşı çıkmasına rağmen ellerinde avuçlarında kalan son çare olan boğasını Artvin’e güreşlere götürüyor.
Mehmet’in çalışmayı reddetmesinin sebebi borçlar ve down sendromlu çocuğunun tedavi masraflarını tümüyle tek seferde karşılama arzusu. Karısı Hanife ise tipik bir Karadeniz kadını. Evi çekip çeviriyor, birçok işi tek başına hallediyor. Misafiri olduğumuz hikâye yaklaşık bir yıl sürüyor. Mehmet’in ve büyük oğlunun, umutla Poyraz’ı yarışlara hazırlama serüvenine de, down sendromlu çocuğunun masumiyetine de yakından tanık oluyoruz. Umutları ve çabaları öyle samimi ki, Hanife bile inanarak uğurluyor onları Artvin’e.
Yönetmenin gerçek hayattaki annesi tarafından canlandırılan Nazife Anne ise olayların biraz daha dışında, kendi halinde. Hanife’nin vefası da, Mehmet’in umudu da onun geçmişini işaret ediyor. Yaşına rağmen, gücü kuvveti yerinde. Hakiki bir “köy anası” denebilir. Mehmet’i canlandıran Haydar Şişman bir öğretmen (yönetmenin de öğretmeni), Hanife’yi canlandıran Nuray Yeşilaraz ise uzun yıllar önce tiyatro eğitimi almış bir hemşire. Yörenin insanlarının filmde yer almış olması, seyircinin karakterlerle kendini özdeşleştirebilmesine fazlasıyla yardımcı oluyor. Şive, köy yaşantısı ve yan hikâyeler bakımından. Hemen hemen tamamı amatör oyunculardan oluşan film, bu yönüyle de “auteur sineması” havasını taşıyor.
Teknik açıdan çeşitli sahnelerde ufak tefek ses sıkıntıları mevcut, fakat film müziğinin bestecisi Eléonore Fourniau’nun ortaya çıkardığı eser filmin dokusuyla çok iyi uyuşuyor. Kurgusal açıdan belki bir iki sahnenin fazla olduğu söylenebilir. Özellikle filmin edebiyat alanından aşina olduğumuz doğalcılığa doğru kaydığı zamanlarda. Doğanın her hâlini en iyi şekilde sergileyen muhteşem sinematografisini New York Film Academy’de eğitim almış Cevahir Şahin ile Kürşat Üresin üstleniyor.
Filmin çekimleri çeşitli sebeplerden dolayı uzun sürmüş ve seyirci ile buluşmasından yaklaşık iki üç sene önce başlamış olan bir projedir. Başarılarla dolu festival süreci ise Tokyo Film Festivali’nden “En İyi Yönetmen” ve “En İyi Film” ödüllerini alarak başladı. Antalya Film Festivali’nde dört ödülü kucaklayan Kalandar Soğuğu, sonrasında Fransa’nın Cannes’dan sonraki en önemli film festivali Premiers Plans D’Aangers festivalinde (ilk ve ikinci filmlerin yarışabiliyor) “Jüri Özel Ödülü”ne de layık görüldü ve Nuri Bilge Ceylan’ın Mayıs Sıkıntısı (1999) filminden sonra Türkiye Sineması adına bu festivalden ödül alan ikinci film oldu. Filmin başarısı, 35. İstanbul Film Festivali’nde aldığı ödüllerle de devam etti.
Nazife Anne’nin hikâyesi, Hanife ve Mehmet’in gözyaşları, yaşam mücadeleleri, doğayla ilişkileri ve salyangoz hızında ilerleyen hayatlarıyla bu film ülke sinemasının son yıllardaki en iyi örneklerinden biri sayılabilir. İyimserliği elden bırakmayıp, herkesin izleyebilmesini yürekten diliyorum.
Yazıların devamını bekliyorum…