Bir çizgi dizide konuşan at beni neden ağlatıyor? BoJack Horseman‘ın (beklenmedik şekilde hüzünlü bir Netflix çizgi dizisi) yeni sezonu geçtiğimiz hafta yayınlanmışken birçoğumuz bu soruyu kendimize sormuş olabiliriz.
Karakterler, başta da (Will Arnett tarafından seslendirilen) BoJack, seks ve ilişkiler üzerine berbat kararlar veriyor. Kendini küçümsüyor ve genellikle olabilecek en komik şekillerde mutsuz oluyor. Son dönemde katıksız duygusal iddia konusunda birçok kanlı canlı diziyi aşarak Twin Peaks’e yaklaşan animasyon diziler mahsulünün önde gelen yapımlarından biri o.
BoJack dışında Adult Swim’in bol övgü alan bilimkurgu dizisi Rick and Morty (Dan Harmon & Justin Roiland, 2013), HBO’da Duplass Kardeşler’in yapımcılığını üstlendiği Animals (2016), bir de bir gizli servis birimine odaklanan ve artık iyice çığırından çıkan iş yeri komedisi Archer (Adam Reed, 2009) var. Genel anlamda konuşmak gerekirse televizyon, eleştirmen Jenny Jaffe’in ortaya attığı “sadcom”u (görünürde komik bir izleği varken duygulandıran bir dizi, “üzücü” anlamına gelen “sad” ve “sitcom” sözcüklerinden türetilmiş bir kelime oyunu) benimsiyor, ancak animasyonla ilgili daha özel bir durum söz konusu. Animasyon dizileri sayesinde televizyon, farklı kaslarını geliştirme imkânı buluyor.
Örneğin BoJack’in geçtiğimiz sezon diziye adını veren at ve tükenmiş bir oyuncu olan baş karakterin bir yavru denizatını renkli, parlayan anemon çiçeklerinin arasında yakalamaya çalıştığı neredeyse tamamen sözsüz bir bölümü vardı. Ortaya Looney Tunes ile Fantasia arası bir şey çıkmıştı. Archer’ın iki sezon boyunca devam eden ve hâlâ bitmemiş bir rüya sahnesi var. Bunu kanlı canlı dizilerde yapamayacağından değil (iddialı rüya sahneleri arayan The Sopranos’a bakabilir), sadece bunu orada yapması hem daha zor hem de daha pahalı. Archer’ın da gösterdiği üzere çizgi komedi dizilerinde karakterinizi bir çapa olarak kullanıp başka her türlü şeyi diziye zarar vermeden değiştirebilirsiniz.
Her türlü kutsala karşı keyifli bir saygısızlığa sahip Rick and Morty de sanki hikâyelerinin ağır varoluşsal eğilimlerine uygun değilmiş gibi görünüyor. Kağıt üzerinde ilgi çekici, kısa ve öz bir meselesi olan bir bilimkurgu dizisine benziyor. Acılı bir deli bilim adamı ve mankafa torununu takip ederken Doctor Who ya da Star Trek’te görebileceğiniz uzay yolculuğu maceralarını anlatıyor. Ama Sezar’ın hakkı Sezar’a, çok daha tuhaf bir görsellikle, gerçekten uzaylıya benzeyen uzaylılarla.
Rahatsız edici derecede cinsel organa benzeyen gezegenlerarası canavarlar, bir diğer ırkın neslinin tükenmesini hedefleyen gaz formundaki zekalar ve HP Lovecraft’ın ortaya püskürteceği türden bir dolu başka şeyle ilgili bir çizgi film. Ancak BoJack Horseman gibi Rick and Morty de aile içi duygusal diplerin derinliklerine inme konusunda gerçek bir kamerayla çekilmiş neredeyse her şeyden daha iyi. Son bölümlerden birinde Morty’nin ablası ve annesi kavga ediyor. Clive Barker’ın eserlerinde görebileceğimiz türden içi dışına çıkmış dev canavarlara dönüşmeden barışamıyorlar.
Justin Roiland’la birlikte dizinin iki yaratıcısından biri olan Dan Harmon, dizi 2013’te yayınlanmaya başlamadan önce bana şunları söylemişti: “Eğer Justin bana ‘Üzerinden testisler sarkan dev bir testis canavarı istiyorum, ortasında da bir vajina olsun’ derse ona ‘Peki, nasıl bir hikâye bunu kullanabilir? Testis canavarı ilk sayfada mı ortaya çıkıyor ve beşinci sayfada ne öğreniyoruz?’ gibi öneriler sunabilirim.” Testis canavarlarından siz de değerli duygusal dersler çıkarabilirsiniz sayın okur.
Televizyonda başarı başarıyı doğuruyor, dolayısıyla bu dizilerin South Park (Trey Parker & Matt Stone, 1997), The Simpsons (Matt Groening & James L. Brooks, 1989) ve Futurama (David X. Cohen & Matt Groening, 1999) gibi devlerin omuzlarında nasıl yükseldiğini görmek kolay. Onlar bu konseptin tutacağının bir kanıtı olmasa Rick and Morty, BoJack Horseman ve Archer da mümkün olmazdı. Harmon, BoJack’in yaratıcısı Raphael Bob-Waksberg, Archer’ınki Adam Reed ve umuyoruz ki birçok kişi için daha türün kurgusu ve çocukların hayal dünyasının (BoJack’i Richard Scarry’nin çocuk kitaplarını düşünmeden izlemek zor) renkli ve plastik tuzakları uyumsuz ve anlamsız değil. Onlar yeni ve duygusal bir ülke, bereketli, misafirperver ve çizmeyi tasavvur edebileceğiniz herhangi bir şey kadar büyük.
Bu dizilerin hepsi daha soyut açılardan da iddialı, Harmon da Bob-Waksberg de durağanlığın yarım saatlik komedi dizilerinin doğasında olduğunu anlamış görünüyor. (BoJack’in yaratıcısı Bob-Waksberg, diziye yaklaşımlarını şöyle açıklıyor: “Bu bir statüko dizisi değil. Eğer bir bölümde BoJack büyük bir parti verir ve evi dağılırsa bırak evi bir sonraki bölüm de dağınık kalsın. Temizleyip baştan başlama. Senaryoda bundan bahsetmesek bile her şey kural olarak hasarlı kalır.”) 30 dakikanın sonunda her şeyi aldığın yere koymazsan kuralları bozuyorsun. Bu, on yıllar boyunca tüketmek için çok rahatlatıcı bir televizyonculuktu. Ancak Harmon ve mevkidaşlarının anladığı şey, bu yaklaşımın can sıkıcı ve varoluşsal bir gerçeğe işaret ettiği: Kusurlu insanların çoğu değişemez. Neyse ki bir dizi yeni nesil animatör değişebiliyor.
*Bu yazı, Can Koçak tarafından Sam Thielman’ın The Guardian’da yayımlanan yazısından kısaltılarak çevrilmiştir.