Can sıkıntınıza eğilin, akıllı telefonunuza değil. Kendiniz ve etrafınızdaki dünya hakkında düşündüğünüzden fazlasını öğreneceksiniz.
Can sıkıntısını kabullenmek, karakter kusurunu kabullenmektir. Popüler kültür sıkkınlıktan kurtulma tavsiyeleriyle dolu: Kafa dengi insanlar bulun, bir hobi edinin, uğruna çabalayacak bir amaç bulun, bir enstrüman çalın, kitap okuyun, evinizi temizleyin ve katiyen çocuklarınızın sıkılmasına izin vermeyin. Onları yüzmeye, futbola, dansa yollayın, can sıkıntılarını seks ve uyuşturucuya yönelerek dindirmelerini engelleyecek herhangi bir şey bulun. Bunun tersini yapmak, çevremizdeki dünyayla etkileşime geçmediğimizi kabul etmek olur. Ya da telefonunuzun şarjı bitmiş olabilir.
Ancak can sıkıntısı trajik değildir. İyice anlaşıldığı takdirde, can sıkıntısı zamanı ve kendimizi anlamamıza yardımcı olur. Eğlence ve işin aksine, can sıkıntısı herhangi bir şey hakkında değil; en saf biçim ve içeriğiyle zamanla karşılaşmadır. Reklamlar, ekranlar ve taşınabilir cihazlar elimizin altındayken, artık bu karşılaşmayı pek sık tecrübe edemiyoruz. Genç insanlara zamanı içlerine sindirebilmeyi öğretmeliyiz.
Ufak bir kasabada yaşıyorum, öğretmenlik yapıyorum. Büyük şehirlerden gelen bazı öğrencilerim, burası sıkıcı olduğu için her cuma evlerine döndüklerini söylüyorlar.
Onlara “can sıkıntısının en iyi panzehiri nedir, biliyor musunuz?” diye sordum. Ellerinde akıllı telefonlar, yanıtı merak ederek bana baktılar. Düşünün, dedim onlara. Düşünmek,c an sıkıntısının en etkili panzehiridir. Kendinize, “canım sıkıldı” deyin. Bunun hakkında düşünün. İlginç değil mi? Bana kuşkuyla baktılar. Can sıkıntısıyla düşünerek başa çıkmayı öğrenerek büyütülmemişlerdi.
Sıkıldığınızda, zaman yavaş akar. Can sıkıntısının Almancası şöyle: langeweile, “lange” yani “uzun” ve “weile” yani “bir süre”den oluşan bir bileşim. Yavaş akan zaman, kendi zihinleriyle barışık olmayan insanlar için bir işkenceye dönüşebilir. Can sıkıntısını öğrenmek işte bu yüzden çok önemli. Bir psikiyatriste gitmeden bunu yapabilmek büyük bir ayrıcalık.
Bu yüzden can sıkıntısına, güzellik, keyif, rahatlık ve tüm geçici yarar sağlayan hisler tarafından dokunulmamış, bu yoğun zaman deneyimine eğilin. Zihninizin can sıkıntısına nasıl tepki verdiğini, sıkıldığınızda ne hissedip, ne düşündüğünüzü gözlemleyin. Bu meta-düşünce formu, can sıkıntınızla baş etmenize, kendinizi ve dünyayı öğrenmenize yardımcı olabilir. Eğer hiçbir şey hakkında meditasyon yapmak başlangıçta çok zor geliyorsa, en azından William Wordsworth’ü taklit edebilirsiniz: Bir kalabalık, altın nergis çiçeklerinden, geri parlıyorlar o içe dönük gözün üzerinde[i]. Huzur içerisinde hatırlanmış duygular – ki bu tefekkürdür – boş saatlerinizi doldururken, size nasıl oturup yalnızca şu anda olabileceğinizi yavaşça öğretir.
Can sıkıntısını iş, eğlence ya da alışkanlıklarınızın yerine koymaya çalışmayın. Her boş anınızda bir ekrana sarılmayın. Can sıkıntısı, özgür zihnin son ayrıcalığıdır. Size kendi alışkanlıklarını, eğlencelerini ve işlerini satacak insanlarla pazarlık etmenizi sağlayacak bir para birimi, yargılarınızı, görüşlerinizi ve zevklerinizi gösterebileceğiniz bariz bir hakkınızdır. Başka bir deyişle, can sıkıntısı size bir şey söylediğinde ona güvenin. Ondan kaçmak yerine, onun lafına kulak verin. Kendinize karşı dürüst olmanızı sağlayacaktır.
Bir şeyin canınızı neden sıktığını düşünmek yararlı olabilir. Yepyeni bir bakış açısı kazanırsınız. Can sıkıntınıza tutunun. Sizi sıkan şeyleri düşündüğünüzde zamanın nasıl geçtiğini fark etmeyeceksiniz.
[i] Wordsworth, W. (1804). Daffodils (I Wandered Lonely as a Cloud), Çev. Can Yücel.
*Bu yazı, Onur Sesigür tarafından Gayatri Devi’nin The Guardian’da yayımlanan makalesinden çevrilmiştir.