Bu günlerde hafta içleri öğle saatlerini Aşk-ı Memnu dizisinin yeniden yayınlanan bölümlerini izleyerek değerlendiriyorum. Bunun ilk izleyişim olduğunu söylemem lazım, ama elbette Behlül’ün arabada delirmesi gibi “büyük” sahnelere, “Sen Bihter Ziyagil’sin, aptallık etme,” gibi repliklere önceden denk gelmişliğim var. Ben ilk defa izlerken kız arkadaşım tekrar izliyor, üstelik benden daha büyük bir heyecanla. Firdevs Hanım’ın ağzından çıkan “Ben bu kadını tanıyorum. Aynı hırs, aynı öfke, aynı ihtiras,” repliğini bekleyen, o sahne geldiğinde benim de izlediğimden emin olmak isteyen hâli hiç de yabancı değil. Tekrar izlemenin, “o an” gelsin diye beklemenin bazen ilk izlemeyi de aşan bir heyecanı var. Bu açıdan ilk anda einmal ist keinmal ifadesini çağrıştırıyor, ancak bu durum günümüz koşullarında özel bir anlama da sahip. Gündelik rutinlerin baştan aşağıya değişmesi anlamında “tekrarı” kaybettiğimiz, ama “yeni” de yok olduğu için bir yandan her şeyin tekrardan ibaret olduğu bir dönemdeyiz. Her tür izlence için (sinema, televizyon, popüler kültür, spor, vs.) üretim sona ermiş, bir anlamda tarihin motoru neredeyse durmuş hâlde. Hatırlamayla, düşünmekle, yeniden yorumlamakla dolu bu günler, tekrar izleme pratiklerini de tekrar düşünmeyi gerektiriyor. Belki de gerektirmiyordur ama düşünmek eğlenceli. Gelin, biraz birlikte düşünelim.
Geçtiğimiz günlerde NBA TV’de Cleveland Cavaliers ile Golden State Warriors arasında oynanan 2016 Finalleri serisinin 7. maçına denk geldim. Kanalı açtığımda skor 89-89’du, maçın bitmesine de 3-4 dakika vardı. “Meşhur blok” ne zaman gelecek diye beklemeye başladım. Andre Iguodala boş turnikeye kalkıyor, kadrajda bir anda zuhur eden LeBron James de onun topunu blokluyor. Eylemin kendisi bu kadar basit, spor tarihindeki anlamı ise benden çok daha yetkin kalemler tarafından defalarca anlatıldı. Blok ne zaman gelecek diye beklerken, maçın bir süre boyunca bu karenin iki aktörünün etrafında döndüğünü fark ettim. Önce James (Türkçe basketbol literatürüne yerleşmiş tuhaf deyimlerden birine başvurmak gerekirse) “içeri drive etti”, Igoudala onun topuna müdahale etti. Öteki tarafta Igoudala köşe üçlüğü kaçırdı, ribaundu James aldı. Sonra takımlardan biri mola aldı ve yayına reklam arası verildi. Araya önce lige 2019’da giren Ja Morant’ın güzel hareketlerinden oluşan bir klip, sonra da oyuncuların telefonlarıyla çektiği korona virüsü uyarı videoları girdi. Peki, 2020’nin bahar aylarında büyük önem taşıyan bu görüntülerin tarihteki önemi neydi? 2016’da oynanan bir maçın arasına girdiği için anakronik de sayılabilecek bu videolar, tekrar yayınlanan bu maç, ya da o maçta LeBron’un yaptığı blok kadar dikkate değer miydi?
Maç bir süre 89-89’da takıldı, adeta zaman durdu. “Blok” da tam böyle bir anda geldi. Ancak LeBron, öbür uçta kullandığı atışı yine kaçırdı. Art arda iki başarılı savunma hamlesinin yanında çarçur ettiği iki hücum da varmış meğer. Olabilir, zira maçın yoğunluğu yüksek, hücum kalitesi ise ziyadesiyle düşük. O kadar ki tarihin en iyi şutörü Stephen Curry’nin üçlüğü potaya bile değmedi, panyadan döndü. Devamında Kyrie Irving’den zor bir üçlük, Cleveland’dan yine iyi savunma, James’ten 1/2 serbest atış ve 93-89 geriye düşen Golden State’in aldığı mola. Kenara gelirken dudağını doğru okuyabildiysem “One stop… we gotta make one stop…” (Bir top… Bir topu durdursak yeter) diyen bir LeBron James. Az önce tarihin en önemli durdurma hamlelerinden birini yapmış adamın aklından geçen tek düşünce, bir durdurma hamlesi daha yapmak, yani o hareketi tekrarlamak.
Steven Johnson, Everything Bad is Good For You (Kötü Olan Her Şey Sizin İçin İyidir) adlı kitabında, ortaya “Sleeper Eğrisi” (Sleeper Curve) adlı bir kavram atıyor. Adını Woody Allen’ın 200 yıl sonra uyanan bir karaktere yer verdiği 1973 yapımı filminden alan terim, giderek karmaşıklaşan popüler kültürün insanlara farklı bilişsel beceriler kazandırdığını iddia ediyor. 2173’te geçen filmdeki biliminsanları geçmişte yaşayanların sıcak çikolata sosunun ve kremalı turtanın besin değerini anlamamasına hayret ederken, Sleeper eğrisi de bizi aptallaştırdığını düşündüğümüz popüler kültürün tarih boyunca yükselen ortalama IQ puanlarına etkisi olabileceğini vurguluyor. Gücünü tekrarın kudretinden alan Sleeper eğrisinin seyir pratiklerine yansıması ise “yayın sendikasyonu” (broadcast syndication) adı verilen tekrar gösterimlerle oluyor. 1980’lerden itibaren televizyon yayıncıları yeni gösterimlerin tekrarlara kıyasla daha az kârlı olduğunu fark ediyor ve yayın politikalarını bu doğrultuda şekillendiriyor. Yani mesele seyircinin ilgisini çekmekten onun ilgisini “korumaya” dönüyor. Nitekim en çok satılan bilgisayar oyunları da spor oyunları, Age of Empires ya da The Sims gibi sonu olmayan, baştan sona anlatısal bir akışı takip etmediğiniz, sonsuz kombinasyonla tekrara izin verenler. Tekrar popüler kültürü aptallaştırmıyor, aksine kuvvetlendiriyor. Bu durum Aşk-ı Memnu için de, eski NBA maçları için de geçerli.
Hayatımda hiç banttan maç izlememiştim, profesyonel olarak bu işle uğraşanlar hariç bunu ciddi ciddi yapan olduğundan da emin değilim. Nitekim yukarıda anlattığım maçın bile tamamını izlemedim. Öte yandan spor müsabakalarının tamamen durduğu bu günlerde eski maçların da sendikasyonel değeri ortaya çıktı sanki. Tıpkı “aynı hırs, aynı öfke” ânını bekler gibi bekledim o bloğu. Özellikle büyük maçlarda ânın heyecanıyla verilen tepkilerin, izleyenlerin spiker anlatımlarını kaçırmalarına neden olduğuna daha önce de değinmiştim. Spor karşılaşmalarını tekrar izlemenin bir diğer keyifli yanı da bu anlatımları yakalayabilmek. Yani büyük maç spikerliğinin kesinlikle sendikasyonel bir önemi var, hatta belki de iyi spikerin esas marifeti, maç tekrar izlenirken aynı hissi yaşatabilmekte saklı. Burada “Filancanın attığı golün 20 farklı dilde anlatımı” gibi derleme videoları hatırlayabiliriz. Öte yandan sendikasyon üzerinden şekillenmemiş spor ekonomisi bu günlere hazır değildi ve hemen “yeniyi” aramaya başladı, önümüze H-O-R-S-E oyunlarını ya da Instagram’dan bire bir sohbetleri sürdü. Sonuç olarak bu bir “tefekkür” ya da “eskiyi yeniden keşif” çağına dönüşmedi, kaliteden taviz vermek pahasına “yeni içerik” çağı olarak devam etti. Günümüz koşullarının kapitalizmin ölümüne yol açacağını düşünenler var, ama hakkını vermek lazım, kapitalist ekonomi gerçekten varıyla yoğuyla savaşıyor. Korona virüsünün dikte ettiği kurallarla üretilen içeriklerin Sleeper eğrisini ne denli olumlu etkilediğini ise zaman gösterecek.
Aşk-ı Memnu, yayın sendikasyonunun Türkiye’deki en başarılı örneği. Hatta tekrar izleneceğine bu kadar güvenilen başka bir yapımın olmadığını (belki bir de Avrupa Yakası’nı sayabiliriz) söyleyebiliriz. Bununla birlikte korona günlerinde Aşk-ı Memnu izlemek, içeriğin (entrika ve sansasyonun tutkunuyuz, ayrıca yarınlar yokmuşçasına Bihterciyiz) ve tekrar izlemenin (bir kere olanın hiç olmamış sayılacağını bir kere daha söyleyelim) vaat ettiklerinin yanında güvenli olana sarılma arzusuna da karşılık geliyor olabilir. Yani günümüz bağlamında Aşk-ı Memnu izlemek, belki de ekmek yapmaktan çok da farklı değildir. Bu sıralar küresel spor söyleminin 1998’i anlatan bir belgesel etrafında şekillendiğini, Türkiye’deki popüler kültürün gündemini ise yine 1998’de geçen bir dizinin meşgul ettiğini unutmayalım. Anlık değil zamansız hazzın peşinde olan, ayrıntılı inceleme, emek ve yatırım gerektiren bir “içerik” arayanlar için ise olasılıklar her zaman sınırsız. Şimdi, müsaade ederseniz Ziyagil Malikânesine döneceğim, bildiğim az sayıdaki repliğin gelmesini bekleyeceğim.