Nina Raine’in yazdığı Kabileler (Tribes), İngiltere’de gösterildiğinde büyük ses getirmiş ve eleştirmenlerin övgülerine mazhar olmuş bir oyun. Nina Raine, 2010 yılında verdiği bir röportajında, bebek bekleyen sağır bir çiftin doğacak çocuklarının da sağır olmalarını istemesi üzerine kurulu bir belgeseli izledikten sonra bu oyunu yazdığını söylüyor.
Ebeveynler çocuklarına yalnızca genlerini değil, değerlerini, inançlarını, hatta hususi bir dili aktardıklarında mutlu oluyorlar. Ailenin çocuklarla işi hiç bitmiyor, ömür boyu sürüyor. Aile, sürekli çatışma halinde olmasına rağmen üyelerinin sıkı sıkıya birbirine bağlı olduğu bir kabileye benziyor. Dolayısıyla, kendine özgü ritüeller ve hiyerarşiler barındıran irili veya ufaklı her topluluk aslında birer kabile gibi işlev görüyor.
Haydar Köyel’in Türkçeye kazandırdığı ve Sami Berat Marçalı’nın rejisiyle ikincikat tiyatro’da sahnelenen Kabileler, duyabilen bir kabilenin sağır bir kabileye karşı acımasızca karşı durma çabasını nevrotik bir aile üzerinden anlatıyor ve hiç şüphesiz bu yılın dikkate değer oyunlarından biri olarak göze çarpıyor.
Bütün ailenin toplandığı bir yemek sahnesiyle açılan oyun, karakterleri kusursuz bir şekilde izleyiciye aktarmakla yola koyuluyor. Ailenin en genç ve doğuştan sağır oğlu Billy, ukala bir eleştirmen olan baba Christopher, roman yazarı anne Beth, dil üzerine tez yazmakta olan evin işsiz oğlu Daniel ve bir opera şarkıcısı olmayı arzulayan evin kızı Ruth gündelik bir sohbetin içindeler. Ancak tuhaf olan iletişimden yoksun bu ailenin birbirlerini hiç dinlememeleri ve sadece birbirlerini eleştirmeleri. Oyunun merkezinde duran Billy ise bu kakafoniyi duymadan ailesini anlamaya çalışıyor. Ancak masada çoktan unutulduğu ve kimsenin onu dinlemek istemediği de aşikar.
Ailesi doğumundan bu yana kendisini eksik hissetmemesi için Billy’e işaret dilini hiç öğretmemiş. Yarı anlaşılır sesler çıkararak konuşmaya çalışan Billy, son derece iyi dudak okuyabiliyor. Kriz, ailesinin tamamı doğuştan sağır olan ve kendisi de giderek sağırlaşan güzel Sylvia ile Billy’nin tanışmasıyla patlak veriyor. Billy, Sylvia’nın ona işaret dilini öğretmesiyle kendisi gibi sağır insanlarla da iletişim kurabildiğini keşfediyor. Yaşadığı büyük aşk deneyimi ona bambaşka bir dünyanın kapısını aralıyor. Ailesi tarafından yaratılan sınırların dışına çıkıyor, iş buluyor ve bu değişim geride bıraktığı ailenin zaten var olan duygusal problemlerini daha da içinden çıkılmaz bir hale getiriyor.
Peki, işaret dili duyguları aktarırken ağızdan dökülen cümlelerden daha etkili olabilir mi? Müzikten yoksun olmak neyi kaybettirir? Hangi kabile daha üstündür? Eşit olmak mümkün müdür? Tüm bu sorular oyun boyunca zihnimizi sarmalıyor.
Fazlaca ajitasyon içerebilecek ağır bir dramaya dönüşmesi muhtemel hikâye, Sami Berat Marçalı’nın usta işi rejisi ve oyuncuların harikulade performanslarıyla kararında bir anlatıma dönüşüyor. İşaret dilini bir üst yazı ile izleyiciye aktaran sahne düzeni ve oyunun akışı yabancılaşmaya alan tanımamış.
Sahnede ilk kez izlediğim Ayşe Lebriz Berkem (Beth) ve Haydar Köyel (Christopher), karmaşanın tam merkezinde duran, iki “ağır” karakter olarak oyunu başarıyla götürüyorlar. Rahatsız edici boyuttaki tavırları, pragmatist ve son derece egoist yaklaşımları hikâye derinleştikçe su yüzüne çıkıyor ve seyirci olarak onların çaresizlikleri içinde onlarla nefes alamaz oluyoruz. Sorunlu bir kişilik olan Daniel’a hayat veren İbrahim Halaçoğlu’nu en son Cambazın Cenazesi’nde izlemiş ve bir yerlere ismini not almak gerektiğinden söz etmiştim. Bu oyunda da beni adeta haklı çıkartarak gerçekten kusursuz bir performans sunuyor. Evin en renkli kişiliği Ruth’u ise kriz büyüdükçe taşıdığı mizahı sağlam bir dramaya çeviren genç ve yetenekli oyuncu Gülce Oral oynuyor.
Barış Gönenen (Billy) ve Tuğçe Altuğ (Sylvia)’nın ise performanslarından etkilenmemek mümkün değil. Sahnede onları izleyen seyircilerin çoğunluğunun duyma yetisine sahip olan insanlardan meydana geldiğini varsayarsak, şüphesiz sağır olmanın ve giderek sağırlaşmanın nasıl bir his olduğunu fiziksel olarak muazzam aktarıyorlar diye düşünüyorum. Barış ve Tuğçe’nin hazırlık aşamasında işaret dili dersleri aldığını da hatırlatmam gerek.
Sessizliğin ortasında gürültüyü barındıran bu oyun, gözlerinize ve kalbinize yenilikçi bir bakış açısı getirebilir. Program için sizi şuraya alalım.