Bağımlılığın zıddı ayıklık değil yakınlıktır

Fotoğraf: Damir Samatkulov.

Kitap yazmak mesajını bir şişenin içinde okyanusa bırakmak gibidir, kimsenin onu bulamayabileceği ihtimalini kabul edersiniz, kimin bulacağını hayal etmek de zordur. Yıllarını kimsenin okumayacağı önemli kitaplar yazmaya harcayan çok insan tanıdım. Yani Çığlığın Peşinde: Uyuşturucuyla Mücadelenin İlk ve Son Günleri’ni [Chasing the Scream: The First and Last Days of the War on Drugs] yazdığım üç buçuk yıl boyunca kitabı daha çok kendim ve sevdiklerim için yazdığımın farkındaydım.

Bununla bir derdim yoktu çünkü yazarlık yolculuğuna oldukça kişisel sebeplerle yönelmiştim: cevaplamam gereken bazı sorular vardı. Hatırladığım en eski anılarımdan biri akrabalarımdan birini uyandırmaya çalışıp uyandıramamamdı. O zamanlar anlamamıştım ama büyüdükçe ailece bağımlılığımızın olduğunu fark ettim. Yazmaya başladığımda uyuşturucu kullanıcılarına ve satıcılarına karşı savaş açılmış bir yüzyılda yaşadığımızı biliyordum, neden böyle olduğunu da merak ediyordum. Uyuşturucu kullanımına ve bağımlılığına aslen ne sebep olur? Uygulanan alternatif tedaviler nelerdir? Taş (kokainin en tehlikeli formu) ve eroin yüzünden, sevdiğim birinin kendini öldürmesine ramak kalmıştı. Sevdiğim bağımlıların benimle olup olmayacaklarını, olacaklarsa nasıl olacaklarını bilmeye ihtiyacım vardı.

Sorularıma cevap ararken bir düzine ülkeyi ziyaret ettiğim uzun bir yolculukta buldum kendimi. Oprah’cılık oynamak istemem, ama hayatımızdaki en iyi yolculuklar kendimizi değil başka insanları bulduğumuz yolculuklardır.

Bu yolculukta, Brooklyn’de cinsiyet değiştirmiş eski bir torbacıdan bağımlılığın gerçek sebeplerini keşfeden Kanadalı bir biliminsanına, amansız bir Meksikalı uyuşturucu karteline çalışan kiralık bir katilden ülkesinde uyuşturucu kullanımının suç olmaktan çıkarılmasına öncülük eden bir doktora kadar bağımlılık meselesine daha farklı bakmamı sağlayan bir sürü insanla tanıştım. (Kitap için yaptığım tüm röportajlara buradan erişebilirsiniz.)

Bu kitap onların hikayelerinden oluşuyor. Hepsi de bana kendi yöntemleriyle bağımlılara ve uyuşturucaya yönelttiğimiz öfkeye (bu hepimizde biraz var) teslim olduğumuzda, meselenin daha da ağırlaştığını oysa bağımlılara içten bir sevgi beslediğimizde sonuçların bambaşka olabileceğini öğretti.

Kitabı tamamlayıp yayıncıya yolladığımda yolculuk sona erdi sanmıştım. Kitapların çoğunluğunun kaderi göz ardı edilmekse, yıllar önce yaptığım ağır hatalar yüzünden bu kaderi benim kitabım da yaşayacak diye endişeleniyordum. Sonra tuhaf bir şey oldu: Kitapla ilgili yazdığım birkaç yazı, özellikle bağımlılığın gerçek sebeplerini açıkladığım yazı viral oldu. Sonra da dünyanın dört bir yanından insanlar kitaptaki hikayelere ve argümanlara tepki vermeye başladılar.

Katıldığım ilk halka açık etkinliklerden biri Baltimore’daydı, yani uyuşturucuyla mücadelenin sıfır noktası ve kitabım için araştırmalar yaptığım yer. Konuşmamı yaptıktan sonra imza almak için bir kadın yanıma geldi. Kısık sesle erkek kardeşinin uyuşturucu bağımlısı olduğunu, onunla yedi yıldır görüşmediğini söyledi. Kitabımı okuduğunu, okuduktan sonra da kardeşine öfkelenmekte haksız olduğunu, esasen bağımlıların gördüğü kötü muameleye kızması gerektiğini söyledi. Bu yüzden kardeşini bir hafta sonra yemeğe çıkaracaktı.

Baltimore’daki o akşamdan beri insanlarla kitabım hakkında konuşmak, kitabı yazarken Los Angeles’tan Medellin’e, Oslo’dan Meksika’ya yaptığım yolculuk gibi bir seyahate çıkardı. Aldığım tepkiler türlü türlüydü. Ama gittiğim her yerde iki şey beni çok etkiledi. İlki, bu tartışmanın dünyanın her yerinde ne kadar benzer olduğuydu. Uyuşturucuyla mücadele küresel bir savaş, denendiği her yerde de öngörülebilir etkileri var. Güney Afrika radyosunda katıldığım programda, insanlar binlerce kilometre ötedeki başkalarının döktüğü gözyaşlarının aynısını döktüler.

Beni çarpan ikinci şeyse, insanların alternatif yöntemler duymaya ne kadar meraklı olduklarıydı. Uyuşturucuyla mücadele yöntemlerinin işe  yaramadığının fazlasıyla farkındaydılar, ama başka ne türden alternatiflerin de olabileceğini bilmek istiyorlardı. Portekiz tüm uyuşturucuları yasal hale getirdikten, bağımlılara zulmetmek için kullandığı parayı onların hayatlarını iyileştirmeye harcadığında ne oldu? Damar içi enjeksiyonla uyuşturucu kullanımını bu yöntemle gerçekten %50 oranında azalttılar mı? İsviçre neden eroini yasallaştırdı, yasal eroinden ölümleri sıfıra indirdiler mi? Nasıl yaptılar?

Bu bariz benzerliklerin dışında bana yöneltilen soruların arkasında başka bir şeyin olduğunu hissediyordum, ama ne olduğunu anlamam biraz zaman aldı.

Uyuşturucuyla mücadelenin işe yaramasını sağlayan şeylerden biri yok ettiği insanlara tüm bunların kendi suçları olduğunu hissettirmesidir. Bu yöntem, uyuşturucu kullananlara, bağımlılara, satıcılara ve tedarik rotasındaki ülkelerde yaşayanlara uygulanır. Sanki kirli ve kusurluymuş gibi hissedip utanç duymaları sağlanır. Çığlığın Peşinde (ve kitabı yazabilmek için tanıştığım insanlar) onlara böyle hissetmemeleri gerektiğini söyleyen bir hikaye anlatıyor. Bilakis, onların da sevilmeleri gerekiyor. Dahası, hayatta kaldıkları ve direndikleri için hepsi birer kahraman. Washington’da iyileşme sürecindeki bir bağımlı “bana utanç duymamam gerektiğini hissettiren ilk kitap bu” demişti.

Birkaç hafta önce Kolombiya’daki bir grup dinleyiciye dünyanın onlara bir özür borçlu olduğunu söyledim. Genç bir kadın ayağa kalkıp kimsenin daha önce onlara böyle bir şey söylemediğini söyledi. Hep tam tersi hissettirilmişti, yani onların dünyaya özür borçlu olduğuna inanmışlardı. Şaşırmış görünüyordu. O an fark ettim ki, utanç duygusu olması gereken yer haricinde her yana yayılmıştı; utanması gerekenler, bir işe yaramadığına dair kesin kanıtlar olmasına rağmen 101 yıldır bu savaşı dünyaya dayatan insanlardı.

Bunları yazarken, geçen yılın birçok hatırasının bulanıklaştığını hissediyorum ama her zaman hatırlayacağım birkaç anım var. Hepsi de Çığlığın Peşinde’nin ana temalarından biri etrafında birbirine bağlanıyor: Yakınlık. Tanıştığım insanlardan (ve her geçen gün artan bilimsel kanıtlardan) öğrendim ki birbirimizden ve hayatımıza anlam katan şeylerden uzaklaştığımız için hepimiz artık bağımlılığa karşı daha savunmasız haldeyiz. Kitapta da söylediğim gibi, bağımlılığın zıddı ayıklık değil yakınlıktır.

Kitabın hayal bile edemeyeceğim türden yeni ilişkiler kurmamı sağlaması fazlasıyla makul görünüyor. Bunları yazarken aklıma geliveren bazı önemli örnekler de var.

İlki şu: Kitabım birçok dile olduğu gibi Farsçaya da çevriliyor. İranlı çevirmenim Kambiz Tavana’ya bunu neden yaptığını sordum, çünkü kitabın İran’a kaçak yollardan girmesi gerekiyordu, bu da büyük bir riskti. Tavana, kitaptaki Bud Osborn adlı adamın hikayesinden ilham aldığını söyledi. Bud, Vancouver’da yaşayan evsiz bir bağımlıydı, gözlerinin önünde arkadaşlarının aşırı dozdan ölmesine tanık oluyordu. Sokaktaki bir grup bağımlıyı örgütlemeye, şehrin bağımlılara yönelik yaklaşımını değiştirmeye ve Kuzey Amerika’daki ilk güvenli enjeksiyon odasını açtırmaya karar verdi. Yıllar sonra şehrin sağcı belediye başkanına karşı kazandılar, Bud’ın yaşadığı mahallede aşırı dozdan ölümleri de yüzde 80 gibi muazzam bir oranda azalttılar. Çığlığın Peşinde sayesinde tanıdığım onca insan arasında Bud belki de en çok hayranlık duyduğum insandı, ama yaptıklarının binlerce kilometre ötedeki İran’a kadar ulaşacağını hiç düşünmemiştim. Bu, bana cesaretin ve merhametin bulaşıcı olabileceğini öğretti.

Aklımdan çıkmayan ikinci örnek şuydu: Meksika’da Instituto Mexicano para la Justicia’nın kitabım için düzenlediği öğle yemeğine uyuşturuculara açılan savaşı bitirip yasal ve regüle eden bir pazar oluşturma fikrini destekleyen iki siyasetçi de katıldı. Etkinlik bittiğinde, enstitünün önde gelen isimlerinden Sofia Garcia siyasetçilerin bu etkinliğe gelmek için silahlı korumalara ihtiyaç duyduklarından bahsetti. Kartellerin en büyük korkusu regüle edilen, yasal bir uyuşturucu pazarıydı. Sofia bunu söylediğinde, siyasetçilerin bu suçluları gerçekten durdurmak için ne kadar açık yüreklilikle tartıştıklarını düşündüm. Bu katiller, ben ABD’ye dönen bir uçağa atladıktan çok sonra bile her an onların peşine düşebilirlerdi. Ama onlar yine de yemeğe geldiler çünkü yapılacak doğru şey buydu.

Üçüncü örnek, belki de katıldığım en ufak çaplı etkinlikti. Brisbane Yazarlar Festivali’nin ana etkinliğe ek olarak, birkaç saat yolculuğun ardından yerel bir kütüphanede konuşma yapmanızı istiyorlar. Konuşmaya yaklaşık 12 kişi katıldı. Biraz konuştum, sonra katılımcılar konuşmaya başladı. Uyuşturucu bağımlılığından her biri farklı etkilenmişti. Bazılarının, anlaşılır bir şekilde, acılarını dağlamak için bağımlıları hayatlarından çıkarma eğiliminde olmadıklarını gördüm. Aksine risk alıyorlardı: Hislerini öldürmek yerine bağımlıları sevmeyi deniyorlardı. Dünyanın öbür ucunda olduğumu, ama hepimizin aynı acıyla baş etmeye çalıştığımızı, sevdiğimiz insanlar için aynı şekilde korktuğumuzu, aynı umudu aradığımızı düşündüm.

Bir şişenin içinde okyanusa bıraktığım mesajım, evsiz Kanadalılardan ilham alan İranlılardan silahlı korumaların eşlik ettiği Meksikalı siyasetçilere ve bağımlı yakınları için ağlayan Avustralyalılara kadar ulaşarak hayal bile edemeyeceğim kıyılara vurmuştu.

Ama biliyor musunuz? Mesajım yalnızca Baltimore’daki o kadına ve öğle yemeğine çıkardığı bağımlı kardeşine ulaşsa bile her şeye değerdi.


*Bu yazı, Egemen Aray tarafından Johann Hari’nin The Guardian’da yayımlanan makalesinden çevrilmiştir.

Size ihtiyacımız var. Buraya kadar geldiyseniz, hatırlatmak boynumuzun borcu. Türkiye gibi geleceği ziyadesiyle belirsiz bir ülkede, elimizden geldiğince nitelikli yayıncılık yapmanın imkanlarını araştırıyoruz. Güvenilirliğini küresel ölçekte yitirmiş medya alanında hâlâ iyi işler çıkarılabileceğini göstermek istiyoruz.

Bağımsız yayıncılığı desteklemeniz bizim için çok değerli. vesaire’nin dağıtımının sürekliliğinin sağlanmasında ve daha geniş kesimlere ulaşmasında okurlarımızın üstlendiği sorumluluk özel bir anlam taşıyor. vesaire’yi tek seferliğine veya düzenli desteklemek için patreon sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.

Muhabbetimiz daim olsun...

Benzer Yazılar
daha fazla

Yazıya her zaman güvenin

İleride birileri bana falanca video, üç boyutlu baskı, oyunlar veya dinamik multimedya sistemleri hakkında fikrimi sorarsa, ne düşündüğüme…
daha fazla

12 Eylül 1980’de ne oldu?

Tam 43 yıl önce, bütün fiziki ve manevi evreniyle günümüzde yaşamayı sürdüren 12 Eylül darbesi gerçekleştirildi. Şili, Arjantin,…
Total
0
Share